“Vefa, dost ikliminde yetişen bir güldür…”
Vefa, sözünü tutma, borcuna sadık olma, görevini yerine getirme
manalarına gelir. İbranice’de “seven” demektir vefa. Hz Davut (as)’ın
adlarından biride Vefalı. Ruhunun ufkuna yürüyene “vefat etti” deriz.
Küçük bir inşikak ile vefayla anlam birliğine ulaşır ölüm. O’ndan gelen
O’na dönmüştür zira.
Halık’ı mutlak, insan ruhlarını yaratınca hepsine sordu “ben sizin
rabbiniz değil miyim” diye. (Araf 172) Elbette öylesin dedik, diyoruz,
diyeceğiz de. Bizi yoktan var etti, hayat verdi bize. İnsan eyledi, en güzel bir
kıvamda halk etti. Sen bizim Rabbimizsin, terbiye edenimizsin, senin
Rablığından razıyız deriz her dem. Kulun Rabbisine vefası, o mecliste
verdiği sözü tutmasıyla alakalı. Yaradılanlar o gün Yaradana şöyle nida etti.
“Tabi ki Ya Rabbimiz… bize Rablık ettiğine şahidiz, sen Rablığını, takdirini,
tasarrufunu, üzerimizden bir an kesmedin, kesmiyorsun. Zaten kesersen
biz kalmayız ki…”
Allah’la varlık ve insan arasındaki vefa ilişkisi, elest bezminde başladı
ve ebediyete kadar sürecek bir süreç. Zamanın gözü yaşlı vefa abidesi
“Vefa, dost ikliminde yetişen güllerdendir” diyor. “Dost istersen Allah
yeter” diyen Üstadın sözüne şerh babında. Hakiki dost ve kendine
inananların velisi Allah’tır. Vefa ise işte o hakiki dostun hariminde yetişen
nadide bir çiçek. Vefanın kaynağı “Ya Vafi” isminin sahibi. Bundan
dolayıdır ki insan önce Rabbisine, terbiyesinde hiç bir eksik bırakmayan
Zat’a karşı vefalı olmalı. Vefa Yaradana olursa, Yaradandan yaradılana
tevcih olunacak bir cevhere dönüşür. Yaradana vefayı bilmeyen, yaradılana
vefadan haberdar olamaz. Burada sözü az bir tasarrufla zamanın vefa
kahramanına vermek istiyorum: “Allah’ın ihsan ettiği lütuflar karşısında
bize düşen vazife, çok ciddi bir vefa hissiyle sürekli bunları hatırda tutmak
ve her hatırlayışımızda da iki büklüm olmaktır.”
Dost ikliminin en vefalı abidesi Aziz Peygamberimizdir. Rabbisine,
insanlığa ve varlığa karşı azami vefalı insan. İnsanlığa vefası adına şu
sözleri ne muhteşem: “Benim ve sizin durumunuz; ateş yakıp da, ateşine
cırcır böcekleri ve kelebekler düşmeye başlayınca, onlara engel olmaya
çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için
kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulmaya, ateşe
girmeye çalışıyorsunuz.”(Müslim, Fezâil 19; Rikâk 26; Tirmizî) Efendimiz
(sav)’in annesi, kendisi küçük yaştayken ruhunun ufkuna yürümüştü.
Efendimiz dedesinin vefatı sonrası, amcası Ebu Talib’in evini şereflendirmiş
ve o hanede amcasının hanımı Fatıma’dan çok iyilik görmüştü. Fâtıma
hanımefendi, Peygamberimiz’e çok iyi bakmış, onu kendi çocuklarından hiç
ayırmamıştı. Müslüman olarak Medine’ye hicret eden bu hanım vefât
ettiğinde Resûlullah; “Annem öldü!” demiş, onu gömleği ile kefenlemiş,
daha sonra da kabre alışması için oraya bir müddet uzanmıştı. “Yâ
Resûlallâh! Herhâlde Fâtımâ’nın ölümüne çok üzüldünüz!?” denildiğinde
ise:
“O benim annemdi. Kendi çocukları aç dururken önce benim karnımı
doyurur, kendi çocuklarının üstü başı toz toprak içinde dağınık dururken, o
önce benim başımı tarar ve gülyağı sürerdi. O benim annemdi.”
buyurmuştur. (Ya’kubî, II, 14)
Efendimiz (sav) Mekke’yi, hicretten sonra şöyle bir ilan yayınladı:
“evinde kalan, Kabe’ye sığınan ve Ebu Süfyan’ın evinde olanlara eman
verilmiştir.” Evinde kalan ve Kabe’ye sığınanlara eman verilmesi anlaşılıyor
da, Ebu Süfyan’ın evi neden hususi emana vesile oluyordu. Halbuki gözü
gibi sevdiği amcası Hz Hamza, (Allah ondan razı olsun) Ebu Süfyan’ın
hanımı Hint tarafından katlettirilmişti. Bu acaipliği yıllar önce yaşanan bir
hadise açıklayacaktı. Efendimiz Kabe’nin gölgesinde ibadet ederken, Ebu
Cehil başından deve işkembesi döktür ve alay eder. Bu hadiseye şahit olan
annemiz Hz Fatıma, Ebu Cehil’e küçük elleriyle vurmaya çalışır ama O’da
cehaletin babası tarafından tartaklanmaktan kurtulamaz. Bunu gören Ebu
Süfyan cehaletin babasını arkadan kavradı, annemiz Fatıma’ya bir kaç
tekme vurmasını söyleyedi. Fatıma annemiz de babasına sarılıp O’nu teselli
etmeden önce Ebu Cehil’e bir kaç tekme vurur ve ağlamaları böylelikle
dindi. Ebu Süfyan’ın bu vefası yıllar sonra İnsanlığın Sultanı tarafından
karşılık görecek ve böyle bir iltifata mazhar kılndı.
Evet… günler günlere karıştı, zaman ahire vardı ve bizler, bir
değerimizi daha kaybettik. Vefa gibi yüksek bir değer, mezatlarda üç kuruşa
satılır oldu. Yıllarca yapılan iyilikler küçük bir hata yada kusur karşısında
yerin on arşın dibine gömülür oldu. Neredesin ey vefa? Zamane
Karmatilerinin aklının ucuna bile gelmez oldun. Kendilerine iyiliğin her
türlüsü yapılan vefasızlar, kendilerinden iyilik gördüklerinin mezarlarını
talan eder oldular. Eşkıyalık, zorbalık ve zulüm, ahlakı oldu ahlaksızın.
İhanet katıklık ediyor ceberruta. Anne, baba evladına kıyıyor. Koca bir
toplum kendisine her gün süt veren deveyi kesmenin şehvetini yaşıyor.
Şimirleşen ruhları, hançeri sapladığı için elleri patlarcasına alkışlayan,
vicdanı dumura uğramışlar bayram ediyor.
Vefasızlıklar karşısında ehli vefa, kendine yakışanı yapmaya çalışacak,
“Mutlak Vafi” olanın sığınağında vefa türküleri söylemeye devam edecek
muhakkak. Canileşen evladın ecdadının, değerlere hizmetini düşünecek ve
bunada “eyvallah” diyerek hayır tığını örmeye devam edecektir inşaallah.
Hizmet vefa ister… sınar seni, az nazlanır bazen, bazen üryan gösterir
kendini, nakise koyar ortaya… hele ne yapacaksın diye.