Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’in bir çok ayetinde iman edip sâlih amel yapmamızı emrediyor. Bizim en önemli değerlerimizden biri de sâlih amellerimizdi. İnsanlar yaptığımız güzel işlerle bizlere bakar ve bizi yaptıklarımızla değerlendirirlerdi. Dün işlerimizi sâlahatla yaptığımız için, cazibe-i kudsiyemiz vardı ve nazarlar bize dönüktü. Bugün kaybettiğimiz değerlerimizden biriside bu sâlahat olduğu için, maalesef sırtlar dönmüş durumda bizlere. Eskilerde yüzümüzü görmek isteyenler başlarını kaldırır ve kaşlarını keserlerdi, şimdi başlarını aşağı eğip bıyıklarını keser oldular. Aslında ne bakanımız nede teveccüh edenimiz kalmadı
Sâlahat, sâlih amel nedir onu bile unuttuk, bilmiyoruz belkide! Sâlih amel mi, ıslah eden amel mi, yada ameli, sâlih yapma mı? Aslında hepsinin ortak adıdır “ve a’milü’s sâlihât”. Namazın kendisi sâlih bir amel, namazı tadil-i erkâna riayet ederek ikamet etme ameli sâlih olarak yapma, namazın insanda ki şerlerin önünü kesip hayırlara vesile olma şeklinde yansıması ise ıslahtır. Bizim söz, fiil ve davranışlarımız hem sulh eksenli, hem güzel ve hayırlı, hem de sapasağlam olmalıdır. Mazimizde her işimiz böyleydi ve dost düşman gıpta ederdi halimize, işlerimize. Bin yıllık âbidelerimiz şahittir bunlara, hep ter-ü taze kalan atasözlerimiz, deyimlerimiz, evimiz, sokağımız, mahallemiz, şehrimiz şahittir.
Üstadımız sâlih ameli, “maddî ve manevî hukuk-u ibada tecavüz etmemek, hukukullahı da bihakkın îfa etmek” olarak tarif eder. Bazı ameller aslı itibariyle salihattandır. Allah’ın yapmamızı isteyip emrettiği her amel sâlih amel olduğu gibi yapmamızı istemeyip yasakladığı işleri yapmama da yine sâlih ameldir. Namaz, oruç, hac, zekat, yardımlaşma,
fedakarlık ve cihad gibi. Her sâlih amel güzeldir ve sevaptır işlemesi. Bu bağlamda Allah’ın (cc) yasakladığı bütün işlerde fasit, çirkin ve günahtır. Sâlih amel Allah’ın (cc) kullarına emri. Hem sâlih amel ifa edenlere nice ikramlar müjdeler Yaradan. “Allah yoluna çağıran, sâlih amel işleyen ve “Ben müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel söz söyleyen kim olabilir?” (Fussilet sûresi, 41/33) “Yemin ederim zamana: İnsanlar hüsranda. Ancak şunlar müstesna: İman edip sâlih amel yapanlar, bir de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler.” (Asr sûresi, 10/1-3) Ve daha nice ilahi beyan sâlih ameller yapmayı teşvik eder.
Bununla beraber, amelin sâlih yapılması da terviç ve teşvik edilmiştir. Zira mü’min, insanların elinden, dilinden ve yaptıklarından emin oldukları kişidir. İnanan insan ne yaparsa yapsın, işin hakkını vererek, sapasağlam ve tertemiz yapmalıdır. O öyle yapar da işini, Rabbimiz ikramsız bırakır mı? “İman edip ameli, sâlih yapanları, Rahman (hem Allah, hem de mahluklar nezdinde) sevimli kılacaktır” (Meryem sûresi, 96) buyurur. Umum amellerde asıl, mübahlıktır. Mübah amelin sâlihliği, tam ve sapasağlam yapılmasında. Arızasız kusursuz iş, sâlih amel. Kim hangi işi yaparsa yapsın en güzel şekilde, hakkını vererek, tas-tamam yapacak. Yapılan işi Allah’ın (cc), Resûlullah’ın (sav) teftişine sunacakmış gibi yapacak ki amel, sâlih olsun. Kısaca ameli, ihsan şuuruyla yapma.
Burada acı bir tesbiti beyan etmek gerekir zannımca; M Akif 1. Dünya Savaş’ı sonrası Avrupa’yı gezer ve yurda döner. Avrupa ile ilgili kanaatlerini veciz bir sözle özetler; “Dinleri var işimiz gibi, işleri var dinimiz gibi..” diyerek. Mimar Sinan’ın Süleymaniye camisinin temellerini kazdırıp, iki sene bekledikten sonra inşaata başlamasını da, bir zamanlar yaptığımız işlerde ne kadar hassas ve dikkatli olduğumuzun delili olarak kaydetmekte yarar var.
Birde ıslah edici yönü vardır sâlih dairenin. Ahlakı, kavgaları, anlaşmazlıkları ıslah eden ameller de sâlih ameller cümlesindendir.
“Aralarını ıslah ederler”, “Biribirinizle çekişmeyin”, “Sulh hayırdır veya sulhta hayır vardır,” “Ya hâyır konuş, ya sus!” beyanlarından amellerin ıslah edici özelliğinin olması gerektiğini görürüz. “Salah olmadan ıslah olmaz” kaidesi de hep hatırda olmalıdır aynı zamanda.
Her manasıyla salih amelleri ifsad edecek virüsler de yok değildir. Riya, ucb, fahr, inhiraf, benlik gibi virüsler ifsad eder en güzel amelleri bile. Halis niyet, tevazu, fedakarlık ve ihlas, harç edilerek inşa edilen amellerdir salih ameller.
Belki üzerinde ısrarla durulması gereken bir noktada sâlih amelin iman ile ilişkisi olmalıdır. Bu konuya Hocaefendi’nin bir cümlesiyle açıklık getirelim. Şöyle buyuruyor; “İmana müteallik mevzuların arka planına nüfuz ederek onları sağlam bir zemine oturtma ve daha sonra da onların devam ve temâdisini sağlama diyanete bağlıdır. Evet, nazarînin bir yönüyle hakikat hâline gelmesi –Kant’ın, Saf Aklın Kritiği’nde ortaya koyduğu gibi– amelle mümkündür. Başka bir ifadeyle inanılan mevzuların hakikatine ulaşabilme ve onların inkişaf ettirilmesi amele mütevakkıftır. Unutulmaması gerekir ki, eğer insan nazarî olarak inandığı hususları amele döker ve o mevzularda derinleşme cehdi içinde bulunursa, Allah da (celle celâluhu) o insana emin güzergâhlarda yürüme imkânını lütfedip ona derinliğe doğru giden yolları ihsan eder. Yoksa insan sadece nazarî planda kalır da inayet-i ilâhiyenin en büyük davetçisi olan amelî sahaya müracaat etmezse yani dinini diyanetle taçlandırmazsa hep sığ kalmaya mahkûmdur. Aynı zamanda böyle bir insan, Allah bilgisi mevzuunda da her zaman kandırılıp aldatılabilecek bir noktada bulunuyor demektir.”
Bugün hepimizin çocuklarımıza bırakacağımız en büyük mirasımız, bütün yönleriyle onların sâlahatı öğrenmeleri ve yaşamaları olmalıdır. İyi ile kötüyü tefrik edip güzeli tercih edecek, güzeli en güzel şekilde yapacak ve güzelliğin sâlih dairesini işletecek evlatlarımızın olması, geleceğin daha güzel olacağının da teminatı olacaktır. Bunu teminde her
zaman rol model insanlarımızı nazara verme çok önemlidir. Ruh ve mana köklerimizi besleyen peygamberler, evliya, asfiya, tarih şuurunu pekiştirecek abide şahsiyetlerimiz, maddi ve manevi hayatımızı bezeyen tezyin eden edip, şair ve sanatkarlarımız bilinmeli, tanıtılmalı evlatlarımıza.
Evet şimdilerde işlerimiz, amellerimiz de yetim, garip ve öksüz. Milli ruh ve kimliğimiz düşünülmeden, oluşturacağı hayır ve şerler analiz edilmeden, günübirlik gaileler üzerine bina edilir oldu bütün fiillerimiz. Böyle oluncada hem dünyevi hem de uhrevi istikbalimiz hüsran oldu maalesef. Va esefa, va esefa…