Korona virüsü, dünyayı kasıp kavururken, kötüler de, zalimler de; insanlık nefes almasın, iyi gün görmesin, bayram seyran nedir bilmesin diye dur durak bilmeyen öfkeyle yeni güne uyanıyorlar.
İyi günler, mutlu günler, hele bayramlar…
Binbir hatıramızın sökün edip geldiği günlerimiz aslında…
Olukları çift akıtan Necip Fazıl Üstad, birinden kirin, öbüründen nurun aktığını aktarır bizlere…
Ne acı ki, kirlilik oluklarını her yana bağlayan kötüler, zalimler; dünyayı yaşanmaz bir yere döndürmeye ant içmişler sanki.
O yana, bu yana aydınlık hatlar döşemek dururken, ziftten oluklarını her yana salıyorlar.
Başımızda hastalık belası var, biraz nefeslenelim, mazlum da nefes alsın demiyorlar.
Kötülüğe ant içmişlerimiz ve virüs belası sırt sırta vererek hayatı yaşanmaz kılmaya devam ediyorlar.
Bayramların da, güzel günlerin ve hatırların da tadını kaçırdı bu ikili.
Diktatörlük hevesine kapılanlar, tiranlığa göz kırpanlar ülkeleri, amansız bir virüs eşliğinde yaşanmaz kılmaya devam ediyorlar.
Bayramları boy atıp geliştikleri topraklardan uzak idrak edenler, hasretliği yudumlayanlar, sürgünler, muhacirler…
Çokça hasreti bir arada yudumlayanlar…
Bütün bu sebeplerin karışımı bir hali, ben de binlerce mazlum gibi yaşıyorum.
EĞİTİM YUVALARINA MUSALLAT OLAN AKREPLER
Bundandır ki bir bayramı daha ana-baba diyarından uzak, diğer bir ifadeyle gurbetlikte karşılıyorum.
Bu kaçtır, unuttum gitti.
Kaç bayram oldu, bilmiyorum.
Ama yurt dışındaki ilk bayramımı, unutamadığım o ilki ayrı bayramı sizinle paylaşmak isterim.
Birileri günü güne ekleyip hasret yudumlarken, o dönem, bulunduğum coğrafyaya kardeşlik duyguları taşındı, oralarda açılan eğitim yuvaları sevginin yuvası oldu aynı zamanda.
Bu sevgi yayılımının ardında, zorluklar ve zahmetlerle örülü hikâyeler vardır elbet.
Bişkek, Almatı, Taşkent, Duşanbe’de, Aşkabat’ta, Bakü’de meyveye duran o sevgi ağaçları, şimdilerde; budanmaya çalışılıyor.
Yılların emeği; gaspı, çökmeyi sanat haline getirenlerin hedefinde.
Talan ve yağma düzenini her yana taşımaya çalışıyor, bu gözü dönmüş, doyma bilmez açlar sürüsü.
Şu vakitler Anadolu’dan; kin, nefret ve haset ateşi taşınıyor, bu kadim coğrafya, Semerkant’a, Buhara’ya…
İmam Buhari, Bahaeddin Nakşibendi, Ahmet Yesevi’nin yurdu…
Fuzuli, Sultan Sancarlar, Timur-i leng, namı diğer, Aksak Timur’un memleketi için; türlü türlü hile ve şeytani planlar, kirli tezgâhlar kuruluyor.
İşte o coğrafyadaki güzel günlerle birlikte, “eski bayramlar” da geride kaldı maalesef.
İlk yurtdışı bayramımı, henüz 24 yaşındayken karşılamıştım.
Dile kolay, 28 yılı geride kalmış.
Aladağlar’ın eteklerine sırtını vermiş, henüz birkaç ay önce bağımsızlığını ilan etmiş Kazakistan’dayım.
Beraberimdeki arkadaşlar gibi, ilk bayram, anadan ayrı, babadan ayrı…
Yenice bağımsızlığını elde etmiş ülke, henüz emekleme günlerinde…
Sıladan uzak bir grup gönül dostuyla, bayramı ilk kez gurbette karşılamanın buruk heyecanını yaşamıştık.
Kazak’ların ‘ken ve bay dastarğanda (geniş ve zengin sofralarında) bayramı karşılamıştık.
Her taraf, Sovyetler Birliği’nden arta kalan enkazla dolu.
70 yıllık enkazın sergilendiği, açık müze gibiydi o dönemde, çiçeği burundaki Kazakistan.
Günümüzde, Orta Asya’nın incisi kabul ediliyor şimdilerde.
Kazak gençleri başkalaştı, yaşlılar başka anlayışlara büründü.
Camileri, mescitleri ve mabetleri cehre değiştirdi.
SSCB döneminde kimyası bozulan insanlar, yeniden Ahmet Yeseviler’in huzur dünyasına taşınmaya başladı adeta.
Öyle ya, Almatı’nın, Bişkek’in, Duşanbe’nin, Aşkabat’ın Taşkent’in derme çatma mescitlerinin yerini; bugün, görkemli ve gökkubbeli camiler aldı.
Kazakların Başkenti Nursultan’(Astana)da o coğrafyanın en büyük camisi hizmete girdi.
Bu mabetler, artık teravih ve bayram namazlarına gelenlere bağrını açıyor.
Enkaz, yokluk, yanlızlık…
Lakin, bu yokluklar içinde bir şeyleri, tatlı bir huzurla derip çatmanın mutluluğu vardı bir avuç insanda.
Bayramdı, uzaktık doğduğumuz, büyüdüğümüz yerlerden, ama her yeni güne bayram adeta coşkusuyla uyanıyorduk.
Sevdik, sevildik, gün gördük, günler gördük.
Derip çatarken mutluyduk, yaparken sevinçliydik.
BİZİM YAPARKEN ALDIĞIMIZ KEYFİ BİRİLERİYIKARKEN ALIYOR
Bakıyorum da, bizim yaparken aldığımızı keyfi, birileri yıkarken alıyor.
Yıkarken, dağıtırken mutlu, huzurlu ve huzurlu oluyor zamane mucitleri!
Bütün maharetleri yıkmak, yada gasp edip hazıra konmak.
Bütün yurdu tarumar etti, ne kadar kurum kuruluş varsa yıktı, mezarlığa çevirdiler her yanı.
Şimdi de gözleri yukarıda bahsi geçen beldelerde.
Yıkıp, tarumar edip, eğlenecekler…
70 yıllık Sovyet rejiminin, günümüzdeki versiyonu.
Gammazlamak…
İspiyonlamak…
Derdest ederek, kaçırmak…
Baskı, zulüm, şiddet, korku!
Dün KGB ile insanlar korkutuluyordu, bugünse MİT marifetiyle tertemiz insanlar kaçırılıyor…
Dün ‘dinsizlik’ sancağı, orak çekiçli bayraklar, bugünse ‘dindarlık’(!) kisvesi altında Türk bayrağı gölgesinde.
Bütün bu olumsuzluklar içinde, elbette bayramlar bayram gibi olmaz…
Dün olmadığı gibi…
Ama bu günler, acı çekenlere, çile içinde olanlara ‘bir bayram selamı ve mesajıyla’ yakınlaşma günleridir.
Hatırlama, yardımlaşma, kaynaşmanın fırsat ve imkânı sunulur bizlere böylesi vakitlerde.
Kurbanlarımızla, çaresizlerin sofralarına koşma zamanıdır.
Ne hoş söylüyor âşık Yunus:
Bir gez gönül yıktın ise, kıldığın namaz değil,
Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil,
Bir gönül yaptın ise, er eteğin tuttun ise;
Bir gez hayr ettin ise, birine bin az değil.
Gönüller yıkıp, mabet kapılarında dolaşanların kıldığı namaz, ibadet olabilir mi?
Yetmiş iki millet toplansa temizleyebilir mi böylelerin cürmünü?
Bayramları bayram olmaktan çıkaran, şu güzelim dünyayı cehenneme çevirinler, Hakkı hangi gözlerle görme muradındalar, bilmem ki…
Evet, zalim var, zulüm var, mazlum ve mağdurlar var.
Ne mutlu onlara, mazlumdan yana, tiranlara karşı duruş sergileyenlere.
Hâsılı…
Pandemi dünyayı, tiranlarsa; hayatı,memleketi ve bayramları zehir etti, yeryüzündeki insanoğluna!
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au
Not: Bayramınızı tebrik ederim.