Belki de başlığı “kafaları karıştıran adam” diye atmalıydım. Geçmişi, ailesi ve düşünsel yapısı itibarıyla Erdoğan’la birlikte anılması zor isimlerden biri. Fakat her yeni gün ve yeni bilgi onun Erdoğan rejiminin taşıyıcı kolonlarından olduğunu doğruluyor. Bunu sadece bir kişi değil tipoloji olarak düşünmek gerekir. Tıpkı babası Mustafa Sevinç Alptekin’in dava arkadaşı Doğu Perinçek’te olduğu gibi Kamil Ekim Alptekin’in de bu imkansız aşka nasıl ve ne karşılığında tutulduğunun cevabı önemli.
Ekim Alptekin ismi Sedat Peker’in ifşalarından sonra yeniden gündemde. Hem de daha öncekilerden farklı biçimde, kirli ilişkilerin odağındaki bir isim olarak. ABD’de hakkında yakalama kararı çıkarılmasına yol açan alengirli işlerini Türkiye’de – en azından belli çevrelerde – kahramanlık olarak satabiliyordu. Benzer operasyonlara ülke içinde de kalkıştığı ortaya dökülünce gardı düştü. ABD’deki dava konusunda Reza Zarrap kadar bile destek bulamadığı için yaşadığı burukluğa, yeni tartışmaların öfkesi ekleniyor. Yer yer yandaş medyadan yediği darbeler yüzünden öfkesine yenildiği ve kendini savunurken bazı sırları faş ettiği görülüyor. Muhalif görünümlü medyaya verdiği örtülü desteğin taktiksel değerini anlamaktan aciz havuz gazetecilerine kızıp sonunda yorganı yakarsa şaşmamak lazım.
Ekim Alptekin, kullanılıp atılmaktan ve ortada bırakılmaktan endişe ediyor. İçerde Uğur Dündar gibi isimleri dövmek için ismi yıpratılıyor. O da Korkmaz Karaca ve Sezgin Baran Korkmaz’a (SBK) dair söyledikleriyle bildiklerinin ucunu gösteriyor. AKP’li bir siyasetçinin Korkmaz’a referans olduğunu açıkladığı programda SBK’nın siyaset, bürokrasi ve yargıda rüşvet dağıttığını da vurguladı. Endişeyle güçlenmiş kırgınlığının en iyi ifadesini yine kendi cümleleri içinde buluyoruz: “Ne yazık ki halkımız SBK gibilerine inanıyor, seviyor, biz yokuz. Öyle bir duruma düşmüşüm ki beni savunanlar sadece aşırı milliyetçiler. Uber şoförleri filan beni çok sever. Ben bu muyum?” Alptekin, Karaca ile de arasına mesafe koyuyor ve ön alıyor: “Korkmaz Karaca’nın Mega Varlık yöneticisi Çağlar Şendil’le birlikte VIP kapısından geçtiğine şahit oldum. Bunu AKP içinde tanıdığım isimlere şikayet olarak ilettim. Benim şirketlerime ‘çökmeye’ çalışan bir şirketin yöneticisi ile Korkmaz Karaca’nın ilişkili olduğunu ilettim.” SBK’ya kötü bir haberi de var eski ortağının; MASAK’ta onun hakkında yeni bir rapor hazırlandığını ve asıl raporun bu üçüncü olacağını bildiriyor. Raporun kurumda hala bulunan vatan ve milletini seven devlet memurları tarafından yazılacağını ileri sürüyor.
Milli kahraman olmayı beklerken yalnız bırakılmak belli ki Alptekin’in içinde fırtınalar koparıyor. “Bu dava Hakan Atilla davası kadar mühim bir dava olmasına rağmen Türk hükümeti genelde sessiz kalmayı tercih etti. Neden?” sorusuna verdiği cevapta bu kırgınlığı gözlemlemek mümkün: “Neden sessiz kalındığını bilmiyorum. Fahrettin Bey’in açıklamasında, ‘Amerika’daki yargı sürecine saygımızdan dolayı bugüne kadar sessiz kaldık’ deniliyor. Ama bu sessizlik biraz yanlış anlaşılmaya vesile olmuş olabilir. Duruşma öncesinde en azından bir açıklama yapılması isabet oldu, yoksa savcının eline çok önemli bir koz verilecekti; ‘Türkiye Cumhuriyeti zaten iddiaları yalanlamadı’ gibi bir şey söylenecekti.”
Gazeteci Aslı Aydıntaşbaş ile yaptığı kısa süreli evlilik ve düğünleriyle medya mahallesinin de tanıdığı Ekim Alptekin’i çözmek için hayat hikayesine de göz atmakta yarar var. Kendi anlatımlarından özetleyerek sunayım:
1981 yılında 4 yaşındayken ailesiyle birlikte Hollanda’ya taşınıyor. Babası eyalet düzeyinde danışman olarak 2 yıllık kadroyla gidiyor ama uzun süre kalıyorlar. ‘Ekim’ isminin Türkiye İşçi Partili (TİP) babası için 17 Ekim Devrimi’yle ilgili bir anlam taşıdığını söylüyor. Baba Mustafa Sevinç Alptekin 68 kuşağından.
Üniversite eğitimini 2001’de hukuk ve ekonomi mezunu olarak tamamlıyor ve 2002’de Hollanda Meclisi’nde kısa bir staj yaptıktan sonra bir yıllığına Amerikan Kongresi’ne uzanıyor. Hollanda’ya dönünce önce yine parlamentoda ardından Interpol Fransa’da çalışıyor.
Kendi anlatımlarından da anlaşılacağı üzere sabit ücretli ve orta gelirli bir ‘memur’ olarak hayata atılıyor. “Nasıl zengin oldunuz?” sorusuna verdiği cevap aslında SBK’dan çok farklı değil ama daha sükseli: “2004’te Interpol’den sonra tekrar Hollanda’ya döndüm. Türkiye çok ciddi bir kalkınma sürecine girmişti. İnsanlar her yerde, ‘Türkiye’de ne oluyor? Orada ne iş yapabiliriz?” diye sorular yöneltiyordu. Bir süre sonra bu insanlara resmi danışmanlık çerçevesinde hizmet vermeyi düşündüm ve Inovo şirketini kurdum. Birkaç müşterim oldu, biraz para kazandım. Sonra havacılığa yatırım yaptım ve o iş biraz büyüdü.”
SBK’nın hikayesine benziyor, sadece onun Avrupa görmüş ve biraz da mürekkep yalamış hali… Hikayeleri ve yaptıkları iş, yollarının kesişmesine vesile oluyor. Onlar aslında madalyonun iki yüzü kadar birbirlerine yakın ve aynı yolun yolcusu. Diğer küçük fark da SBK’nın daha kirli işlerde kullanılan maşa olması.
Alptekin, Türk Amerikan İş Konseyi Başkanı sıfatıyla Erdoğan rejiminin uluslararası operasyonlarını icra ederken SBK gibilerine hem iş paslıyor hem de onları kirli işlerin paravanı olarak kullanıyor. Aralarındaki ilişkiyi basitleştirmeye ve uzak göstermeye çabalasa da SBK kendisine birçok kapının ‘Ekim Abisi’ tarafından açıldığını belirtiyor. En bilinen kapı Kingston Kardeşlerin kara parasını getirip aklamak. Kingston Kardeşlerin Türkiye’de kurduğu Mega Varlık şirketinde yönetim kurulu üyesi olmayı hata olarak niteliyor. Kastettiği hata böylesine güçlü ve kalıcı iz bırakması galiba.
Erdoğan, satranç oynarken rakibin taşlarına da karar vermeye çalışan ve bunu büyük ölçüde başaran biri. İktidarının uzun ömürlü olmasını borçlu olduğu şeylerden biri de bu. Atatürk’ü modellediği için kimin hangi ölçülerde muhalefet yapacağına da karar vermek istiyor. “Yerli ve milli muhalefeti de inşallah biz tesis edeceğiz” sözleri niyetini fazlasıyla açık ediyor. Saadet Partisi’nde Oğuzhan Asiltürk çıkışı, İYİ Parti’den ayrılan Ümit Özdağ, CHP’den kopardıklarıyla partileşen Muharrem İnce oyunu açık oynadığı kısımlar. Oysa muhalefet partilerinin bilerek ya da bilmeyerek Erdoğan rejimine payanda olduğu alanlar ve konular çok daha önemli elbette.
Ekim Alptekin, ABD’deki bağımsız görünümlü destekçiler oyununun baş aktörlerinden. Ama aynı zamanda içerdeki yerli ve milli muhalefet kurgusunun perde arkasındaki operatörü. SBK ve Korkmaz Karaca ise yardımcı rollerde. Daha çok bilinen ABD operasyonlarını sonraki paragraflara bırakıp herkesin yeni duymuş gibi yaptığı yerli ve milli muhalif medya projesine göz atalım. SBK’nın deşifre olmasıyla birlikte kuklacısı Alptekin de gözüne far tutulmuş gibi yakalandı. Borajet’e çökerken yandaş medyayı koordine etmeleri biliniyor; bugünlerde ise muhalif görünümlü medya konusundaki maharetleri konuşuluyor. Artı1 televizyonunun kuruluşundan kapanışına kadar pek çok inisiyatifi Alptekin kullanmış. O “Ben sadece reklamverendim” dese de kanalın iyice kontrolden çıktığını görünce “Kapatın artık” talimatı verecek kadar etkili biri.
Yerli ve milli muhalefet projesini anlamak için Cumhuriyet Gazetesi’nin ele geçirilme sürecine bakmak yeterli. Yönetimden uzaklaştırılmak istenen kadroya “FETÖ üyeliği” davası açıldı. Bu, gazetenin imtiyaz sahibi olan Cumhuriyet Vakfı’nı ele geçirip yayın politikasına hükmetme amaçlı hukuk davasının sopası hükmündeydi. Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu başta olmak üzere çok sayıda yazar ve çalışan cezaevine konuldu. Vakfı ele geçirme operasyonuna direnebileceklere gözdağı verildi. Sonunda Erdoğan yargısı, gazetenin yönetimini Alev Çoşkun ve ekibine verdi. Bu arada ceza davasında meslektaşları aleyhine verdikleri ifadeler utanç vericiydi. İdeolojik açıdan Erdoğan’a daha uzak gibi görünen ekibe gazete altın tepside sunuldu. Böylece yerli ve milli muhalefet projesinin medya ayağının önemli bir etabı tamamlanmış oldu.
Uğur Dündar-Yılmaz Özdil polemiği ile gündeme oturan Artı1 TV olayında gelinen noktanın özeti ise şu: Ekim Alptekin perde arkasındaki sermayedar. Tuncay Mollaveisoğlu ve Uğur Dündar gibi isimler bu gerçeği ayrılma aşamasında fark ettiklerini savunuyor. Alptekin’in başka işlerdeki ortakları örtücü olarak kullanılıyor. Pekala neden bu yola başvuruluyor? ABD’de Michael Flynn’la anlaşırken neden şeffaf olunmadıysa o sebeple… Tezlerinin bağımsız görünümlü birileri tarafından seslendirilmesinin daha etkili olacağını düşünüyorlar. Kübra Par’a verdiği röportajda stratejisini ağzından şöyle kaçırıyor: “Bizim söylemlerimiz Amerika’da satın alınmıyor. Darbeden önce de bu malum yapının ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmak için kolları sıvamıştık ama Amerikan kamuoyu nezdinde başarılı olamamıştık. Amerikalıların kendi güvendikleri kişiler tarafından yapılan bir araştırmaya daha farklı bakıp bakmayacakları aklıma geldi.”
Alptekin, Donald Trump’ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn ile anlaşıyor. Hollanda merkezli Inovo BV adlı şirketi üzerinden Flynn Intel Group’a 530 bin dolar ödeme yaptığı anlaşmanın konusu “ABD’de Fethullah Gülen’in aleyhine yazılar yazılması ve FETÖ’nün oradaki çalışmalarının araştırılması”. Yarım milyon dolardan fazla parayı kendi cebinden verdiğine inanmamızı bekliyor. ABD’li savcılar buna inanmadıkları için hakkında 35 yıl hapis cezası talep eden bir dosya hazırladı. Alptekin, kumpas, lobi kanununa muhalefet ve federal görevlilere yalan söylemek suçlamalarına muhatap. Avusturya’da tutuklanan Sezgin Baran Korkmaz, ABD’ye iade edilirse işin rengi değişebilir. Kanunlara aykırı lobi faaliyetinin ABD vergi mükelleflerinin cebinden finanse edilmesi de gündeme gelebilir.
Lobi adı altında icra ettiği kanun dışı faaliyetleri Erdoğan rejimi adına yaptığını inkar etmek için “Türk hükümetiyle belli bir koordinasyon vardı denebilir belki ama yalnızca bilgi verme amaçlı,” dese de Flynn’a gönderdiği ve savcılara teslim edilen bir maildeki “Bugün Ankara’da bazı görüşmeler yaptım. Sözleşmemizin gizliliği, bütçesi ve kapsamının tartışılması konusunda bana yeşil ışık yakıldı,” ifadesi savunmayı çökertiyor. Flynn’in meşhur “Gülen iade edilmeli” temalı makalesinin yayından iki gün önce kendisine gönderildiğini de itiraf ediyor.
Eski CIA Başkanı James Woolsey, Alptekin’in iki Türk bakanı, Flynn ve kendisiyle buluşturduğunu ve Fethullah Gülen’in kaçırılmasının konuşulduğunu öne sürüyor. Alptekin bunu yalanlıyor ancak başka bir bağlamda söylediği bir cümle kafa karıştırıyor. Toplantının ertesi günü Woolsey’le öğle yemeğinde buluşuyor ve iddiasına göre sürpriz bir teklifle karşılaşıyor: Woolsey, 10 milyon dolarlık bir teklifle geliyor. Tesadüfe bakın ki kaçırma konusu konuşulurken de aynı meblağ gündeme gelmişti. “10 milyon dolar karşılığında size ne vaat etti?” sorusuna cevabı inandırıcı olmaktan uzak. Woolsey “Fethullah Gülen’in Amerikan kamuoyu nezdindeki yanlış algısını değiştirmek için, çok geniş bir araştırma sonucunda yoğun bir lobi çalışması gerçekleştirmeyi” taahhüt etmiş. Aynı işi Flynn’in yarım milyon dolara yaptığı düşünülürse Flynn’in şirketinden çalışan birinin bu teklifle gelmesi hayatın olağan akışına uygun düşmüyor. Eski CIA Başkanı’nın kaçırma planı iddiasına cevabı ise fazlasıyla absürt: “Ağırlıklı olarak Trump’ı utandırmak için olduğunu, yanı sıra da Flynn’in ismini lekelemek için yapıldığını düşünüyorum.”
Alptekin, “ABD’li savcı haklıysa yani CIA Başkanını devşirmişsem milli kahraman, değilse masum olmam lazım ama ikisi de olamıyorum” diye yakınıyor. Ondan bir Reza Zarrap çıkar mı sorularına “Azeri asıllı eşim Nigar beni vurur” karşılığını veriyor. Erdoğan, Ekim Bey’in gönlünü bir Ermeni güzeline kaptırmaması için dua etsin!
İşin şakası bir yana herkesin kendini kurtarma derdine düştüğü günleri yaşıyoruz. Fuat Uğur, Alptekin’e, Dilek Güngör, SBK’ya ağır suçlamalar içeren şeyler yazıyor. Kullanılıp atılmışlık psikolojisinin eski ortaklara çöktüğü gözden kaçmıyor. Hayatı ABD ve Avrupa’da geçmiş biri Kapıkule’den çıkamıyor. Üstüne kifayetsiz yandaşlardan dayak yiyor. Nereye kadar tahammül edecek!