Arınma, temizlenme manasına gelir tevazu. Kişinin kendini başkalarını aşağılayıcı duygu ve davranışlardan arındırması manasınadır. Tevazunun maddi manevi kirlerden temizlenme manasındaki abdest ile de bir ilgisi vardır. Abdest Arapça “vudu” kelimesiyle ifade edilir. “Vudu” yüz başta olmak üzere belirli organları yıkayıp temizleme demektir. Tevazu vicdan ve ruha musallat olan manevi kirlerden azad olmanın başlangıcı sayılır. Böyleliklede insani kemalatın cümle kapısı, kemalat yolculuğunun ilk basamağı kabul edilir. İlk basamağa adım atmadan zirvelere çıkmak ne mümkün? Mütevazi insanın yüzü yere dönük, gönlü herkese açıktır. Çocuk, genç, ihtiyar farketmez muhatap olmak için. Sarı, siyah, beyaz tenli olmakta farketmez gönül kapılarını açma adına.
Tevazu haddi bilmek, Hakk karşısındaki konumunun farkında olmaktır. Acz, fakr insanın asli kimliği. Tevazu asıl kimliği kabullenmenin adı. İnsan yaradılış itibariyle aciz bir varlıktır. Acizdir, zira doğumundan ölümüne varlığına kast eden maddi manevi engelleri bertaraf edecek güç ve kuvvetten mahrumdur. İnsanın diğer bir özelliği ise fakriyetidir. Baba sulbünden sonsuza uzayan hayat yolculuğunda, muhtaç olduğu hiç bir şeye malik değildir zavallı insanoğlu. Acz ve fakr fıtratı olan insandan beklenen, güç, kuvvet ve imkanları sonsuz olana dayanması ve sığınması olmalıdır. İşte tevazunun aslı budur. Tevazunun zıddı olan kibir ise, fıtratla zıtlaşma, yaradılışı beğenmeme, Allah’ın hududuna, mahremiyetine tecavüzdür. Bu hak ihlalinin karşılığını ise Cenab-ı Hakk şöyle ifade ediyor; “Büyüklük ridamdır, izzet de izarımdır. Kim bu iki şeyde benimle niza ederse ona azap veririm.” (Müslim, Birr 136; Ebu Davud, Libas 29) Diğer bir şerefli sözünde Kainatın efendisi şöyle
buyuruyor; “Kim mütevazi olursa Allah onu yüceltir, kim de tekebbür ederse Allah onu alçaltır” (İbn-i Mac’e, Zühre, 16)
Tevazunun diğer adı “mahviyet.” Mahviyet kendi olarak yok olurken, mutlak var olanı yansıtma demektir. Yaradan “gecenin ayetini, gündüzün delili karşısında mahv ettik” buyuruyor. Ay geceye ayet, güneş gündüze. Allah ayın ışık ve ısısını alarak, güneş karşısında ayı mahvettiğini söylüyor. Ay kendine ait özelliklerini kaybedince, güneşi yansıtır hale geldi. Böylelikle “güneş ışık, ay ise nur oldu.” Nuraniyet kesbetme, ay gibi mahvolunca elde edilecek bir meziyet. İnsan irade sahibi, şuurlu varlık. Onun mahviyeti iradesi ile mümkün. Hakk karşısında iradesiyle mahv olan insanın manevi cihazatı işlemeye başlar ve esma-i ilahiyeye ayine olur.
Bediüzzaman hazretleri “Büyüklerde büyüklük alameti tevazu ve mahviyettir, küçüklerde küçüklüğün emaresine gelince, o da tekebbürdür” buyurur. Cismen uzun ve büyük insanlar pencereden dışarıyı görmek için eğilirler, küçükler ise aynı pencereden dışarıyı görmek için ayaklarının üstüne çıkarlar. Büyüklük başın önde olmasıyla doğru orantılıdır. Burada bir noktanın altını çizmekte fayda var; tevazu kesinlikle eziklik değildir. Tevazu iradi olarak konumun farkında olmaktır.
Tevazunun insan gönlünde çiçek açması ve insanı alay-ı illiyyin obasına taşıması, “ihlas, ihsan, ilim ve irfan” ahlakının vücut bulmasıyla doğru orantılıdır. Bir insanın mütevazi yada kibirli olması dıştan bakmakla anlaşılacak bir konu değildir. İnsan kendini devamlı muhasebeye çekerek, her hareketini Allah için yapma düşüncesine kendini bağlayarak, tevazu halini yaşamaya başlar ve ihlasta derinleştikçe tevazusu genişler. Tevazu gibi Allah nezdinde mana ifade eden bir ahlaki değeri kazanmak için hayatın tevazu, mahviyet ve hacalet içerisinde geçirilmesi fevkaladeden önem kazanmaktadır. Tevazu, “ben mütevazi olacağım” demekle zahir olmaz insanda. Tekebbürde tevâzuda
niyet etmeyle insanda oluşmaz. Zemini olmayan bağın üzüm vermesi beklenilmez. Tevazu insanın vicdan mekanizmasının çalışmasıyla oluşur. Vicdan mekanizması tahrip olmuş kişiden güzel ahlak nasıl sadır olacak ki? İnce ince, kaneviçe gibi, ilmi, irfanı, ihlası, ihsanı, kalbe işleye işleye, tevazuyu fıtrat haline getirmek lazım.
Evet her zahiri insan duygusunun, insanın batınında bir kaynağı vardır. Her söz, fiil yada davranış, şeytanın insana nüfuz mahalli olan nefiste veya Rahman’ın tecelli mahalli olan kalpte şekillenir. Tevazu kökü Rabbe bağlı olan kutsi bir değerdir. Yaradan her ne kadar Zat-ı Bari hesabına, uluhiyet ve azamet sahibi olsa da Ef’ali itibariyle tevazunun kaynağıdır. Daha ilk sürede, ilk ayetlerde, kullarına kendine hitap ifadesi olarak “sen” dedirten bizim Rabbimiz değil mi? Mütevazi insan Rabbisinin güzel isimlerine ayna olmaya başlar.
Hasılı kelam bütün güzel davranışlar gibi “tevazu”, “mahviyet” ve “hacalet” ahlaki değerler, Rabbimizin “güzel isimlerinden” akan mai zülal gibidir. Kaybetmiş, yitirmiş olmamız onlardan kopmamız manasına gelmemeli. Bin bir emek ve gayretle, bizi Halıkımıza bağlayacak güzel davranışlarımızı yeniden temellük etmenin yollarını aramalıyız