Anayasa Mahkemesi (AYM) bir süreden bu yana çarpıcı kararlar alıyor. AYM Başkanı Zühtü Arslan, hukukun ayaklar altında ezilip yok edildiği bir dönemde, ülkeye çıkış yolu gösteriyor, mihmandarlık yapıyor.
Anayasa Mahkemesi ve başkan Zühtü Arslan tarafından son aylarda birbirinden önemli üç adım atıldı. Kararlar son günlerde alınmamış olsa da kamuoyu tarafından yeni duyulmuş oldu.
BİRİNCİSİ: İşkence ile ilgili verilen karar. Darbe girişimi sırasında Antalya’da gözaltına alınan ve işkence gören bir öğretmenin başvurusu üzerine alınan karar dikkat çekici. Zaman aşımına uğramayan, insanlık suçu olan kararın özeti şu:
“Kötü muamele yasağı mutlak bir yasak olup ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike durumunda bile askıya alınamamaktadır. Terör ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile kötü muamele kesin olarak yasaklanmıştır.”
Bu kararla işkence gören öğretmen hakkında polisin düzenlediği “merdivenden düştü” yolundaki tutanağa dayanarak savcılığın verdiği takipsizlik kararını hak ihlali saydı. Yaşanılan olayın ayrıntısının Adli Tıp raporu ile belirlendiğine vurgu yapılan kararda başvurucuya 40 bin TL ödenmesine de hükmedildi. Bu kararla savcılığın kapattığı soruşturma yeniden açılacak, işkenceci polisler yargı önüne çıkacak.
15 TEMMUZ HUKUKSUZLUKLARININ ÜZERİNDEKİ DOKUNULMAZLIK KALKTI
İKİNCİSİ: AYM’nin bu kararı, çok daha geniş kapsamlı olacağa benziyor. OHAL Kanununda yapılan bir düzenleme ile 15 Temmuz sonrası hukuka ters uygulama yapanlara getirilen dokunulmazlık zırhını büyük ölçüde kaldırıyor.
Önce OHAL Kanununun 37. maddesi ne öngörüyor ona bakalım:
“15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hal süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.”
Bu hükümle getirilen dokunulmazlık zırhı yetmezmiş gibi bir de buna Aralık 2019’da aşağıdaki hüküm eklendi. Bu hükümle her türlü keyfilikle yapılan işlemler hesap verebilir olmaktan çıkarılmaya çalışıldı:
“Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ve bu nedenle kamu görevinden çıkarılmış olan kişilerden, adli veya idari soruşturma veya kovuşturması devam edenlerin sosyal güvenlik haklarına ilişkin başvuruları hakkında 31/10/2019 tarihine kadar karar alan, bu kararları yerine getiren veya işlem yapmayan kamu görevlilerinin bu karar ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.”
AYM, NORMALLEŞMENİN ÖNÜNÜ AÇAN ADIM ATMIŞ OLDU
AYM, aldığı bu kararla, öncelikle MGK tarafından karar verilen uygulamaları devre dışı bıraktı. MGK’nın icraî bir yetkisinin olmadığı hatırlatıldı.
Kararın ikinci ayağı ise bu kararları alanlara getirilen “hukukî” ve “malî” korumanın ortadan kaldırılması.
Esas itibariyle AYM, kararıyla iktidarın hukuksuz emirlerini uygulayan ve kendisinin koruma altında olduğunu sanan memurlara ayaklarını denk almaları gerektiğini hatırlatmış oldu. “Altına attığın imza seni bağlar. Bunun hukuki ve mali anlamda bedelini ödersin” diyor.
Söylemeye gerek yok. Yargı kararları geriye işlemiyor. Bu zaten geriye dönük bir düzenlemeyi öngörmüyor. Türkiye’nin normalleşme sürecine girmesinin yolunu açıyor.
Normalleşme, ülkeyi “anormal” hale getiren yapının ortadan kaldırılması ile mümkün olabilir. Türkiye’nin, darbe ve darbe girişimlerinden sonra normalleşme sürecine girmesi ortalama 5 yıl alıyor.
27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında normalleşme 10 Ekim 1965 seçimleriyle, 12 Mart 1971 Muhtırası sonrasında normalleşme 14 Ekim 1973 seçimleriyle, 12 Eylül 1980 sonrasında ise normalleşme ise 29 Kasım 1987 seçimleri ile olabildi. (ANAP’ın iktidara geldiği 6 Kasım 1983’te normalleşme olmadı, normalleşmenin önü açıldı.)
EN İYİ KOKUYU İŞ İNSANLARI DEĞİL, BÜROKRATLAR ALIR
Kamuoyunda iş insanlarının iyi koku aldığı kanaati yaygın. Evet tüccarlar iyi koku alır. Bunun aksini iddia etmiyorum. Bu kesimden daha iyi koku alan bir başka kesim var, onlar da bürokratlar.
Bürokratlar, “insider trading” yaptıkları için, iktidarların nabzının nasıl attığını en iyi onlar biliyor. Bundan dolayı da muhtemel bir farklılaşma hissettiklerinde yeni dönemde başlarının ağrımaması ve kendilerini sağlama almak için tavırlarını farklılaştırırlar.
Şu sıralarda tam da onu yaşıyoruz. İYİ Parti, bürokrasiden gelen belgeleri depolayabilmek için yeni bir merkez tuttu. Eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan geçtiğimiz günlerde Sedat Peker’in açıkladığı bilgilerin kaynağının neresi olduğunu kamuoyuna duyurdu.
Buna AYM’nin aldığı kararları da ekleyin lütfen. Yüksek Mahkemenin üyelerinin de birer bürokrat olduğunu unutmayın.
ÜÇÜNCÜSÜ: AYM’nin bu iki kararına üçüncü olarak da Başkan Zühtü Arslan’ın yaptığı açıklamaları katmak gerekiyor. Başkan Arslan, bu yılın Haziran ayında yargı mensubunun nasıl olması gerektiğine ilişkin açıklamalar yapmıştı.
Arslan, “Fikri ve vicdanı hür olmayandan hâkim olmaz. Aklını ve vicdanını başkalarına kiralayan veya iradesine ipotek konmasına izin veren kişiden hâkim olamaz” çıkışı yapmıştı. Ben de bunun üzerine, “Türkiye’nin girdiği yeni yol ve AYM Başkanı Arslan’ın söyledikleri” başlıklı bir yazı yazmıştım. (Fırsat bulursanız bu yazıyı okumanızı tavsiye ederim.)
Zühtü Arslan, tepeden gelen yönlendirmelerle AYM kararlarını uygulamak istemeyen mercilere seslenirken, bir ülkede AYM kararlarının uygulanmaması halinde yargılamanın anlamının kalmayacağı uyarısında bulundu. Arslan sadece bu tespiti yapmakla kalmadı, “Anayasa Mahkemesi kararları bir ülkede bulunan tüm kuruluşları bağlar” diye noktayı da koydu.
“Yiğit düştüğü yerden kalkar” denir. Türkiye, yargı eliyle bu pespaye yola sürüklendi. Çıkışı da yargı eliyle olacak. Bunu göreceğiz.