BÜLENT KORUCU/TR724.COM
Melih Bulu’nun gayrimeşru çocuk gibi sabaha karşı çöp bidonuna konulması surda açılmış bir gedik. Boğaziçi Üniversitesi direnişi, hem paydaşları hem de metotları açısından Gezi’nin küçük ikiziydi. Araya karışan diğer unsurlara rağmen ikisinde de baskın renk Beyaz Türk’tü. O gün uzlaşmaya yanaşmayan, partisine ve dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e direnen Erdoğan, şimdi geri adım atmış görünüyor.
Gezi’de Beyaz Türkler’le Erdoğan maçı berabere bitirip sahadan ayrıldı. Sonra her iki taraf da kendisinin hükmen galip olduğunu savundu. Boğaziçi rektörünün onursuzca indirilmesi tartışmasız bir galibiyet. (Elbette Erdoğan Selman Öğüt ya da Yaşar Hacısalihoğlu’nu atamazsa…) Bu muhalefete özgüven aşılarsa ne ala ama “Puskás’lı Macaristan’ı nasıl yendik!” goygoy ve tesellisine dönme riski de var. AKP lideri için de riskli bir tercih; ikincisi gerçekleşirse rahatlar; direnirsek sonuç alırız düşüncesi yerleşirse, yeni ve daha kanırtıcı bir isim gündeme gelebilir.
Kayyım rektör gece yarısı kararnamesiyle alındı ama yerine atama yapılmadı, Naci İnci, YÖK tarafından vekaleten görevlendirildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan neden yaptı bunu? Gerçekten yenilgiyi kabullendi mi? Bu bir yumuşama emaresi mi? Tekrar nikah tazelemek istediği Batı bloku ve onun yeni lideri Biden’e jest mi yaptı?
Boğaziçi Üniversitesi’nin kayyım rektörü geldiği gibi gitti. Kimse Erdoğan’dan geri adım beklemiyordu. Kendisi için de büyük sürpriz oldu; önceden bilgilendirme yapılmadığı için haberlerle dalga bile geçti, iyice komik duruma düştü. Erdoğan, bugüne kadar surda gedik açtırmama düşüncesiyle hareket etti. En büyük skandallara sebep olanları dahi feda etmedi. Tek istisnası 17-25 Aralık yolsuzluğunda bakanları harcadı; o da kendini kurtarma adına zaman kazanmak için yapılmış bir hamleydi.
Son zamanlarda Erdoğan’a bir haller oldu, surda gedik üstüne gedik açıldı. Damat Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın istifasından sonra Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan görevden alındı. Aslına bakarsanız sonrakiler de tıpkı 17-25 Aralık gibi Erdoğan’ın kendini koruma çabasıyla ilgili. Ağbal’ın gidişi faiz artışı gibi sunuldu ancak 5 ay geçti faiz inmiyor. Gerçek sebebin 128 milyar doların peşine düşmesi olduğu kesinleşti. Pekcan’ın suçu kendi küçük havuzunu kurmaya çalışmak.
Yukarıdaki soruların cevaplarını Erdoğan’ın bundan sonraki tavırlarına bakarak bulabileceğiz. Cumhurbaşkanını öfkelendirecek başka kişisel dosyası yoksa Bulu’nun tart edilmesi kolay bir karar değildi. Hele böylesine sıkıştığı bir ortamda. MHP ile ortaklık sorunlu yürüyor. İkisi birlikte yüzde 50’yi aşamadıkları anda kıyamet senaryoları oynanacak. Ki anketleri bu tehlikeye işaret ediyor. Erdoğan’ın biraz Kürt oyuna ihtiyacı var. Devlet Bahçeli onları kızdıracak ne varsa yapıyor. Sedat Peker’in suçlamalarını yükleyip kurtulacağı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya istifa mobbingi yapıyor, Bahçeli duvarına tosluyor. Erdoğan düşmanlarının kanıyla banyo yapmayı düşünen Sedat Peker bile tutunamadı. Melih Bulu’nun ortada bırakılması da çok anlamlar içeriyor, çok sonuçlar doğuracak gibi duruyor.
Bürokraside yukarıya güvenerek suç işleyenlerin içine korku düşmüştür. İstifa etme imtiyazı verilmesi bir yana adamcağıza kesilip atılan tırnak kadar özen gösterilmedi. Komik duruma düşürüldü, alay konusu olmasına izin verildi. Nasrettin Hoca’nın eşekten düşmesi gibi ‘zaten inecektim’ demesine imkan tanınmadı. Geride kalanların aynı muameleye maruz kalmaması için sebep var mı? Mafyalar ve haydut devletler, suç işlettiği elemanlarına sahip çıkarak ayakta kalır. Erdoğan kendini koruma içgüdüsüyle çocuklarını kurban veriyor. Rejimi ve Erdoğan’ı ayakta tutma motivasyonu yerini “herkes kendini kurtarsın”a bırakıyor.
Melih Bulu’yu direnişin kararlılığı yanında Erdoğan’ın çaresizliği yaktı. Uçan balondaki ağırlıkları atarak yükselmeye çabalıyor. Aşağıya her atılanın ardından sepette kalanların yüreğine biraz daha korku salınıyor. Kazan kazan kumarı, birlikte kaybetmeye dönüyor.