MUHSİN AHMET KARABAY-TR724
Bugün genç arkadaşlarla konuşmak istiyorum. Özellikle hayatlarının tamamına yakınını tek parti iktidarında geçirmiş olan genç arkadaşlar. Bir nasihat verecek konumda kendimi hiç görmedim. Sadece 12 Eylül 1980 darbesini üniversite yıllarında yaşamış ve bu konu üzerine epey çalışmış biri olarak birkaç tespitimi sabırla okumalarını isterim.
Bugün 12 Eylül darbesinin yıl dönümü. Darbenin üzerinden tam 40 yıl geçti. Sonradan “darbe” denir oldu. Yapıldığında darbe falan değildi. Adı “12 Eylül 1980 Askeri Harekâtı” idi.
Bir defa 12 Eylül darbesi, Türk siyasi hayatında 27 Mayıs 1960 darbesi dahil bütün darbe ya da darbe girişimlerinin hepsinden daha geniş bir halk desteğine sahipti. Bunu unutmayın.
Milliyetçi Cephe hükümetleri döneminde gerilimlerle tırmanan sokak çatışmaları insanları birbirine düşürmüştü. Sıkıyönetim olmasına rağmen güvenlik güçlerinin asayişi sağlamamış olmasının gerekçesini toplum yıllar sonra ancak anlayabildi.
Toplumun bilerek provoke edildiği ya da buna ortam hazırlandığı 12 Eylül’de II. Ordu Komutanı ve aynı zamanda darbenin lideri Kenan Evren’in de sınıf arkadaşı olan Orgeneral Bedrettin Demirel’in, “Darbeyi bir yıl önce planlamıştık. Ama şartların olgunlaşmasını bekledik” sözleri gerçeği ortaya koydu.
27 MAYIS 1960 VE 1980 DARBESİNDE TÜRKEŞ’İN ROLÜ
Ordunun yönetime el koymasını isteyen sadece askerler değildi. 27 Mayıs darbesinin “Kudretli Albayı” ve o gün radyolardan yayınlanan ihtilal bildirisini okuyan Alparslan Türkeş’in liderliğindeki MHP de 1980 öncesinde gazetelere verdiği ilanlarla askeriyeye davetiye çıkarmıştı.
Geniş halk kitleleri asayişin ancak askerin yönetime el koyması ve siyasilerin yönetimden uzaklaştırılması ile sağlanabileceğine ikna olmuşlardı. Benim gibi üniversite öğrencileri, sabah evden çıkarken ailelerimiz ya da yurt arkadaşlarımızla helalleşiyorduk. Çünkü nerede ne zaman çatışma çıkıp arasında kalacağımızı, kör bir kurşunun hedefi olacağımızı bilmiyorduk.
Dindarlar ve sağcılar, SSCB’nin Türkiye’yi komünist bir ülke yapmayı en büyük hedef haline getirdiğine ve bütün kaynaklarını buna aktardığına inandırılmışlardı. Sol gençlik ise Türkiye’nin giderek faşizme kaydığına, bunun önlenmesi gerektiğine, bundan kurtuluşun da sosyalist bir rejimde olduğuna inanmıştı.
Darbe bu çatışmaların ardından gelmişti. Askerin yönetime el koyması ile 11 Eylül’de akan kan, ertesi dün durmuştu. Değişen sadece askerin ülkede asayişi sıkıyönetimle değil, doğrudan yöneterek sağlaması olmuştu.
12 Eylül döneminde cezaevlerinde 171’i işkence sonucu olmak üzere yaklaşık 300 kişi hayatını kaybetti.
50 kişi idam edildi…
650 bin kişi gözaltına alındı…
230 bin kişi askerî mahkemelerce yargılandı…
1 milyon 683 bin kişi fişlendi…
Aslında buraya kadar paylaştıklarım döneme ilişkin bir kitap okuyan ya da tarama yapan herkesin bileceği şeyler.
AK PARTİ, 28 ŞUBAT’IN DEĞİL ABD’NİN YEŞİL KUŞAK PROJESİNİN ÜRÜNÜ
Bugüne kadar AK Parti’nin hep “28 Şubat’ın ürünü” olduğunu okudunuz. İktidardaki parti tamamen ABD’nin hayata geçirmeye çalıştığı “Yeşil Kuşak Projesi”nin bir sonucu.
Peki Yeşil Kuşak Projesi ne idi?
O yıllarda ABD ve SSCB ya da Rusya etrafında kümelenen iki kutuplu dünyada düzeni vardı. NATO içinde ve ABD yanında yer alan Türkiye özellikle Boğazlar dolayısıyla Rusya’nın da ilgi alanında idi.
ABD, SSCB’nin güneye doğru yayılmasını engellemek amacıyla Türkiye, İran, Pakistan ve Afganistan’ı içine alan bir “Yeşil Kuşak Projesini” hayata geçirdi. Bu dört ülkenin de ortak yönleri Müslüman olmaları idi.
Din ile komünizmin bağdaşmayacağı ve komünizmin İslam’ın en büyük düşmanı olduğu tezi daha yoğun işlendi. Komünizme karşı bu ülkelerdeki İslami hareketler desteklendi. Radikal dini duygular insan beynine girince nasıl şekilleneceği belli olmuyor.
İran, 1970’li yıllara kadar Türkiye’den daha Batılı bir hayat tarzı yaşarken, hızla toplum değişmeye başladı. Şubat 1979’daki Humeyni devrimi ABD’ye karşı böyle gerçekleşti.
ABD, ERDOĞAN İLE MORRİSON SÜLEYMAN’DAN DAHA KOLAY ÇALIŞTI
Aynı dönemde üç ülkeyle birlikte Türkiye’de de dini cemaatlerin gelişmelerine arka verildi. Dini hareketlerin güçlendirilmesi ile siyaset arenasında Milli Görüş hareketi başladı. Önce Milli Nizam, ardından Milli Selamet Partisi kuruldu.
Refah Partisi’nin 28 Şubat’ta çıkmaza girdiğine karar verildikten sonra AK Parti projesi hayata geçirildi.
12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden kaba hesap ile 40 yıl geçti. Bunun 20 yılı AK Parti’nin tek başına iktidarında sürüyor.
ABD dış politikasını yön verenler kendine karşı çıkıyormuş gibi konuşan liderlerle çok daha iyi çalıştı. “Havuç-sopa politikası” uygulaması ile bilinen Atlantik Ötesi kuvvet, Tayyip Erdoğan ile kendi adamı diye bilinen ve adı yıllarca “Morrison Süleyman” olarak anılan Süleyman Demirel’den daha kolay çalıştı.
HALK DESTEĞİNİ EVREN’DE GÖRMELİYDİNİZ
Şimdi tekrar en başa dönüyorum. 12 Eylül darbesinin askeri liderleri, Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı başkanlığındaki bir heyete yeni bir anayasa metni hazırlattı. Yeni anayasanın temel felsefesi, “1961 Anayasası özgürlükler açısından bu millete bol geldi, bunu daraltmamız gerek” üzerine kuruldu.
Özgürlükleri kısıtlayan Prof. Aldıkaçtı’nın hazırladığı anayasa 7 Kasım 1982’de halk oylamasına sunuldu. Sandıktan yüzde 91,37 kabul anlamında “Evet” oyu çıktı. “İnsanlar bir an önce askeri yönetim gitsin diye kabul oyu verdiler” gibi yorumlara siz kulak asmayın.
İşte 1982’de bu kadar güçlü görünen Kenan Evren tek adamlığı zirvede yaşadı. Devlet Başkanı ve Genelkurmay Başkanı sıfatlarını birlikte taşıdı. Kendine bağlı bir askerin açacağı tek bir telefonla gazeteler haftalarca kapanabilirdi.
Evren, 9 Mayıs 2015’te “Marmaris Ressamı” olarak öldüğünde yalnız başına idi. ’82 referandumunda yüzde 91 oy alan Evren’in cenazesinde halktan 91 bile kişi yoktu. Bütün diktatörler gibi.
Darbelerle mücadele edeceğiz diye gelenler, bugün kurdukları tek adam rejimi ile ülkeyi KHK’larla yönetiyor. Evren zihniyeti ile savaşmaya geldiğini söyleyenler, Evren’in yapmaya cesaret edemediği pervasızlıkları yapıyorlar.
ALİ İSMAİL KORKMAZ VE ERDAL EREN’İN SON BAKIŞI
Darbenin apoletli generali gideli epey oldu ama apoletsiz mirasçıları iktidardalar. Darbeci general, 17 yaşındaki Erdal Eren’i, yaşını büyüterek 13 Aralık 1980’de idam etti. Bugünün apoletsiz generallerinin adamları ise 19 yaşındaki üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz’ı 10 Temmuz 2013’te döverek öldürdü.
12 Eylül darbesine toplumun her kesiminden destek verildi. İş insanları, sivil toplum kuruluşları, akademisyenler, hukukçular, sanatçılar büyük desteklerini açıkladılar. Bu desteği içlerinde tutmayıp toplumla paylaşmak için de yarış ettiler.
Her sanatçı darbecileri alkışlamadı. Bedelini göze alıp karşı çıkanlar oldu. Sanatçı Sezen Aksu, idam edilen Erdal Eren’in bu son bakışına bir ağıt yaktı. Hikayesini bilmeyenler “Son Bakış” şarkısının bir sevgili için bestelendiğini sanırlar.
Erdal Eren’in idamından bir gün önce hücresinin kapısında çekilen bu fotoğrafı gören Sezen Aksu, Aysel Gürel ile birlikte bu şarkının sözlerini yazdılar. Onno Tunç da besteledi ve ortaya bu feryat çıktı.
SON BAKIŞ
Bir söz bitişi gibi son buldu sevişler
Bir yaz güneşi gibi eritir hep bu terkedilişler
Bir yaz güneşi gibi eritir hep bu terkedilişler
Bir an duruşu gibi, ömrün gidişi gibi
Veda ederken aşk ateşi gibi söner iç çekişler
Veda ederken aşk ateşi gibi söner iç çekişler
Aman aman yandım aman
Kurşun gibi izler
Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda
Aman aman acı yüzler
Kurşun gibi izler
Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda