HAFTANIN YORUMU
‘Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker’ demişti, dünün mağdur(!) bugünün mağrur, kibirli Saray entrikacıları…
Ne yazık ki, bu kirli siyaset sayesinde, minareler partinin flama direği, mabetler politika arenasına dönüştü.
Kubbeler gaz dumanlarına boğuldu, camiler de rejimin postallarıyla kirlendi.
Mü’minler, askerlerin, polislerin ceberrut zihniyetin saldırısına ve şiddetine hedef oldu.
Hem de, rahlelerinin başında, Mushaf’larıyla itikaftayken…
Esasen kutsala bakış buydu, bir kez daha, durum tescilinde bulunmuş oldular.
Bu dikta rejimi; Ramazanı da bayramı da, talihsiz coğrafyanın, kara bahtlı insanlarına zehir etmeye ant içmişti adeta.
17-25’te HIRSIZLARI YAKALAYANLARA SAHURDA OPERASYON YAPILMIŞTI:
Sahur sofrası baskınları, mabet operasyonları.
17-25 hırsızlık ve yolsuzluk operasyonunu düzenleyen polislere, sahur operasyonlarıyla cevap verilmişti.
Çağlayan Adliyesi’nin eksi 7.katı, sudan mahrum bırakılan oruçlu insanlarla tanışmıştı bu dinbazlar sayesinde.
Kaç yıldır hâlâ zindandalar.
Tek günahları (!) hırsızları enselemek(ti).
Bu çirkin, çirkef ve kapkaranlık yüzlerle kamuoyu, ilk olarak o zaman tanışmıştı.
Rekorlar peşinde koşan, zulmüne zulüm katanlar, yeni levellerle mabet kapılarına, minberlere, mescitlere dadandılar…
Sahur vakitleri, itikaflar…
Kim bilir sırada ne gaddarlıklar var, kapağı açılmamış nice denemeler bekliyor?
İtikaf’ta, her yönüyle dünyadan sıyrılmış, dünyanın çirkinliklerini dışarıda bırakmış, Rabbiyle yalnızlığı tercih etmiş insanlara; dağda-bayırdaki eşkiyaya baskın düzenlenircesine, Allah’ın mabedine saldırmak, apayrı bir canavarlığın göstergesi olsa gerek.
İtikaftaki Vakıf mensupları kelepçelendi, büyük bir başarıyla!
Furkan Vakfı başkanı Alpaslan Kuytul da gözaltına alınanlar arasında.
PUDRA SOSLU UYUŞTURUCU MÜBTELASI GENÇLERİN İKTİDARI VE MUHAMMED:
Bu arada level içinde level denemisi yaptı, dinbazlar.
Alparslan Kuytul’un 14 yaşındaki evladı Muhammet Kuytul da ters kelepçelenerek gözaltına alındı.
Bravo, büyük bir başarı!
Devletlularımız, ne kadar iftihar etse azdır.
Dindar nesil yetiştirdiğini iddia edenlerin gençleri, pudra soslu uyuşturucu müptelası kitlelerin iktidarı; itikâftaki 14 yaşındaki Muhammet Kuytul’u hem de kameraların karşısında kelepçelediler.
Gaziantep’teki görüntüler, her yönüyle dehşet verici.
İsrail polislerinin, Ramallah, Gazze’de baskını gibiydi olup bitenler…
Veya Komünist Çin rejiminin, Doğu Türkistan’daki mabetleri işgal görüntüleri, mabetlerdeki pespaye hareketleri gibiydi yaşananlar.
Minareler süngüydü artık.
Kubbeler, miğfer olmuştu, küffara cenge gidiliyordu sanki.
Camiler kışla olmuş, düşman hedefleri bir bir ortadan kaldırılmış, din ve vatan düşmanlarına gerekli dersler verilmişti.
Hemşehrim Ziya Gökalp’e ait olan ‘Asker duası’ isimli bu şiir, bir vakitler çirkin siyasete önemli bir malzemelik teşkil etmişti.
Şimdilerde bizlere olup biten terslikleri hatırlatıyor maalesef.
DEVLETİN TUNÇ’ELİ VE DERSİM SOYKIRIMI:
Öyle, böyle…
4 Mayıs, kara bir gün olarak kayda geçmiştir.
Bu gaddarlıkla çizilen çirkef resim, bir dönemin görsel bir anlatımı olacaktır hiç şüphesiz.
Değişmeyen devlet zihniyeti, Tunç’eli, 4 Mayıs 1938…
Aslında Gaziantep ve Adana’da camilere yapılan gazlı operasyonlar, aynı zamanda devletin 83 yıl önce Dersim’deki Soykırım vahşeti hakkında bizlere ipucu veriyor.
Aynı ay ve güne denk gelmesi de ayrıca anlamlı.
Değişimin eserinin, izinin bile olmadığını anlıyoruz yaşadıklarımızdan.
Aradan geçen 83 yıl, bizim şu kutsal devletimizi hiç değiştirmemiş.
O dönemin tanıklıkları hep sümen altı edildi.
Katliama tanık olanlar, ceberrut devletin korkusuyla susup kaldılar hep.
Ama hakikat gizlenemez, aradan uzun yıllar geçse de bir yerlerden çıkıp gelir.
Dönemin tanığı Kayserili Mehmet T. isimli askerin o döneme dair anlattıkları, sosyal medyada dönüp dolaşıyor. Tüyler ürperten vahşeti yeniden hatırlıyor ve yaşıyoruz.
Mahmut T. 2003 yılında hayatını kaybedip, aramızdan ayrılmış.
Söz konusu tanıklık bir röportajla günyüzüne çıktı.
ATEŞ EMRİ VERİLDİ, ÖNCE KADIN VE ÇOCUKLARI SONRA ERKEKLERİ ÖLDÜRDÜK…
30 yıl sonra Dersim Kültür ve Tarih Merkezi tarafından yapılmış söyleşi.
Tanık asker Mahmut T. kendilerine “Hiçbir canlı bırakmayın” emrinin verildiğini ve kurbanların çok büyük bir kısmının kadın, yaşlı ve çocuklardan oluştuğunu anlatıyor.
Tanık asker, “Komutanlarımız bize ateş emri verdiler ve bizde kim varsa ateş ettik. Önce erkekleri sonra kadın ve çocukları öldürdük. Geride hiçbir yiyecek bırakmadık. Canlı namına hiçbir şey bırakmadık. Dikili bir taş bile kalmadı” diyor.
Dersim katliamından sağ kurtulan Yamoş Bakıray, Ali Hıdır Şahin, Hasan Bakır, bazen sesleri titreyerek, gözleri dolarak, sanki dün olmuş gibi o trajediyi anlatıyorlar.
Görüldüğü gibi, 80 yıldır devletin Tunç’eli, Dersim’de Alevilerin başına,
Gazilik ünvanına sahip Gaziantep’te ise Sünnilerin başına indi.
Sadece Alevi veya Sünni mi? Bu zulümden etkilendi?
İşte ittihatçı kafa ve demir yumruklu gaddar devlet anlayışının geçmişten günümüze Mayıs ayına sığdırdığı bilanço!
MAYIS AYLARINDA TARİHTE KALAN UTANÇ TABLOLARI:
Ülkenin yakın tarihi utançla dolu.
Hangi birini sayalım ki?
-4 Mayıs’ta dersim katliamı,
-6 Mayıs’ta Deniz Gezmişlerin idamı,
-11 Mayıs, Reyhanlı katliamı,
-13 Mayıs’ta Soma’da 300 işçimizin göz göre göre katledilmesi.
-27 Mayıs darbesi.
Ülkenin yakın geçmişi de uzak geçmişi de birbirinin kopyası ve tekrarı.
6 Mayıs 1972’de idam sehpasına çıkarılırken, vasiyetleri dahi yerine getirilmeyen ve işkence edercesine 50 dakika darağacında asılı tutulan Deniz Gezmiş ve iki arkadaşı Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın infazlarından ders çıkarmış olsaydık, bugün meydanda höyküren muktedirler, siyasi bekâları için ülkenin her bir köşesini savaş meydanına çeviremezdi.
83 yıl önce 4 Mayıs’ta, Dersim halkının, Alevi canların maruz kaldığı katliamdan dersler çıkarılabilip, günahlarla yüzleştirilebilseydi, 1970’lerin Maraş ve Çorum olayları, 90’lı yılların Madımakları ve sünni-Alevi ayırmaksızın köyleri yakılmaz, külleri göğe savrulmazdı.
83 yıl sonra da camileri ve itikaftaki münzevi mü’minler hedef alınmazdı.
Dersim’de süngü zoruyla evlere sokulup, ateşe verilen köylüleri; Hozatlı Alevi nineleri, dedeleri kurşuna dizerek, kurda kuşa yem edilmiş olması canavarlıklarıyla yüzleşilebilinseydi, Cizre meydanında 60 yaşındaki Taybet İnan’ın canına kastedilmez, cesedi haftalarca meydanlarda dolaşmazdı.
1937-38’de bugünkü adıyla Kayışdağı’ndan aşağı atılan ve tek suçları Alevi olan bu mazlumların suçlarıyla yüzleşebilen bir devlet anlayışı olsaydı, Doğu ve Güneydoğu’da 17 fail-i meçhul cinayet işlenmezdi.
DENİZ GEZMİŞ’İN YARIM ASIR ÖNCE BABASINA MEKTUBU:
Bugün onbinlerce KHK’lı açlığa mahkûm edilmezdi.
Roboski’de 34 Kürt vatandaş katledilemezdi.
Sivas, Madımak ve Başbağlar gibi karanlık canilikleri yaşamazdık.
Ülkenin iradesini de ipotek edenler, bu korkunç trajediler bugün tekrar ediliyor olmazdı.
Bebekler, çocuklar, hamile kadınlar, beli bükük yaşlılar zindanlara atılmazdı.
Zaman değişir, lakin kutsal devletimiz döner dolaşır aynı yerde.
Deniz Gezmiş’in 49 yıl önce, babasına yazdığı mektubunda dediği gibi; “Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir”
Ne utanç verici bir rastlantı ve terslik, değil mi?
İtikâf baskınının yapıldığı Dersim katliamının yıl dönümü 4 Mayıs tarihi, aynı zamanda Avrupa’nın modern ülkesi Hollanda’nın Nazi işgalinden kurtuluş yıl dönümü.
Bu utanç yeter, bugünkü ve dünkü yöneticilerimize! e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au