“Bu cinayeti işleyecek kişileri bilmesine rağmen açık ve yakın tehlike altında bulunan Hrant Dink’in yaşam hakkını korumamıştır. Görevi gereği, cinayet hazırlığı yapan suç örgütüne operasyon yaptırmayarak, Hrant Dink’i kanundan kaynaklanan koruma yükümlülüğüne aykırı hareket ederek kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi ve görevi kötüye kullanma suçlarını işlediği anlaşılmıştır.”
Dünyanın hiçbir demokratik hukuk devletinde bu cümlelerle bir iddianamede suçlanan güvenlik bürokratının görevine devam etmesi mümkün olamaz. Engin Dinç üstüne terfi aldı, şube müdürü iken suçlandığı İstihbarat Dairesi’ne başkan bile oldu. HDP milletvekili Garo Paylan’ın dediği gibi belli ki hem astları hem de üstleri tutuklu olmasına rağmen Engin Dinç birileri tarafından korunuyordu. Paylan bu itirazı 10 Şubat 2016 tarihli Plan Bütçe Komisyonu toplantısında İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya eşlik etmesi üzerine dile getirmişti.
Yalnızca Dink değil, görev yaptığı yerlerde Rahip Santoro cinayeti gibi başkaca olağanüstü suçlar işlenmesine rağmen Dinç hiçbir şekilde bedel ödemedi. Son büyük falsosu Emniyet Müdürü olduğu Konya’da yedi kişilik bir ailenin göstere göstere katledilmesini izlemesiydi. 2 ay önce evleri basılarak demir çubuklarla öldüresiye dövülen Kürt Dedeoğulları Ailesi korunmadı ve acı son geldi. Nerede bir ırkçı saldırı ve provokasyon varsa orada gözler Dinç’i arıyor artık!
Dink Cinayeti’nde sanık sıfatıyla yargılanması devam ederken terfi ettirilip İstihbarat Daire Başkanlığı’na getirilmesi, korunduğunun açık göstergesi. Oysa en azından kusursuz sorumluluk kapsamında ve yargılamanın selameti açısından etkin görevler verilmemesi gerekiyordu. Elbette başka korunanlar da var. Düşünün ki cinayetin planlandığı ve uygulandığı iki şehrin emniyet ve istihbarat müdürleri ya beraat etti ya da zaman aşımıyla kurtuldu. Engin Dinç, cinayet ihbarını ses getirecek bir eyleme dönüştürerek İstanbul’a gönderiyor. İstanbul İstihbarat Müdürü Ahmet İlhan Güler de ses getirecek eylemden cinayeti anlamayarak tedbir almıyor. Aslında Trabzon’da hazırlık aşamasında önlemek en garantisi olurdu. Zaten iddianame de onu söylüyordu.
Pekala söz konusu imtiyazı nasıl ve ne karşılığında elde etti?
Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 17-25 Aralık Yolsuzluk Operasyonlarının intikamını almak için bazı aparatlara ihtiyacı vardı. Engin Dinç her açıdan kullanışlı bir manivela haline geldi ve Erdoğan’a bu hizmeti sundu. Ancak konu bununla sınırlı değildi. Erdoğan’ın yeni ortaklarının da talebi vardı: Emniyet İstihbaratının işlevsiz hale gelmesi.
Emniyet Teşkilatı, özelde de istihbarat dairesi Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın darbelere karşı geliştirdiği bir projeydi. MİT hiçbir şekilde siyasi otoritenin emrinde olmuyor ve her seferinde savunmasız kalınıyordu. Ayrıca istihbaratın tekelleşmesi çok büyük riskti. Hem kör noktalar oluşuyor hem de gücün tekelleşmesi yaşanıyor ve sivil otoritenin çapraz kontrollerini engelliyordu. O sebeple ABD’de irili ufaklı 17 istihbarat örgütü çalışıyor. Emniyet İstihbarat Dairesi, 28 Şubat’ta Batı Çalışma Grubu’nu (BÇG) deşifre ederek büyük sükse yapmıştı. Ayrıca 12 Eylül öncesindeki gibi şartları olgunlaştırma eylemlerine de izin vermiyordu. Kısacası yok edilmesi gerekiyordu. Daha ileri bir şey yaptılar, 15 Temmuz’da Erdoğan’ın antidemokratik rejiminin kurulması için darbe organizasyonunun içinde yer aldılar. İstihbarat Müdür Yardımcısı Koray Öner o akşam 21’de Başsavcı Harun Kodalak’la buluşup organizasyonda santral kişilerden biri oldu.
Engin Dinç her açıdan biçilmiş kaftandı. Emniyet İstihbaratı onun eliyle bitirecek ve MİT yeniden tekel konumuna yükselecekti. Hem istihbarat kökenli bir polis hem de bir cemaate yakınlığıyla biliniyordu. Her iki cenahtan yükselecek itirazları bertaraf edebilirdi. Dışlanmışlık ve hakkı yenilmişlik psikolojisine dayanan öfkesine eşlik eden dinci zihniyeti işi kolaylaştırdı. Başbakan’ın kendisiyle muhatap olması da onu motive eden unsurlardandı. Gülen Cemaatini tekfir eden radikal İslamcılar gibi düşünüyor ve hak ettiği görevleri alamadığına inanıyordu. Bu iki dayanak hem tasfiyeyi hem de 15 Temmuz sonrasında yıllarca birlikte çalıştığı insanlara işkence yaptırmasını mümkün kıldı.
Mardin, Trabzon ve Afyon gibi kritik illerde şube müdürlüğü ve yurt dışı görevleri azımsanamayacak işlerdi. Dinç’in kızıl elması ise merkeze gelmek Ankara’da olmaktı. Elde edemeyişinden Cemaat’i sorumlu tutuyordu. Göreve gelir gelmez dairede ne kadar başarılı elaman varsa karakollara ya da başka görevlere sürdü. Henüz adı konmamıştı ama FETÖMETRE o zaman da işliyordu. Dil bilen, bilgisayara hakim, ekstra eğitim alan kim varsa ‘Cemaatçi’ damgası vurulup gönderildi.
Gülen Hareketini temizliyoruz diye sunulan süreçte herkesin gözdesi koltuklar ve işler boşalmış, geçiş sürecinde buralara diğer cemaatler doldurulmuştu. Bu uygulama iki işe birden yaradı; hem tepkiyi azalttı hem de atama listesi istenirken fişlemeler yapılmış oldu. Geçiş süreci bitince Emniyet Teşkilatı tamamen Mehmet Ağar polislerine teslim edildi. Önemli bir kısmı gerçekten Ağar’la çalışan isimler, kalanlar ise zihniyet olarak Ağar polisliği meşrebinden. Onun yansımalarını toplum acı acı seyrediyor.
7 Haziran-1 Kasım seçim süreçlerinde başlayan ve 15 Temmuz’a kadar devam edip sonrasında adeta bıçakla kesilen sıradışı terör saldırılarında Engin Dinç görev başındaydı. IŞİD’in 10 Ekim 2015 Ankara Gar Katliamı’na dair 8 Ekim’de elde edilen istihbarat raporunun, 10 Ekim sabahı Terörle Mücadele Şube Müdürlüklerine gönderildiği Mülkiye Müfettişleri raporunda ortaya çıkmıştı. Buna rağmen adli ve idari bir soruşturmaya muhatap olmadı. Üzerindeki koruma kalkanını gösteren önemli delillerden biriydi bu. Reyhanlı Saldırısı, Suruç Katliamı, Diyarbakır HDP Mitingi, Sultanahmet Saldırısı ve Atatürk Havalimanı Baskını ise Dinç’in görev süresi boyunca IŞİD’in Türkiye topraklarında gerçekleştirdiği ve sonucunda yüzlerce insanın hayatını kaybettiği eylemlerdi. IŞİD doğduğu topraklar olan Suriye’de ancak bu kadar kolay terör estirebilmiştir. Aynı dönemde PKK da elini kolunu sallayarak ülkenin dört bir yanında bomba patlatır hale gelmişti. İstanbul Veznecilerden, Ankara Güven Park’a, Kayseri’den Gaziantep’e, Elazığ’dan Diyarbakır’a kadar peşpeşe ses getiren saldırılar düzenleyebilmişti. Elbette bu başarıda(!) en büyük pay sahibi istihbarat birimleriydi.
Ankara’nın göbeğinde, Kızılay’da, bakanlıklarda, garda belki en önemlisi ülkenin dışa açılan kapısı Atatürk Havalimanında terör cirit atıyordu. Ne Dinç’in başında bulunduğu Emniyet İstihbaratı ne de Hakan Fidan’ın MİT’i önleyici hiçbir şey yapmıyordu. Ve kimse de onlara “Siz bostan korkuluğu musunuz?” diye sormuyordu. Normal bir ülkede bunun tek açıklaması olur: Görevleri kör taklidi yapmaktı!TR724