Kur’an’ı Kerim bazı ayetlerinde insanlara, şeytani işlerin, dinen kerih görülen amellerin ne kadar zararlı olduğunu anlattıktan sonra “halen vazgeçmeyecek misiniz” der. Kur’an, insanları kendi iyilikleri için olağanüstü bir belagat ve nezaket diliyle uyarır.
Ne yakık ki, günümüz Türkiye’sinde ona inandığını söyleyen insanlardan bazıları, bu ilahi ikazları kulak ardı ediyor, hatta siyasi görüşlerini savunma adına, bu kötülükleri meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
Örneğin, beş vakit namaz kılan bir adam, “çalıyorlar ama çalışıyorlar”, diyebiliyor…
Bir başkası, Cami avlusunda, “öncekiler çalmıyor muydu” savunmasını yapabiliyor…
Hatta, başı örtülü bir Aile Bakanı, cinsel istismar mağduru çocuklar için “bir kereden bir şey olmaz” ifadesini kullanabiliyor ve bunu yaperken vicdanı biraz olsun sızlamıyor.
Bu iğrenç savunmalara şahit olan bir çok Müslüman da, önemli olan devletin bekasıdır diyerek, meselenin üstünü klişe haline gelmiş bir hamaset söylemiyle örtüyor.
Devlet ile hükümet kavramlarını birbirinden ayıramayacak kadar cehalet bataklığına batmış bu güruh, siyasi iktidarın değişmesiyle devletin çökmeyeceğinin, hatta daha da güçleneceğinin farkında bile değil.
Bunun en bariz örneği 1972’de ortaya çıkarılan Watergate skandalı. Dünyanın en güçlü devletlerinden biri olan ABD’de, Washington Post’da görev yapan Carl Bernstein ve Bob Woodward isimli iki genç gazetecinin araştırmaları sonucu ortaya çıkan Watergate skandalı, ABD başkanı Nixon’un istifasına ve 69 kişinin yargılanmasına neden olmuştu. Bu yargılamalar ABD’nin bekasını hiçbir şekilde etkilemediği gibi, demokrasilerini ve hukuk sistemlerini daha da güçlendirdi.
Şimdi gelelim günümüz Türkiye’sine… 17/25 Aralık’da bu ülke, tarihinin en büyük yolsuzluk operasyonlarına şahit olmuştu. Rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık, görevi kötüye kullanma, yasalara aykırı olarak imarda rant sağlama, devlet banklarını kullanarak para aklama gibi suçları işledikleri yasal delillerle sabit olan dört bakandan birisi, geçtiğimiz günlerde, dosyasında olan her şeyin doğru olduğunu itiraf etti. Daha da ilginçi, diğerleriyle beraber hırsızlık torbasına atılmaktan şikayet ediyordu. Yani, diğer üç bakanın hırsızlık yaptığını teyid ediyordu. Bu konuda henüz hukuki bir işlem yapılmış değil.
Gerçi bu dosyanın baş muhatabı Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturduğu müddetçe, tekrar açılacağını ümit etmek hayalperestlikten öteye geçmez.
Bunun iki sebebi var, birincisi böyle bir soruşturmanın en tepeye kadar gideceğini, yandaş-muhalif herkes biliyor, çünkü bu büyük yolsuzluk gemisinin dümeni kimin elinde olduğunu sağır sultan bile duydu. Erdoğan’ın oğlu Bilal ile yaptığı görüşmelerin tapelerini dinlemeyen yok. Şimdi buna bir teyit daha geldi. Erdoğan Bayraktar’ın, benim tapelerimin hepsi doğru itirafı, aynı zamanda diğer tapelerin de doğru olduğunu gösteriyor.
İkincisi, bugün muhaliflerin fenerle aradığı savcıların yerlerdinde yeller esiyor. Onlar, dönemin polis amirleri, müdürleri ve memurlarıyla, devletin kendilerine yüklediği vazifenin hakkını verdiler, hiç kimsenin hukukun üstünde olmadığını göstermek için kendi geeceklerini tehlikeye attılar. Neticesinde, müfakat olarak da tutuklandılar. Bugün bu babayiğitler cezaevlerinde çürümeye terk edildi, hatta hırsızların kini dinmediği için, aileleri ve akrabaları bile tutuklandı.
Dolayısıyla, ülkenin bu duruma gelmesinde ki tek suçlu iktidar değil. Zamanında gereken tepkiyi vermeyen, dolayısıyla hırsızların yasaları çiğneyerek kurtulmasına göz yuman herkes sorumludur.
İşin acı tarafı, halen akılları başlarına gelmiş gibi değil, çünkü bugün bile televizyon ekranlarından, bu ülkede omurgalı bir savcı yok mu diye bas bas bağırırlarken, o yiğitliği gösteren omurgalı savcı ve polisler hakkında tek söz edemiyorlar.
Hatta bir çoğu, operasyonlar doğruydu, büyük bir yolsuzluk ve hırsızlık vardı derken bile, ama o polislerin ve savcıların niyeti yolsuzluk operasyonu değildi, hükümeti devirmekti gibi, 15 yaşında ki çocukların bile güleceği yorumlar yapıyorlar. Daha da kötüsü, bu yorumlarında haramilerin retoriğini kullanarak, iktidara destek oluyorlar.
Eğer bir gram insaf taşıyor olsalardı, bir avuç polisi, iki üç savcıyla bu ülkede hükümet devirmenin mümkün olmadığını itiraf ederlerdi.
Gerçi bunu çok iyi biliyorlar ama o polisler ve savcılar görevlerini yaptılar demeleri, cemaati haklı çıkarmak ve kendilerinin de dahil olduğunu ‘fütü’ söyleminin adi bir iftira olduğunu kabul etmek olacak.
Tabi burada gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husus daha var. İktidarın giderek güç kaybettiği, halk desteğinin hergün azaldığı, Erdoğan’ın sağlık sorunlarıyla boğuştuğu, artık ayakta durmakta bile zorlandığı bir dönemde, cemaati haklı çıkarmanın bir anlamı yok mülahazası içindeler. Elimize bir fırsat geçmişken, niçin bir taşla kuş katliamı yapmayalım, diyorlar. Dolayısıyla, binlerce masum cezaevlerinde çürümüş, KHK’larla aç bırakılmış, sokak ortasından kaçırılmış, işkencelere maruz kalmış, hastalar, bebekler, anneler, yaşlılar, yasalara göre hiçbir suçları olmamasına rağmen zindanlara atılmış, ne önemi var ki?
Yeter ki cemaat haklı çıkmasın. Biz de, milyonlarca insana terörist iftirasını atmaya devam edelim.
Fakat bütün bu planların arasında hesap edemedikleri birşey var. İster inansınlar, ister inanmasınlar, bu zulümler Gayretullaha dokunacak, belki de dokundu bile. Ülkenin başına felaketler birbiri ardına yağıyor. Yangın derken sel, salgın derken geçim sıkıntısı, musibetler hergün biraz daha çoğalıyor.
Hani sokak röportajlarında herkes ülkenin birinci sorununun ekonomi olduğunu söylüyor ya… Bir yönüyle doğru, çünkü son rakamlara göre yoksulluk sınırı 2900 TL, yani asgari ücretin üstünde.
Fakat, ülkenin en büyük sorunu ekonomi değil, hukuk.
Hukunun üstünlüğünün olmadığı bir ülkede, ekonominin iyi olmasını beklemeyin… Dolayısıyla, bu ülkenin hukuk sistemi düzeltilmedikçe, adalet gelmedikçe, hangi iktidar gelirse gelsin, yoksulluk artacak ve vatandaş ayaklanmaya devam edecek.
Bu nedenle, muhalif geçinen siyasetçi, gazeteci ve yorumculara bir hatırlatma yapalım, şu hukuksuz iktidarın retoriği olan ‘fütü’ sakızını çiğmeye ısrar ettiğiniz sürece, bu ülke düzelmeyecek, dolayısıyla, Perinçek’in, siyasetin köpeği dediği yargının tokmağı altında köleler gibi yaşamaya devam edeceksiniz.
Bu gidişattan gerçekten kurtulmak istiyorsanız, el birliğiyle adaleti tesis edin, masum insanların hakkını teslim edin. Kısacası yalandan, iftiradan, tarafgirlikten vazgeçin…@ÖmerErgi