Geçen hafta Avrupa’da yaşayan çok sevdiğim bir gazeteci hemşerimle WhatsApp üzerinden yazıştık. Gündeme ait bazı konuları konuşurken, yazıdığı bir cümle bende şok etkisi yarattı. “Hocam, derhal bir şeyler yapılmalı, neslin imanı gitti”, diyordu. O günden beri halen kendime gelebilmiş değilim.
Son altı ay içinde yazdığım tüm yazıları taradım ve neredeyse tamamının siyasi gündemle ilgili olduğunu gördüm. Bu da, bana Bediuzzaman hazretlerinin “euzubillahi min eşşeytani ves siyaseti” sözünü hatırlattı. Ne yazık ki siyasi gündem bizi adeta bir kara delik gibi içine çekip yutmakta ve vazife-i asliyemiz olan iman hakikatlerini anlatmaktan alıkoymakta.
Gerçi, kara deliklerde öyle bir çekim gücü vardır ki, saniyede 300 bin km sürat yapan ışık bile, onlardan kaçamaz. Dolayısıyla insanın siyasi gündemlerden de kurtulması biraz zor gibi.
Aslında bizi bu konuları tartışmaya mecbur eden şey, kendini çok bilmiş zanneden bazı müfterilerin iddia ettikleri gibi siyasallaşmamız değil, tam aksine, asıl vazifemiz olan eğitime, dine ve insanlığa hizmet etmekten, türlü türlü hukuksuzluk, desise ve zulümlerle uzaklaştırılmaya çalışılmamızdır.
Dolayısıyla, yüzbinlerce insanın, kadınıyla, çocuğuyla zulüm gördüğü, işkencelere tabi tutulduğu ve öldürüldüğü bir süreçte, bu zulümleri yapan siyasi iktidarlara bir çift söz etmemizin de boynumuzun borcu olduğuna inanıyorum.
Evet, gündem yakamızı bırakmıyor…
Türkiye’deki yaşanan zulümleri anlatalım derken, karşımıza Çin’in milyonlarca Uygur’a yaptığı soykırım çıkıyor, bu kardeşlerimizin dertleriyle dertlenelim derken, Filistinde masum çocukların başına bombalar yağıyor.
Ben şahsen, Müslümanların başına gelen bu musibetlerin ana sebebinin İslam aleminde genel anlamda yaşanan itikadi ve ahlaki çöküş olduğu kanaatindeyim.
Burada özellikle Türkiye’yi baz alırsak, bir tarafta karşımıza kendini dindar olarak tanımlayan ama her türlü yalanı rahatlıkla söyleyebilen, iftira atan, hırsızlık yapan, zulmü alkışlayan, rüşveti, torpili, yolsuzluğu caiz gören ve siyasi liderlerine adeta tapan yığınlar, diğer tarafta da, bunları İslamla bir tutup, dine saldıran, kendinden olmayanlara yapılan zulümlere göz yuman ve hukuksuzluklara ortak olan yığınlar.
Neticede karşımıza, ahlaksızlığın, adeletsizliğin, zulmün, yalanın, iftiranın, ateizmin, deizmin, İslam düşmanlığının ve bağnaz bir kutuplaşmanın çoğaldığı bir ülke tablosu çıkıyor.
Dolayısıyla bu tablo, insanların iman hakikatlerinden sürekli uzaklaştığını gösteriyor. Son istatistiklere göre toplumun %12’si ateist veya deist. Bugün Türkiyede 6 milyon insan ateizmi seçmiş durumda. Avrupadaki dostumun söylediği gibi, yeni neslin imanı gidiyor.
Kanaatimce, ateizmde ki bu endişe verici artışa neden olan 3 önemli faktör var, siyasi tepki, dini siyasete alet eden Müslümanların tavırları ve insanların tamamen kendilerini dünyaya kaptırmaları.
Dikkat ederseniz, bu 3 faktör arasında bilimsellik kavramı yok, çünkü ateizm bir inanç sistemidir, kişisel tercihtir, dolaysıyla bilimsellikle uzaktan yakından alakası yoktur.
Sosyal medyada arasıra dini değerlere saldırarak ateistik inançlarını savunan ve bunu bilimsellik adına yaptığını zanneden bazı hesaplarla karşılaşıyorum. Bu hesaplar, ya bilimden bihaber olduğunun ya da kendilerini kandırdıklarının farkında değil.
Öncelikle şunu ifade edeyim, ateizm bilimsel bir veri üzerine bina edilmiş bir konsept değildir, tamamen inkardır çünkü evreni var yoktan eden bir yaratıcının olmadığını bilimsel olarak ispat etmek mümkün değildir. Bütün bilim insanlarının ortak görüşü, metafizik bir varlığın, yokluluğu veya varlığını deney yoluyla ispatlamak mümkün değildir, doğrultusundadır. Dolayısıyla, bilimsel verilere gerçekten güvenen samimi bir ateistin, evrenin bir yaratıcısı olduğu konusunda ki görüşleri en azından “olabilir de, olmayabilir de”, olmalıdır.
Hatta, evrenin bir yaratıcıya ihtiyacı olduğu yönünde birçok bilimsel ve felsefi argümanlar vardır, fakat, olmadığı konusunda bilimsel tek argüman yoktur. Ateizmin tüm argümanları tamamen dini kaynakları sorgulama yöntemine dayanır.
Aslında, ateisler (haşa) Allah yok derken bile Allah’ın varlığına şahitlik ederler, çünkü hiçbir insan olmayan bir şeyin olmadığını iddia etme ihtiyacını duymaz. Örneğin, siz hiç ‘Peri Kızı’ yoktur diye tartışmaya giren insanlara rastladınız mı, veya tek boynuzlu atların varlığına inanmayanlar derneği diye bir dernek adı duydunuz mu? Veya, ateş püsküren ejderhaların varlığı gerçek değildir diye akademik bir makale yazan professör gördünüz mü?
Diğer taraftan, evreni yaratan bir yaratıcının olduğunu ispatlama yönünde yazılan binlerce akademik makale vardır. Allah’ın varlığına inanmayan bilim insanları bile, inkara dayanan argümanlarını alternatif teorilerle ispat etmeye çalışırlar ama hiçbir zaman “işte size yaratıcının olmadığına dair bilimsel delil” demezler, diyemezler, çünkü böyle bir delilleri yoktur.
Allah’a inanan bilim insanlarına gelince, onlar yaratıcının varlığını deney yoluyla ispat edemezlerse de, kozmolojik delil, teleolojik delil, akıllı dizayn delili gibi fizik, kimya, biyoloji ve felsefe gibi bilim dallarıyla teyit edilebilecek argümanlar öne sürerler.
Bu yazı, akademik bir makale olmadığı için burada sadece bir misalle iktifa edeceğim.
Evrende var olan herşeyin varlığının bilimsel bir izahı olması gerekmektedir. Mesela, Arabistan çöllerinde dolaşırken önünüze büyük, metalik bir kürenin çıktığını düşünün. Bu kürenin orada kendi kendine oluştuğunu düşünmeniz hiç de bilimsel olmaz, dolayısıyla, acaba bu buraya nasıl geldi ve kim tarafından yapıldı gibi mülahazalara girersiniz, çünkü mantık bunu gerektirir.
Peki, bu kürenin dünya boyutlarında olduğunu düşünelim, yukarıda ileri sürülen mantık değişir mi? Veya daha da büyütelim, galaksi, hatta evrenin boyutlarına getirelim, mantık değişir mi? Evren denilen bu dev kürenin nereden geldiğini ve kimin inşa ettiğini bilimsel olarak sorgulamamız gerekmez mi?
Fizikçilerin tespit ettiği tabiat kanunlarının en temel prensibi olan tenasüb-i illiyet, yani neden-sonuç ilişkisi, 13.8 milyar yıl önce Big Bang vasıtasıyla var olan, ve neticede, neden-sonuç ilişkisinde sonuç olan, evrenin de bir nedeni olduğunu bilimsel olarak açıklamamız gerekmez mi?
Elbette gerekir ve büyük olay zaten bilim insanları tarafından araştırılmış ve halen araştırılıyor. Peki, elde edilen veriler ne gösteriyor?
- Evreni yoktan var eden sebebin ne olduğunu bilimsel verilerle tanımlayamıyoruz, fakat bir sebebin olduğunu da kabül etmek zorundayız, çünkü varlığı zaman ve mekanla sınırlı olan hiçbir madde kendini yoktan var edemez.
- Bu problemi, Multiverse teorisi, yani milyarlarca evrenin olabileceğini varsayan teoriyle de çözemiyoruz, çünkü varlık nedenini izah etmemiz gereken dev küreden bir tane de olsa, bir milyar adette olsa, hepsinin varlığı zaman ve mekanla sınırlı olduğu, başlangıcı ve sonu olduğu için, varlığı hiçbir şeyle sınırlı olmayan, başı ve sonu olmayan, zaman ve mekana mahküm olmayan bir nedene ihtiyacımız var.
Yani, tüm sebeblere sebeb olan fakat kendisinin varlığına sebeb gerekmeyen bir kudret olmalı.
Evet bu bir müsebbibü’l esbabın, yani Allah’ın varlığına delil olarak sunulan bilimsel argümanlardan sadece bir tanesinin çok kısa bir analizi.
Aslında burada, üzerinde durmak istediğim konu, toplumda gerçekten kanayan bir yara var ve bu yara insanların ebedi hayatını tehdit ediyor. Dolayısıyla, özelikle teologların ve inanan bilim insanlarının bu konuya yoğunlaşmaları gerektiğini düşünüyorum.
Gelecek yazılarımda, Allah kısmet ederse, iman hakikatları üzerinde daha çok yoğunlaşmaya gayret edeceğim…