HAFTANIN YORUMU
Ziya Selçuk geçen haftalarda, Milli Eğitim Bakanlığı koltuğunu yardımcısına, yedeğine bıraktı.
Mehmet Özer devraldı koltuğu.
Özer ise, Hizmet Hareketi’nin okullarını gasp etmekle pek maruf (!)
Mühendis kafalı yeni bakan, Maarif Vakfı’nın başında.
Yani eğitim sistemi, içte ve dışta, hazır emeğe konmaya teşne bir vakfın başkan vekilliği yapan bir zevata emanet.
Hazır emeğe konmayı, sonra da onunla övünen marifet (!) bilenlere emanet ülke eğitimi.
Ya Üniversiteler?
Ülkenin en önemli yüksek eğim kurumu, AKP’li bir yedeğe emanet.
Şimdilerde yedekli gidiyorlar, hak tanımaz, hukuk bilmek arsızlar.
Partili, kayyım Melih Bulu, Boğaziçi Üniversitesi’nin rektörlük koltuğunda 6 ay ancak kalabildi.
Bulu’nun yedeği de atandı ama protestolar dur-durak bilmiyor.
Ne öğrenci ne hoca ne akdemiysen, kimse istemiyor kayıyım rektörü.
Protesto nöbetlerini sürdüren akademisyenlerin oyladığı rektörü atamadı Saray.
Ne yaptı?
EĞİTİM YEDEKLİLERE GİDİYOR!
Öğretim kadrosunun, yüzde 95’inin karşı olduğu, Bulu’nun yedeği, M. Naci İnci’yi atadı.
Konuyla çokça ilgili bulduğum ve birinci ağızdan dinlediğim bir anekdotla olan biteni anlamaya çalışalım.
Bakü’de görev yapan Japon Büyükelçisi’nin Özal ve Türk eğitim sistemiyle ilgili bir hatırasını aktarmak istedim.
2004 yılıydı.
Japonya’nın Azerbaycan ve Kafkaslardan sorumlu Büyükelçi Toshiyuki Fujivara misafir etmişti bizi.
Japon mutfağı ve kültürüyle de o gün yakından tanışma imkânım olmuştu.
Ülkemizin yarım asırlık tarihini bir yabancıdan dinleme imkânını bulmuştum.
Yabancı bir diplomatın penceresinden, Hazar Denizi’nin kıyısında güzel hatıra kaldı bende.
Fujivara, ülkesinin kıdemli Türkiye uzmanlarındandı.
1964 yılında Japonya’nın Ankara Büyükelçiliği’ne tercüman olarak gelmiş, büyükelçilik makamına kadar çıkmayı başarmış biriydi.
14 yıl Ankara’da, 4 yıl da Bakü’de kesintisiz diplomatlık yaptı Fujivara
Öyle ki, Türkiye ikinci vatanım diyen biri.
12 EYLÜL VE ÖZAL!
Fujivara’yla 2004’de yaptığım röportajın bir kısmı, AKP rejimince gasp edilerek kapatılan Aksiyon Dergisi’nde, “Türkçe benim ikinci dilim” başlığı altında yayınlanmıştı.
Hatta emeklilikten sonra, ömrünün geri kalanını İzmir’de geçirecek kadar ülkemizi seven biriydi.
Japon diplomatın Özal’la dostluğu, Devlet Planlama Müsteşarlığı’na kadar uzanıyor.
Dahası, Fujivara, 1974 yılında ilk boğaz köprüsü anlaşmasına da katkı sunmuş bir şahıs.
O dönemde zaman, zaman diplomatik misyonunun gereği tercümanlık bile yapmış.
Özal, dünya bankasında, kendisi Japonya’nın ABD’deki büyükelçiliğinde diplomatlık yaptığı yıllarda, yolları Washington’da da kesişmiş.
Vefatına kadar bu kadim dostluğunu sürdürmüş.
Özal’ın vefatını anlatırken duygulanmıştı.
Fujivara, Özal’ın Japonya’ya 17 kez resmi ziyarette bulunduğunu söyledi.
Japon iş adamlarının Türkiye’de yatırım yapmaları için verdiği mücadelenin de birinci dereceden şahidi.
Özal’la ülkenin geçmiş ve geleceğini defalarca konuşma imkânını bulmuştu.
12 Eylül’ün de tanığı olan Japon diplomat, şu tespiti yapmıştı; “1980 darbesinin tek faydası, Özal gibi bir lideri ortaya çıkarmasıdır.
Özal, yıllar önce Anayasa’nın artık ülkeye dar geldiğini belirtmişti.”
Bir kara dönemin yazılı belgesi Anayasa, darbe ürünü anayasa maalesef ki hala baş tacımız.
Avrupa kıskansın diye, o günlerin pek mühim mirası, adeta koruma altında.
Özal’ın en önemli hayallerinden birinin de, ‘Darbe Anayasası’nı değiştirmek olduğunu hep söylemiş.
JAPONLARIN MİLLİ ŞUUR UYGULAMASI!
Milli tarih bilinci ve gelecek nesillerle ilgili konuları konuşurken, iki ülke heyeti arasında yaşanan bir diyaloğu aktardı.
Anavatan Partisi iktidarı döneminde, Vehbi Dinçerler’in de Millî Eğitim Bakanlığı yaptığı dönemde yaşanmış.
O günkü diyaloğa da tanık olan Fujivara, konuyu şöyle aktarmıştı biz misafirlerine:
Başbakan Özal, milli değerlerine sıkı sıkıya bağlı olan Japonların, bu bağlılıkla batıya meydan okumaları ve kendilerine özgü ilerleyişleri sebebiyle Japonya’nın eğitim sistemine ilgi duyuyor.
Japonya’nın kalkınma ve eğitim hamlelerini merak eden Özal, Japon eğitimcilerden oluşan bir heyeti davet eder.
Alanında uzman olan heyet, Ankara, İstanbul’da çeşitli temaslarda bulunduktan sonra, Türk heyetiyle bir toplantı yapar.
Söz çocuklarda “millî şuur” oluşturmaya gelir.
Konuk heyetinin yetkilisi; “Çocuklarımıza küçük yaşlarda bazı ‘şok testler’ uygulamak bizde adeta bir devlet politikası haline gelmiştir.” der.
Mesela der, “Uçak hızında giden trenlere bindiriyoruz.
Çok katlı yollardan geçiriyoruz.
İleri teknoloji üreten tesisleri gezdiriyoruz.
Çocuklarımız Japon teknolojisi karşısında gördükleri gelişmişlik karşısında adeta şok oluyorlar.
Bu şoku atlatmadan hemen sıcağı, sıcağına onları Hiroşima’ya götürüyoruz.
Dehşeti gözleriyle görüp yaşıyorlar.”
Devam eder yetkili:
“Bomba atıldığından beri hiçbir bitkinin yetişmediği alanları geziyorlar.
Sonra da karşımıza alarak, ‘Şayet siz yeteri kadar çalışmaz, diğer devletleri geçmezseniz, vatanınız işte böyle bombalanır, anneniz babanız böyle öldürülür. Toprağınızda bir çiçek bile yetişmez olur’ diyoruz.”
Bunun üzerine Türk heyetinden yetkilisi;
“Anlattıklarınız çok etkileyici ama biz ülke olarak ‘Hiroşima ya da Nagazaki‘yi yaşamadık ki.
Böyle bir trajediyi yansıtan bir olayımız yok ki!” der.
Japon yetkili sözlerine şöyle sürdürür, “Çanakkale’yi unutmamak lazım.
Çünkü Çanakkale, Hiroşima ve Nagazaki kadar etkileyici bir olaydır.
Belki de bizden daha çarpıcı neticeler alabilirsiniz.
Öğrencileri kafileler halinde Çanakkale’yi gezdirin, iki yüz elli bin şehidinizin hikâyesini anlatın.
Yeterince çalışmazlarsa, başlarına bugün de benzer şeylerin gelebileceğini söyleyin.”
JAPONLAR ÜRETMEYE, BİZ AĞZI AÇIK İZLEMEYE DEVAM EDİYORUZ!
Sakin, nizami, zeki, çekik gözlü ve minyon tipli halkın formülü ve sırrı.
Onun için, bugün bu üretken ve mucit halk oyun kurucu, dünya ekonomisine yön veriyorlar, dünyanın etkili gücüler…
Aynı zamanda yılmadan dünyaya teknoloji taşıyorlar.
Biz günlük politikalarla inadına, yandaş atamalar yapıp, orayı burayı nasıl zapt ederiz şeytanlığıyla meşgulken, çalışkan, disiplinli Japonlar üretmeye devam ediyorlar.
Şeytanca işlerle meşgulken, gençlerimizin aldıkları eğitimin niteliği gün gün zayıflıyor.
Eğitim karnemiz de ortada.
Dünyada marka olmuş tek üniversitemizi de gaspçı zihniyetimizle kendimize benzetiyor, güzelim üniversiteyi diğer eğitim kurumlarına dönüştürüyoruz.
Yıkmaya ant içmiş, birilerinin yaparken, üretirken aldıkları keyfi; biz yıkarak, talan ederek, çalarak, çırparak alıyoruz.
Japon diplomatın dediği gibi, 1980 darbesi Özal gibi bir lideri, (bana göre) 28 Şubat ve 15 Temmuz planlı darbeleri ise; günümüzdeki giydirme siyasetçileri ülkeye kazandırdı.
“Bir siyasetçi gelecek seçimi, bir devlet adamı gelecek kuşağı düşünür.” diye bilinen anlamlı bir sözle bitireyim.
Seçimi değil, gelecek kuşağı ve ülkeyi düşünen liderleri bekleyeceğiz bir süre daha. e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au