MUHSİN AHMET KARABAY-TR724.COM
Bugün hafta sonu. Sıcak gündemin dışına çıkalım. Zaman zaman alevlenip sonra küllenmeye yüz tutan yurt dışına gidenler konusunu yeniden konuşalım istiyorum.
“Gidenler” kelimesinin yerinde neyin olması gerektiğini herkes kendine göre doldurabilir. “Kaçanlar”, “hicret edenler”, “sürgüne gidenler” ya da başka ifadeler bulunabilir.
Adına her ne derseniz deyin neyi kastettiğimizi hepimiz biliyoruz. Konuyu biraz farklı boyutlardan ele almaya çalışacağım.
Dünyada özgürlük savunuculuğu yapan her kişi ve grup, bulunduğu çevrenin istenmeyen insanı olarak görülür. Özgürlük talebinde bulunma, kimi zaman birinin menfaatine çomak sokmak demektir, kimi zaman bir başkaldırı anlamına gelir. En azından alışkanlıkların bozulması riski taşır.
Çok gerilere gitmeden sadece Osmanlı’da hürriyet-özgürlük mücadelelerinin başladığı dönemlerden itibaren yurt dışına kaçanlara bakalım.
Padişah Abdülaziz’in ünlü sadrazamı Âli Paşa’nın yaklaşımları karşısında ülkenin aydınları için Osmanlı toprakları yaşanmaz hale gelir. Adlarını lise yıllarında tarih ve edebiyat derslerinde sıkça duyduğumuz pek çok isim o dönemde soluğu yurt dışında alır.
Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa gibi isimler en bilinenleri olur. Oysa Abdülaziz ve sonrasında II. Abdülhamid döneminde kendilerini Avrupa’ya atmış onlarca, yüzlerce fikir insanı ve devlet adamı vardı.
Muhtemelen bunlardan önemli bir kısmı tanıdık gelecek. Abdullah Cevdet, Ahmet Rıza, Bahaeddin Şakir, Ahmet Saib, İbrahim Temo, İsmail Canbulat, İsmail Kemal, Mahmut Celaleddin Paşa, Mehmet Ali Halim Paşa, İshak Sükûti, Tunalı Hilmi.
YURT DIŞI HER DÖNEMDE BU TOPRAĞIN İNSANI İÇİN CAN SİMİDİ OLDU
I. Meşrutiyet sonrasında özgürlük vaadi ile dizginleri ellerine geçirenler bile mutlak istibdat dönemini aratacak yollara başvurdu. Pek çok isim farklı cezalar verilerek sürgüne gönderildi.
İstiklal Savaşı sürecinde önce İngilizler eliyle Malta’ya sürgünler yaşandı. Cumhuriyet’in ilanı sonrasında ise meşhur “150’likler listesi” ile vatanını terk etmek zorunda kalanlar oldu.
Bir dönemin muteber isimleri, her defasında “vatan haini” yaftası yapıştırılarak ortamlarından hoyratça koparılmaya çalışıldı. Refik Halit Karay, Refii Cevat Ulunay, Rıza Tevfik Bölükbaşı bugün adını bilip tanıdıklarımızdan idi.
Sonraki yıllarda Nazım Hikmet kendini yurt dışına atmak durumunda kaldı. Bugün kitapları hemen her kesim tarafından okunan Sabahattin Ali ise yurt dışına çıkmak isterken öldürüldü.
“Bunlar çok eskide oldu” itirazında bulunanlar için 1980 darbesi sonrasında kendini yurt dışında bulanları hatırlatmak isterim. Askeri darbenin şerrinden kaçan 14 bin kişi çıkarılan bir kanunla resmen “vatan haini” ilan edilip vatandaşlıktan atıldı.
Bu vatandaşlıktan çıkarılanlar, sadece bir kesimden değildi. O dönemin çok tanınan tabiri ile söylemek gerekirse, bu “hainler” arasında hem sağcılar, hem solcular vardı.
Cem Karaca, Şanar Yurdatapan, Melike Demirağ, Fuat Saka, Zülfü Livaneli, Şivan Perwer bu isimler arasında idi.
Ülkücü isimleri çok fazla hatırlayan olmayabilir. Hamza Kaya, Nuh Semiz, Muhittin Gündoğdu, Mehmet Güçlü, Baha Sertkaya, Uğur Coşkun.
Daha dün denecek kadar yakında Gezi Protestoları sonrasında oyuncu Mehmet Ali Alabora kendisini yurt dışına atmak zorunda kalmadı mı?
YURT DIŞINA GİDENLERİ NASIL ANLAMALI?
Bu kadar uzun bir hafıza tazelemekteki amacım konuyu son dönemde yurt dışına çıkmak zorunda olanlara getirmekti.
Ergenlik çağına gelmiş her genç, yaşadıklarının dünyada sadece kendi başına geldiğini zanneder. Bu sorunlarla başka hiç kimsenin mücadele etmek zorunda kalmadığını düşünür.
O dönemi atlatmaya başladığında, çevresindekilerle diyalog kurduğunda algıladıklarının o döneme ilişkin olağan bir durum olduğunu anlar. Her genç kızın-erkeğin başına gelen doğal bir dönem olduğunu fark eder.
Bu camianın insanları, son 5-6 yılı saymazsanız uzun yıllar el bebek gül bebek büyüdü. İktidarlarla ters düşmeyi bırakın, kol kola yüründü dense yanlış olmaz. Özellikle 2000 sonrasında. En azından dışarıdan bakıldığında öyle göründü.
Son 5-6 yıldan bu yana yaşananlar sonucu bu camia, toplumun ezilen kesimlerine karşı empati yapmayı öğrenmiş oldu. Daha önce empati yaptığını sanıyordu belki, bu dönemde toplumun ezilen kesimlerini hakka’l-yakîn anlama imkanı buldu.
CEZAEVİNİN DEĞİŞMEZ KONUSU KAÇANLAR OLURDU
Cezaevinde en çok konuşulan konulardan birisi, yurt dışına çıkanlarla ilgili olurdu. Pek çok kişiden, “Onlar gittiler, gidenlerin cezalarını biz çekiyoruz” yakınmasını duyardım.
Bu tür sitemde bulunanlara her defasında aynı şeyleri anlatarak şu soru ile başlayan bir cevap vermeye çalışırdım:
“Bu Hizmet dediğiniz hareket bir dönem başlayıp belli bir takım çalışmalar yaptı ve bitti mi? 15 Temmuz’da harç bitti yapı paydos mu dendi? Yoksa bir şekilde dünyada devam edeceğini düşünüyor musun?”
Aldığım cevap da genelde birbirinin benzeri olurdu. Hareketin öyle 15 Temmuz’la falan bitmeyeceği, belki bu yaşananların Hizmetin dünya çapında gelişmesine zemin hazırlayacağını söylerlerdi.
Ben de tarih boyunca bu topraklarda muhalif olarak algılananların yaşadıklarını dilim döndüğünce anlatmaya çalışırdım. Muhatabımın tanıyabileceğini düşündüğüm isimlerden örnekler verirdim.
“Bu Hizmet dediğiniz yapının dünya çapında bir harekete dönüşmesi bu yurt dışına giden insanların katkıları ile olacaksa o zaman o insanlara sitem etme yerine müteşekkir olmak gerekmez mi?” diye anlatırdım.
Yurt dışına çıkanların yaşadığı sıkıntılar ayrı lakin dört duvar arasındaki insanların durumları çok daha hassas. Yaşatılan ortam, insan zihnine sadece sorun üretmek amacıyla dizayn edilmiş.
Bu konular elbette tartışılacak. Ancak farklı boyutlarına bakarak konuya yaklaşmak daha sağlıklı olur sanıyorum.