Son günlerde yapılan anketlerde Türkiye’nin en önemli sorunlarının ekonomi, işsizlik, adalet ve eğitim olduğu, daha doğrusu halkın kanaatinin bu yönde olduğunu görüyoruz. Elde edilen verilerin sokağa da yansıdığını, dolayısıyla, sokak röportajlarında başta gelen şikayetlerin ekonomi, işsizlik ve geçim sıkıntısı olduğuna şahit oluyoruz. Bu anketler ve sokak röportajları bize tekrar rahmetli Demirel’in “tencerenin sallamayacağı hükümet yoktur” sözünü hatırlatıyor.
Gerçekten üzülerek ifade etmek lazım ki, bu tablo bize toplumumuzun en hassas noktasının cüzdanı olduğunu göstermektedir. Tahminim o ki aynı anket, akademisyenler, hukukçular ve siyasi uzmanlar arasında yapılsaydı, Türkiye’nin en önemli sorunlarının yargı, adalet ve eğitim olduğu sonucuna varılırdı.
OECD eğitim endeksine göre Türkiye’de eğitim seviyesi Batı ülkelerine kıyasen çok gerilerde, hatta dünya devletleri eğitim endeksi sıralamasında, Türkiye yerini son sıralarda almakta. Bu verilere bağlantılı olarak yapılan araştırmalarda, eğitim seviyesi düşük olan ülkelerde önde gelen sorunların hukuk, gelir dağılımı adaletsizliği, ötekileştirme, bilinçsiz seçmen profili, kadına şiddet, yolsuzluk, rüşvet ve torpil olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, bütün bu sorunların yaşandığı ülkelerde ekonomik sıkıntıların meydana gelmesi de kaçınılmaz olacaktır.
Eğitim seviyesi düşük olan ülkelerde görülen diğer bir sorun ise, otokratik veya dikta rejimlerinin kendilerine çok uygun gelişim alanları bulması, kitleleri milliyetçilik, devletin kutsallığı, hamaset duyguları ve devletin zaten yapmakla yükümlü olduğu yol, köprü ve benzeri temel hizmetleri sunarak büyük bir kolaylıkla yönlendirmesi ve yönetmesidir.
Hatta bunlardan daha da basiti, ufak tefek hediyelerle büyük kitlelerin rahatlıkla kandırılabilmesidir. Bunun en bariz örneğini, bir paket makarna, bir çuval kömür, patates veya soğan karşılığında oy veren, daha da trajikomik olanı, bizi ilk başta patetese, soğana muhtaç eden kimdi, diye düşünemeyen Türkiye toplumunda görüyoruz.
Elbette böyle bir toplumdan ekonomik sorunların altında yatan temel nedenlerin hukuksuzluk, adam kayırma, rüşvet, zulüm, eğitimsizlik olduğunu anlamasını bekleyemessiniz, çünkü böyle bir toplumdan “evime ekmek götüremiyorum” dedikten sonra, gelecek seçimlerde kime oy vereceksiniz sorusuna “tabiki mevcut iktidara” diyecek bir çok insan çıkacaktır.
Aslında ülkenin gerçek sorununun hukuk ve eğitim olduğunu söyleyen uzmanlar da problemin esas kaynağına inebilmiş değillerdir.
Evet hukuk ve eğitim bir milletin istikbali için gerekli olan en önemli unsurlardan bazılarıdır, fakat öyle değerler vardır ki, bunlardan da önemlidir.
Ne yazık ki son zamanlarda toplumumuzun yitirdiği bu değerlerden en önemlileri sevgi ve merhamettir. Bu iki değer kainatın çekirdeği, dolayısıyla var olma nedenidir, Esma ul Hüsna’dan Vedud ve Rahman isimlerinin tecellileridir. İnsan, varlığını bu iki Esma-i İlahiye borçludur, çünkü bir rivayete göre Cenab-ı Hak, kainatı sevgi ve rahmetinden dolayı yaratmıştır.
Dolayısıyla, insanı insan yapan en büyük hakikat sevgi ve merhamettir. “Adem’e ruhumuzdan üfledik” ayeti de (Secde 9) teolojik perspektiften bakıldığında, Cenab-ı Hak’kın insanın mayasına kendi isimlerinden bazılarını sınırlı bir miktarda yerleştirdiğine işaret eder. Bu isimlerden en önemlileri de Vedud ve Rahman’dır. İnsan Rahman olamaz çünkü Rahman ünvanı ancak Allah’a ait bir ünvandır, fakat insan bu ünvandan kaynaklanan merhamet duygusuna sahip olabilir, hatta mayasına katılan bu duyguya sahip olmak insanlığın gereğidir.
Aslında dünyada ki en büyük sorunların temelinde yatan iki şey sevgi ve merhamet yoksunluğudur. Soysal hastalıkların, toplumsal kutuplaşmaların, ırkçılık ve benzeri marazların temelinde hep bu iki sorun vardır.
Allah Resulü bir gün torunları Hasan ve Hüseyin’i kucağına almış öpüp koklamaktadır. O sırada huzuruna bir bedevi gelir ve gördüğü manzara karşısında “biz çocuklarımızı böyle öpüp koklayarak sevmeyiz” der. Hz Peygamber cevaben, “Allah kalbinizden merhameti almışsa ben ne yapabilirim” buyurur.
Bunu esefle ifade ediyorum ki son zamanlarda Allah Türkiye’de toplumun büyük çoğunluğunun kalbinden merhameti almış durumda. Bir toplum için bundan daha büyük felaket olamaz.
Cezaevelerinde ölüme terk edilen anaların, yavruların, yaşlıların, hastaların haddi hesabı yok. Bir sürü yalan ve iftirayla çökülen mülkler, yağma edilen mallar, açlığa mahkum edilen masumlar, hukuksuzca basılan evler, işkence altında can veren öğretmenler, akademisyenler, memurlar, gazeteciler, polisler, askerler, genç kızlar ve anneler. Zalim rejimden kaçmaya çalışırken deniz, derya, ırmakların soğuk sularına gömülen minicik bedenler ve bütün bunlara sessiz kalan koskoca bir toplum.
Kadın cinayetlerinin, tacizlerin, tecavüzlerin ardı arkası gelmiyor.
Hayvanlara bile merhameti olmayan, kedileri diri diri yakan, köpekleri aracının arkasında sürükleyen, binekleri döve döve öldüren bir toplum…
Merhamet duygularını tamamen yitirmiş yığınlar…
Bunu söylerken sadece iktidar yanlısı kitleleri kastetmiyorum. İktidarı, muhalefetiyle merhamet duyguları topluca iflas etmiş bir toplum…
Komşusunu gözü önünde kıtır kıtır kesseler gıkını bile çıkarmayan ancak balkonlardan görüntü alan bir toplum…
Kendi gibi düşünmeyenlere karşı gözlerinden nefret fışkıran, kalplerini intikam hırsı bürümüş, tırnaklarından kan damlayan bir toplum…
Evet, öteki mahallenin insanlarına işkence yapan veya linç eden bizzat kendi elleri olmasa da, yapılanlara oh olsun diyerek, hatta az bile yapıldı, niye serbest bırakıyorlar diye nefret kusarak iç dünyalarının ne kadar karanlık olduğunu gösteren, zulmü yapanlardan hiç bir farkı olmayan bir toplum…
Zarar cüzdanlarına dokunmadıkça, başlarına sağnak sağnak yağan bela ve musibetlerin farkında bile olmayan bir toplum…
Ne diyelim, Allah ıslah etsin, şu mübarek Ramazan-ı şerif yüzü suyu hürmetine, Rabbimizden dileriz ki bu toplum artık kendisine gelsin, hukuksuzluklara ve zulümlere yeter artık bi dur desin. Yitirdikleri şefkat, sevgi, muhabbet, merhamet ve adalet duygularını tekrar kazansın, aksi taktirde ülkenin başına açılan zararı tamir etmek için yarım asır bile yetmeyecektir.