Nihat Hatipoğlu’na şunu sormak isterdim: Hocam size Müslümanların Güzin ablası demek caiz midir? Elbette ki bu konuda onun fetvasına ihtiyacım yok, ancak cevabını cidden merak ediyorum. Diğer konulardaki gibi eğlenceli bir cevap verir miydi dersiniz?
O bir hoca, kelimenin bütün anlamlarıyla hoca… Üniversitede öğretim üyesi hatta rektör; isminin yanında Prof. Dr. ibareleri var. Ama asıl Atv’deki şov programıyla bu unvanı hak ediyor. Ağlamaklı kıssalar anlatarak başladığı televizyon starlığı kariyerine, kalabalık kitlelerin önünde stand-uplarla devam ediyor. Cevaplar kadar sorular da enteresan ve Hatipoğlu ününü biraz da onlara borçlu.
Konular ve bağlamlar farklı olsa da bir dönemin dert ablası Güzin Sayar’a benzetmemin sebebi işte o sorular. Güzin Abla, yayıncılığın dijitalleşmediği yıllarda her gün çuvallar dolusu mektup alırdı. Bir fenomen haline geldikten sonra ilginin düşmemesi adına kurgulanmış sorular da işin içine katıldı. Doğal ortamda yetişen absürtlükler de bir yere kadar.
Nihat Hoca da “Hıristiyan doktora sünnet olmanın sakıncası var mı?” türü cinliklerle ilgiyi hep canlı tutuyor. Halkın büyük çoğunluğunun din algısı ve bilgisi organik absürtlük üretmek için yeterli. Yine de ‘yok artık’ dedirtecek soruların şovu zenginleştirmek üzere kurgulandığını düşünüyorum. Belki de hâlâ topluma hüsnü zan etmeye çalışmamdan kaynaklı bir yanılsama.
Eski Yeşilçam filmlerinde karikatür bir imam tiplemesi vardı. Amerikalı evsizler gibi saçı sakalı kirli ve karışık, çoğunlukla ağzında diş eksik, alabildiğine çirkin bir karakterdi bu. Fazlasıyla yobaz olduğunu eklememe gerek yok herhalde. İşte o tip, Hatipoğlu gibiler kadar din algısına zarar vermemiştir. Bir taraftan oteline kaçak kat çıktığı iddia edilen bir turizm yatırımcısı, öte yandan gasp edilip İslami Bilimler Üniversitesine dönüştürülen üniversitenin rektörü… aynı zamanda YÖK üyesi ve televizyon starı. Fakirlere sabrı telkin eden bir milyoner.
Ücret mukabili gittiği şehir turnelerini de unutmayalım. Popüler kültür tezgahında satılan bir metaya dönüştü din. Albenili bir sosyete pazarı tezgahı da değil bu; yan tezgahtaki adamın kafasına sütyen takarak bağırdığı üçüncü sınıf bir taşra pazarı burası. Sorular, cevaplar ve ortam öylesine itici ki aklı başında kimse o tezgahtan alışveriş yapmaz. Böyle sunulan bir dine ilgi duymaz. Daimi müşterileri dışında dönüp bakan bile olmaz. Alay ve küçümseme amaçlı ilgiler hariç elbette.
Muhatapların önemli bir kısmı bunun bir şov olduğunun farkında ve rollerini oynarken gülmekten kendini alamıyor. Az sayıda samimi soru soran ise konuşması bitmeden kopan kahkaha tufanını anlamlandırmaya çalışıyor. “Yeğenimin kulağına besmeleden önce Beşiktaş dedim. Günaha girdim mi?” diyen adama, normal bir ortamda, normal bir hoca ağzının payını verir oturtur. Yok ama Hatipoğlu Şov’un devam etmesi asıl böyle sorularla mümkün. Bunlar olacak ki ‘caps’ yapılsın, sosyal medyada yüzlerce paylaşım alsın ve reytingler fırlasın.
Levent Kırca bir din adamı tiplemesi yapsa herhalde ortaya Nihat Hatipoğlu çıkardı. Erdoğan’ın, rejimini ayakta tutabilmek için kullandığı araçların başında din geliyor ve bütün versiyonlarını sahaya sürüyor. İçki yasağında olduğu gibi yerine göre bir gerilim üretme makinesi… Kemik tabanını bunlarla kenetliyor. Bu bölümün çobanı Hayrettin Karaman. İslamcıların eskiden ‘geleneksel Müslüman’ diyerek aşağıladığı cami cemaatini Diyanet aracılığıyla yönlendiriyor. Bu iletişim kanalını sürekli açık bırakmak adına salgında bile camileri kapatmıyor. Bir toplumsal uyuşturucu olarak ise Hatipoğlu’ndan yararlanıyor. Tabir yerindeyse ‘Ramazan Müslümanlarını’ da bu yolla kapsama alanına alıyor.
Erdoğan, dini bir ticari ve siyasi meta olarak görüyor. Bu anlamda ‘dinci’ ya da ‘İslamcı’ denebilir. Ancak literatürde geçen anlamıyla bir Siyasal İslamcı değil. Öyle olsa ilk önce Hatipoğlu’nu sustururdu. İşine İslamcı algısı yaradığı için o rolü yapıyor. Tıpkı bir dönem en hızlı Avrupa Birliği yanlısı göründüğü gibi. Gemisini yürütmek, gemiciklerini garanti altına almak için en seküler başkan rolü oynarken bile görebiliriz.