Dr. Hüseyin Kara
İsmi ile müsemma güzel bir insandı. Onu 41 yıl önce Antalya’da ilk gördüğümde de öyle güzeldi. İlerlemiş yaşına, hicret beldesindeki sıkıntılarına ve tüm hastalıklarına rağmen bu güzelliğini hiç kaybetmedi. Soyadı ile de ma’kusen mütenasip, yumuşak huylu bir insandı Hasan Şahin Ağabeyimiz. Başındaki ak saçları ona ihtiyarladığında verilmiş bir emanet değil, bilakis daha gençliğinde hibe edilmişti. Yaşadığı çileli hayatının izleri erken yaşta ağaran saçlarından fark edilirdi. Kendi nesebinden evladı olmadı fakat Antalya’da, Hizmet’te yetişen bütün gençler onun manevi evladı sayılırdı. Bu yönü ile arkasından dua edecek pek çok hayırlı evlat bırakan talihliler arasına girmiş oldu.
Allah’ın ayı olan Muharrem’in son günlerinde, muhacir ünvanı ile Kosova’da ruhunun ufkuna yürüyen Hasan Ağabey’i, Kosova’daki kabirlerinde medfun Osmanlı şehit ve muhacirlerinin karşılayacaklarına dair hisler taşıyorum.
Ben onu 1988 yılının Ağustos ayında birlikte yaptığımız hac yolculuğumuzda daha yakından tanıdım. Bir ay süren bu mukaddes yolculukta, aynı mekanda, hatta aynı odada diğer arkadaşlarımızla birlikte kaldık. Manavgat müftüsü merhum Mehmet Hocamız ve diğer Antalyalı arkadaşlarımızla beraber mübarek mekanlarda birlikte dua ettik, gözyaşı döktük. Hasan Ağabey, eşi merhume Fatma Hanım ile beraber hacca gelmişlerdi. Fatma Hanım da geçen yıl Kosova’da ruhunun ufkuna yürümüştü. Toprağın üstünde bu fani dünyadaki birlikteliklerini şimdi kıyamet sabahına kadar orada yine yan yan birlikte bekleyecekler. O yıl hacca ben de rahmetli annem ile beraber gitmiştim. Benim annemin adının da Fatma olması ve yaşları da birbirine yakın olması itibarı ile bu iki hanımefendi birbirlerini çok sevmişlerdi. Rahmetli annem hayatının sonuna kadar o hac arkadaşlarını unutmaz, her zaman bana onlardan haber sorar ve gıyaplarında dua ederdi.
Bir güz mevsiminde hazan vurmuş sararan yaprakların rüzgarın etkisi ile birer birer toprağa düşmeleri gibi Hizmet Hareketinin muhacir kuşlarının da gurbette birer birer toprağa düşmeleri hem içimizi acıtıyor hem de öteler adına Rabbimizden beklentilerimize ayrı bir derinlik kazandırıyor. Kadere inanamasaydık bu kadar kederi asla taşıyamazdık diyesi geliyor insanın. Nerden bilecekti Antalya’da doğup da Kosova’da öleceğini Hasan Ağabey! Nereden bilecekti, Akseki’de doğup da Mozambik’te öleceğini Süleyman Ağabey! Nereden bilecekti, Burdur’da dünyaya gelip de Almanya’da ruhunun ufkuna yürüyeceğini Mehmet Ali Hocamız! Ve daha niceleri. Beş bilinmeyenden birisidir kişinin nerede öleceği. Allah’tan başka hiç kimsenin bilemediği bir konuyu bizler nereden bilebilirdik ki! Biz sadece kader kazaya dönüşünce anlayabiliyoruz bu hakikatleri.
Hasan Ağabey’in simasında hiç unutamadığım iki yüz ifadesi var. Bunlardan birincisi sevindiği bir konudaki o muhteşem gülüşü, ki son anlarına kadar bu tebessüm yüzünden hiç eksik olmadı. Onu abus bir çehre ile gören hiç olmamıştır desem mübalağa yapmış olmam. İkincisi de hayret ettiği ve şaşkınlık yaşadığı bir konu ile karşılaştığında parmağını ağızına götürerek hayretinin yüzüne yansıması. Aslına bakılırsa, vücudunda adeta gençlik yıllarından itibaren tavattun etmiş olan hastalıklarla boğuşurken, ameliyatların birinden ötekine geçerken nasıl mütebessim ve mütevekkil olunur onu bizlere yaşayarak gösterirdi. Halinden anlamayanlara da bazan ” Öküz inleyeceği yerde kağnı inliyor.’’ derdi.
Merhum Hasan Ağabey’in gönlü Hizmet’e açık olduğu kadar sofrası da misafirlerine açıktı. Zaten onun mesleği sayılırdı açları doyurmak. Antalyalı olup da onun köftelerinden cümbüşlemeyen yoktur sanırım. Hele kurban bayramı günlerinde Rasanet Yurdu’nda yaptığı o nefis kavurmalar hiç unutulacak gibi değildir.
Hasan Ağabey’in en çok ibret ve örnek alınacak davranışlarından birisi ve belki de birincisi bu fani hayatın bir imtihan yeri olduğunu ve sonucunda her türlü nimetin ahirette hesabının sorulacağının idraki içerisinde, hanımı ile birlikte sahip oldukları dünyalıklarının çoğunu Hizmet’e bağışlayarak vazifesini bihakkın ifa etmiş şekilde ruhunun ufkuna yürümesidir. Ben bu haberi duyduğumda gıyabında ona gıpta etmiştim. Daha sonra ilk karşılaştığımızda da ona: Konya’daki İbrahim Büyükkoyuncu amcamızın, Büyüğümüzden duyduğum şu ifadeleri aktarmıştım. İbrahim Büyükkoyuncu amcamızın da Hasan Ağabeyimiz gibi kendi neslinden evladı yoktu ve servetinin hepsini Hizmete bağışlamıştı. İbrahim Amca, Büyüğümüz ile karşılaştığında ona dedi ki: Efendim ben dünyalık sahip olduğum her şeyimi Hizmete bağışladım. Başka ne yapabilirim? Büyüğümüz de: Böyle bir sözü ondan başka kimseden duymamıştım. Bu sözleri duyunca Hasan Ağabey’in gözleri nemlenmiş, yaptığı işin çok önemli bir iş olduğunu bir kez daha derinden idrak etmişti.
Bugün sınırlı sayıda da olsa gönül dostları, onu kabrine kadar götürüp son insanî ve İslâmî görevlerini ifa edip evlerine döndü.. O ise, hayatını paylaştığı eşine ve hayatta iken yapıp ettiği amel-i salihlerine ve dahi Yüce Rabbine kavuşmuş olarak kabir hayatına başlayacak. Kim bilir Mevlana’nın Şeb-i arusu gibi ne kadar sevinçli olacak! Neden olmasın ki! İnancımız o ki, bir taraftan dinine hizmetten dolayı öz vatanından çıkartılmış bir muhacir ünvanı diğer tarafta gurbette vefat etmenin garipliği ile büyük mükâfat görecek.Mekanın cennet-ül Firedevs olsun güzel insan. Hz..Hasan Efendimiz ile birlikte haşrolasın.Hizmetten.com