AHMET KURUCAN-TR724.
“İlhan’a göre cezaevleri, dört duvarın bile tutsak olduğu yerler. İnsan, duvarların utandığı mahzende yalnız olmadığını, ancak kendisini arayıp soran, selam gönderen, mektup yazan dostların varlığı ile duyumsar. Dışarıdan gelen mektuplar ve kitaplar, insana yaşama sevinci verir, umut verir; onu ayakta tutar, diri tutar. Bu bilinçle cezaevinde haksız tutukluluk yaşayan İlhan Çomak için Gazete Davul yazarları olarak mektup yazma kampanyası başlattık.”
Böyle yazıyordu Deniz Zengin, Gazete Davul’daki köşe yazısında. Tarih 4 Ağustos 2021. Bir mana ifade edip etmeyeceğini bilmiyorum ama bu çağrıya bir mektupla ben de cevap vermek istedim.
***
İlhan Bey,
Siz beni tanımazsınız. Ben de sizi tanımıyordum. Ta ki Deniz Hanım’ın yazısını okuyuncaya kadar. Onu okuduğumda kendimi ayıpladım. Wikipedia’dan hayat hikayenize baktığımda iyice hayıflandım. Norwegian Pen kurumunun 2020 Şubat ayında sizin serbest bırakılmanızla alakalı Londra’da Poetry Cafe’de program düzenlediklerini okuyunca hayıflanmamın şiddetini artırdım ve bu defa “Yuh olsun bana!” dedim. Salih Polat’ın Gazete Duvar’da yıllar önce yayınlanan ve sizin hukuki mücadelenizi anlatan satırlarını okuduğumda ise “Yuh olsun bana!”nın yanına “Yazıklar olsun” deyimini ilave ettim. 27 koca yıl ve benim radarıma girmemişsiniz. Hayıflandığım nokta işte tam da burası.
21 yıldır yurt dışında yaşıyor olmam acaba hafifletici bir unsur olur mu diye derinden derine düşündüm. Sanırım anlamışsınızdır niyetimi, kendimi affetmek için mazeret arıyorum. Ama’larla, fakat’larla, lakin’lerle bir yere varmaktı amacım ama başarılı olamayacağımı anladım. Bulduğum mazeretler Türkiye gündemi ile alakalı yıllardır yazılar kaleme alan bir insan olarak kendimi affetmeye yetmedi. Evet, İlhan Bey 27 yıldır tutsaksınız, esirsiniz, hapistesiniz ve sizin adınıza açılan Twitter hesabında dediğiniz gibi “ortada tutarlı bir kötülük” var ve bu tutarlı kötülüğü herkes bir dostuna anlatarak sonlandırma çabası içine girebilir.
Kendimi kınıyorum İlhan Bey bunca yıldır sizin yaşadığınız çileden habersiz olduğum için. Bununla yetinmiyor sizin sahip olduğunuz Kürt ve Alevi kimliğine ve bu kimliğe sahip olan insanların yaşadıkları ciğersûz hadiselere karşı duyarsız yetiştirilmemde katkısı bulunan herkesi kınıyorum. Ülkenin batısında doğup büyüyen bir insan olarak özellikle Kürtlere karşı bizleri bilgisiz ve aynı zamanda duyarsız kılan sistemi kınıyorum. Sistem yöneticilerini, karar alıcıları kınıyorum. Ve soruyorum kendime, “biz” ne zaman hakiki anlamda “biz” olacağız diye? Ne zaman bu kırık fay hatlarını onaracağız diye? Ne zaman kurucu iradenin “biz” diye tanımlayıp hapsettiği duvarları yıkacağız diye?
İlhan Bey,
Psikologlar ve psikiyatristler empati duygusu adına temelde üç kategori ortaya koyuyorlar. İlki, başkasının üzüntüsünü duymamak. O üzüntüyü bilmek, işitmek, görmek, bakmak, seyretmek ama hiç yokmuş gibi davranmak. Kendi hayatına odaklanmak. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” felsefesi ile hareket etmek. İkinci kategori başkasının üzüntüsünden zevk almak, o ağlarken gülmek, eğlenmek. Allah şahit ben bu iki kategoriye de girmiyorum. Benim girdiğim üçüncü kategori. O da başkalarının üzüntülerini hem akli hem de hissi manada kabullenmek, anlamaya ve hissetmeye çalışmak. Artık ben varlığından haberdar olup kabullendiğim Kürtlerin ve Alevilerin acılarını, kederlerini, ıstıraplarını anlıyorum. Hissediyor muyum? Emin değilim. Onlar ölçüsünde hissetmediğim kesin. Çünkü ateş önce düştüğü yeri yakıyor. Bu açıdan hissediyorum demek büyük bir iddia olur benim için ama anlıyorum. Keşke o acı, keder ve ıstırapları ayniyle hissediyor ve yaşıyorum diyebilseydim. Mesela, kendimi 17 yaşından bugüne tam 27 yıldır mahpus hayatı yaşayan sizin yerinize koyabilseydim. Empatinin o seviyesine ulaşabilseydim.
Halbuki ben İlhan Bey gerek inancım gerek almış olduğum yüksek eğitim ve gerekse bu eğitim istikametinde edindiğim meslek itibariyle sokaktaki sıradan vatandaşın çok çok üzerinde etnik kimliğin verili bir kimlik olduğunun bilincindeyim. Hiç kimsenin cinsi ve etnik kimliğini kendisinin belirlemediğini ve bunun İlahi bir takdir gereği olduğunu bilenlerdenim. “En hayırlı insan insanlara faydalı olan insandır” öğretisinin çocuğuyum ben. İnsanların tarağın dişleri gibi birbirine eşit olduğu ve hiç kimsenin bir diğerine karşı doğuştan sahip olduğu etnik kimliği nedeniyle üstün olmadığını haykıran Peygamberin izinde olmaya gayret eden biriyim. Böyle olmakla birlikte daha dün denebilecek kısa bir zaman öncesine kadar durduğum yer belli. Yukarıda bunu anlatmaya çalıştım. Yuh olsun, yazıklar olsun bana deyişimin sebebi bu.
İlhan Bey,
Ne teselliye ne de tesliyeye ihtiyacınızın olmadığı kanaatindeyim. 27 yıldır adalet arayışı içinde geçen ömrünüzde hayata sımsıkı tutunmuşsunuz. Kendi tabirinizle hayatı ertelemeden yaşamaya çalışıyorsunuz. Müthiş bir irade ve azim göstermişsiniz ve hala gösteriyorsunuz. Ben inanıyorum ki bugünler de geçecek. Geçecek ama hiç kimse sizden çalınan 27 koca yılı geriye veremeyecek. Sizin bu gerçeğin idrakinde bir insan olduğunuzu biliyorum. Ama siz bundan öte bir şey söylüyor ve dayanışmaya vurgu yapıyorsunuz.
Şöyle diyorsunuz: “Davamla ilgili dayanışma çabası mutluluk verici. Beni güçlü kılıyor. Sonuca tesir etmesini canı gönülden isterim bu dayanışmanın! Etmese bile dayanışmanın, paylaşmanın kendisi çok güzeldir her zaman ve her yerde. Başkalarının acısını paylaşmak bizi daha iyi insan yapar. Kendimize ve hayata dair daha doğru söz söylememize, tutum almamıza neden olur. Elbette çıkmayı, özgürleşmeyi önemsiyorum. Ama dayanışmanın kendisi, sonuç ne olursa olsun özgürleşmem kadar önemsenmeli. Benim özgürleşmem, kötülükle örülmüş bu duvardan bir tuğla çekmek, bir gedik açmak anlamına gelir. Bu da çok değerlidir. Böyle düşünülmesi dayanışma çabasına güç ve hız katacak, onu büyütecektir.”
Aynen katılıyorum. Mektup kampanyası bu duayı fiiliyata dökme adına atılan bir adım. Umarım çok ama çok geç de olsa, deryada katre misali bu mektup o sürece bir katkı sağlar. Kimlik siyasetinin son bulduğu, adalet mekanizmasının siyasetin emir eri olmaktan vazgeçip hakkaniyet ekseninde görev yaptığı nice mutlu ve özgür yıllara İlhan Bey. Hoşça bakın zatınıza!