“İman hem nurdur hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden
adam kainata meydan okuyabilir”
İhsan-ı İlahi olarak kalbimizde yakılan bir çerağdır iman.
İkramen tutuşturulan ateşiyle, dün, bugün ve yarınımızı
aydınlatır, yaşamımıza huzur ve emniyet üfler. El değmeden
girmiştir yüreklere, saf, katışıksız ve tertemizdir. Yaradan ile
kalp arasında vasıtasız bağdır iman. Kalpte zuhur eden
imanın intişarında, cüz’i iradenin dahli yoktur veya çok azdır.
Belki bir meyildir cüz’i iradenin ki. Külli İrade sahibinin
hususi ihsanıdır o. Bir nurdur ve girdiği her kalp, her beden
nurlanır onunla.
Evet bizim medeniyet havzamızın en önemli meyvesi inanç
ve imandır. Yüce Yaradana ve yarattığı her şeye iman.
Meleklerine, ahiret hayatına, kitaplarına, peygamberlerine,
takdir ve kazasına. Önce icmalen, ama mutlaka tafsili
arzulanan, evveli takliden, ama mutlaka tahkiktir hedeflenen.
Zatına, evsafına, esmasına, şuunatına iman.
İmanın büyük ve bereketli bir define olduğunu vurgular
Sözler sahibi birinci sözde. Biz değerli bir hazinenin üzerinde
oturduğumuzun farkında idik dünümüzde. Onun için kuvvetli,
korkusuz ve yenilmezdik. Birin ikincisi O idi, ikinin üçü de O.
Her an her şeyemize nigehban olduğunu bilirdik. Sonsuz güç
ve Kudret sahibi bize şah damarımızdan daha yakındı. Biz
böyle inanır ve inancımızın gereğini yaşardık, ondan dolayı
mutlu, emin ve huzurlu idik.
1
Tahayyül ile başlar iman yolculuğu, ondandır ki köy
odalarında, sedirler üzerinde tahayyüle vesile olacak nice
meseller dinlerdik büyüklerimizden. TV yoktu, bilgisayar
yoktu, akıllı telefonlar yoktu ama yüzü nurlu, kalbi nurlu, sözü
hikmetli büyüklerimiz vardı ve biz onlardan hikmetli kıssalar
dinlerdik. Tahayyülden tasavvur’a, tasavvurdan taakkul’a,
taakkuldan tasdik’e, tasdikden iz’an’a, iz’andan iltizam’a,
iltizamdan itikad’a sürerdi sohbet yolculuklarımız.
Evet bizim bir zamanlar, iman temelleri üzerine bina edilmiş,
hayretle bakılan medeniyet saraylarımız vardı. Meskenin
saray olması iman merkezli olmasından. Zira bizim
sarayımızda güven ve huzur vardı, sağlık ve afiyet vardı, rızık
ve merhamet vardı, düzen ve intizam vardı. O sarayda mutlak
bir Rahmetin esintilerini duyar, yer – içer ve mutlu yaşardık.
Kadir-i Mutlak’ın gölgesi altında, onun çizdiği daireye
tecavüz etmeden, izzet ve onurumuzla hayat sürerdik .
Hayatı dünyeviyemiz, Sultanımızın sarayıydı ve biz o sarayın en
müstesna misafirleriydik. Sarayda olan her şeyi de emrimize
amade kılmıştı Saray Sahibi.
Ve biz bu sarayda sevginin ilahi bir mevhibe olduğunu bilir
dağıtırdık her varlığa cömertçe. Cimrilik etmezdik. Bizim için
var olduğuna inandığımız kuştan, börtü – böcekten, daldan –
yapraktan, gülden – dikenden esirgemezdik sevgimizi.
Sevginin, ismi Âzam olan Allah’tan nebean ettiği şuuruyla
yaşar, kainatın özünün sevgi olduğunu bilir ve severdik
bütün yaradılanı. Sevgide kıskançlık etmez, sevdikçe
sevgimizin artacağını bilirdik. Ve biz bir sevgi medeniyeti
kurmuştuk az ötede. Yaşadığımız bu sevgi atmosferinde, bir
söğüt ağacı altında mezar sahibi olmak, nicelerin hülya ve
hayalleriydi.
2
Evet iman medeniyetinde zulüm yoktu, haksızlık yoktu,
adilane paylaşım vardı. Vicdanlar en büyük hâkim ve savcı
idi. Korkardık hesaptan kitaptan, hak divanında mahcup
olmaktan. Hayvanlarımıza haram yedirmemek için
başkasının tarlasından geçerken ağızlarını bağlardık. Bir yere
giderken birinin tarlasının toprağını, ötekinin tarlasına
taşımamak için ayakkabılarımızı silkelerdik. Öteye varınca,
yüzümüzün aklardan olması, amel defterimizin sağ
tarafımızdan verilmesi en büyük derdimizdi. Sıratı biz
geçecek, kevserin başında Liva sahibinin elinden şerbet
içmeyi biz bekleyecektik ve biz bunun şuurundaydık.
Kainata manay-ı harfi ile bakar, her şeyin her yaradılanın,
Yaradan’ın (cc) kudret eliyle olduğunu bilirdik. Koca koca
yıldızların sahipsiz ve kendi kendine dönemiyeceğinin,
aydınlatmayacağının idrakinde idik. Güneşi halk edenin,
gözü de yaratmış olduğunu bilir ve hayrete varırdık. Eşya ve
hadiselerin gözüken yüzünün arkasındaki hikmete dikerdik
gözlerimizi. Kazandıklarımızı kendimizden bilip gurur ve
ucb’a düşmez, şükrederdik Yaradana. Başımıza gelenlerden
dolayı da şikayet etmez sabreder ve hep hamd ufkunda
dolaşırdık. Kaybettiklerimizden dolayı da üzülmez,
neticesinin hayır olacağını bilirdik. Rahmet sağanak sağanak
yağardı başımızdan, nura ğark olur, izzet ve onurumuzla
yaşardık.
Maalesef bu değerimizi de yitirdik. Belki de ilk önce bu bu
değerimizi kaybettik. Onu kaybedince herşeyimizi yitirdik.
Yitirdiğimiz şeylerden sonra fakirleştik, zelil ve perişan
olduk.
Peşinde olacağımız, en önemli yitiğimizin imanımız
olduğunun bilinci ile, ona kavuşmak için her marifet
meydanında O’nu sorarak işe başlamamız gerekmektedir.
3
İman bizim yitik hazinemiz, cevherimiz. Sohbet-i Canan,
tefekkür, tezekkür kurnalarının, iman ab-ı hayatının aktığı
çağlayanlar olduğunun bilinciyle, Rahmeti sonsuzdan hakiki
imanı bizlere ihsan etmesi niyazında bulunup, yitirdiğimiz bu
değere kavuşmanın gayreti içerisinde oluruz inşaallah.