Yakın dönemin büyük katliamları 2015-2016 yılları arasında yaşandı desek mübalağa etmiş olmayız. Bu katliamlara ilişkin 6 yıla yakındır süren davalar, özellikle IŞİD’in saldırılarında istihbarat birimlerinin etkisi olduğunu gözler önüne serdi. Ancak dava süreçlerinde ortalığa saçılan tüm bu bilgiler, herhangi bir yetkilinin hesap vermesine yetemedi. Oysa dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu‘nun da hesap vermesini gerektirecek bilgiler vardı. Davutoğlu’nun dönemindeki sokağa çıkma yasaklarında birçok Kürt kenti yıkıma uğradı, yüzlerce Kürt öldü, binlercesi de göçe zorlandı.
Davutoğlu’nun başbakanlık dönemi olan 28 Ağustos 2014 ve 24 Mayıs 2016 tarihleri arasında yaşananlara yakından bakalım. Özellikle 1 Kasım 2015’te tekrarlanan seçimlerden öncesine, yani 7 Haziran dönemine.
400 VEKİLLE “HUZUR İÇİNDE” BİR TEHDİT
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 7 Mart’ 2015 tarihindeki Gaziantep mitinginde, “Kardeşlerim, 400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün” diyerek ‘tehdit’ ile oy elde etmeye çalışsa da Halkların Demokratik Partisi (HDP), 7 Haziran 2015 seçimlerinde yüzde 13’lük oranla barajı geçerek uzun süredir beklenen bir ‘zaferi’ elde etmişti.
Bu zafer, Türkiye’nin Kürt, sol, sosyalist ve/veya demokratik kesimleri için yeni bir sürecin kapılarını aralasa da siyaset kulisi için durum pek de böyle değildi. Kürt siyasal hareketinin barajı geçmesi ve artık parlamentoda temsil kazanması, uzun süredir iktidarı tek başına elinde tutan AKP ve Erdoğan için büyük bir hezimeti gözler önüne seriyordu.
“DOLMABAHÇE MUTABAKATI’NI TANIMIYORUM”
Erdoğan, 7 Haziran seçimlerinden sonra bir süre açıklamalardan kaçındı. Ta ki 17 Temmuz 2015’e kadar. Bu tarih, bundan sonra yaşanacak büyük bir kaosun da başlangıç tarihi olarak kabul edilebilir. Çünkü Erdoğan, Türkiye’nin uzun süredir demokratik yollarla savaşı durduracak adımını; yani çözüm sürecinin önemli aşamalarından biri olan “Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımadığını” söyledi ve yaklaşık bir buçuk yıl sürecek savaş politikasının temeli atılmış oldu.
VE FAY HATTI KIRILIYOR: CEYLANPINAR CİNAYETİ
20 Temmuz 2015 tarihinde IŞİD, Urfa’nın Suruç ilçesindeki Amara Kültür Merkezi’ndeki gençlere dönük canlı bomba saldırısını gerçekleştirdi. 33 kişi, Suruç’ta IŞİD eliyle katledilmiş oldu. Suruç katliamını sonrasında bir dizi katliam takip etse de gerçekleşme şekli, hayatını kaybedenlerin sayısı ve saldırganların yine istihbarat takibinde olmasına rağmen engellenmemesi devletin sorumluluğunu ortaya koydu.
Ancak henüz IŞİD’in katliamı konuşulurken ve katliamın aydınlatılması gerekirken iki gün sonra, 22 Temmuz’da Urfa’nın Ceylanpınar ilçesinde Feyyaz Yumuşak ve Okan Açar isminde iki polis öldürüldü. Devlet yetkilileri birbiri sıra bu olayın “çözüm sürecini bitirdiğini” iddia etti.İki polisin öldürülmesine ilişkin davada, bir polisin delillerle oynandığı itirafı ortaya çıktı. Davada yargılanan 7 kişinin avukatı Hüseyin Akay, Ceylanpınar’a dair iki iddia için şöyle demişti:
CEYLANPINAR ASLINDA BİR BAHANE MİYDİ?
“Dava dosyasında yer alan olay yeri tespit tutanağında; her 2 polisin farklı odalarda uyurken enselerinde sıkılan birer kurşunla şehit edildikleri yazılıydı. Fakat gerçek hiç de böyle değildi maalesef. Olay yerine ilk intikal eden polis ekibinden bir kişinin tarafıma yaptığı itiraf da, ölen polisin çalışma masasında oturur vaziyette ve başı açık olan laptopuna düşmüş vaziyette şehit edildiğini belirtiyordu. Sonrasında polis amirinin üstleriyle yaptığı telefon görüşmeleriyle, her nasılsa masada oturur vaziyette şehit edilen bu polis memuru, tutanaklara ‘yatakta uyur vaziyette ölü bulundu’ şeklinde geçmişti.”
İSMİ KONULMAYAN “SAVAŞ İLANI”: ZERGELE BOMBARDIMANI
O gün bütün bunlar gözardı edilse de bugün de bu bilgilerin üzerine gidildiği söylenemez. Ancak Ceylanpınar’daki cinayetin çözüm sürecini bitirmek için bir bahane olduğu şüphesi hala geçerliliğini koruyor.
Çünkü cinayetin hemen peşi sıra, 24 Temmuz 2015 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) uçakları Kandil bölgesindeki sivil yerleşim yeri Zergele köyünü bombaladı.
TSK, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve medya tüm söylemini PKK kampını yerle bir etmek üzerine kursa da Zergele aslında bir sivil yerleşim yeriydi. Bu durumda hem PKK hem de Kürtler için verilen mesaj ise netti: “Bu bir savaş ilanıdır.”
DAVUTOĞLU, “SESSİZ KALMAYACAĞIZ” DEDİ, ÇÖZÜM SÜRECİ “BUZDOLABINA KALDIRILDI”
Zergele bombardımanından birkaç hafta sonra 9 Ağustos 2015 tarihinde, Ceylanpınar’da öldürülen polislerin görev yaptığı Ceylanpınar Karakolunu ziyaret ettikten sonra belediye binasından halka seslenen başbakan Davutoğlu da “artık sessiz kalmayacaklarını” duyurdu:
“HDP Şimdi ‘Çatışmasızlığa dönelim’ diyor, evet dönelim. Biz hiçbir zaman çatışmayı, şiddeti savunmadık. Ama çatışmasızlıktan kasıtları, yine başka bir gece, başka polislerimizi katledeceklerse biz buna sessiz kalmayacağız, biz buna izin vermeyiz. Burada kardeşi kardeşe kırdırmak isteyen herkes kahrolsun, haince saldıran herkes kahrolsun.”
İki gün sonra ise Erdoğan, 11 Ağustos 2015 tarihinde dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’e Devlet Şeref Madalyası töreninde o tarihi konuşmayı yaptı:
“Bunlar çözüm sürecini filan anlamadılar, anlamak istemediler. Öyleyse, şu anda bu buzdolabındadır.”
VE SOKAĞA ÇIKMA YASAKLARI BAŞLIYOR
Bu konuşmadan yalnızca birkaç gün sonra Kürtlerin yaşadıkları kentlere askerî operasyonlar düzenlendi ve 16 Ağustos 2015 tarihinde sokağa çıkma yasakları başlatıldı.15 Ağustos 2015 ile 26 Haziran 2016 tarihleri arasında uygulanan yasaklar boyunca bin 425 insan hayatını kaybetti, 2 bin 583 insan yaralandı. İşkence ve kötü muamele iddiasıyla TİHV’e 807 kişi başvuruda bulundu; İHD’nin tespit ettiği işkence ve kötü muamele vakası ise 6 bin 167’yi buldu.
.
İki milyondan fazla insanın en temel yaşam ve sağlık haklarının ihlâl edildiği yasaklarda, öğretmenlerin görev yerlerinden uzaklaştırılmasıyla eğitim hayatına da ara verildi, boşaltılan okullar karargâha çevrildi.
Yasaklar boyunca ağır silahlar kullanıldı, pek çok yerleşim yeri bombalandı, sokaklar ve evler tarandı, onlarca insan asker ve polis kurşunuyla öldürüldü. Birçok yurttaş evlerine isabet eden kurşunlarla ya da sokakta yürürken açılan ateş sonucu hayatını kaybetti, bazıları doğrudan hedef alınarak öldürüldü.
10 EKİM KATLİAMI
Tüm bunlar yaşanırken demokratik kesimler, örgütler ve sendikalar ise barış talebini yükseltmek için büyük bir miting hazırlığına girişmişti. Ancak hızla ilerleyen savaş ortamı, Suruç’tan sonra bu kez kendini Ankara Garı önünde gösterdi.
Türkiye’nin her yerinden gelen insanların katılımıyla 10 Ekim‘de Ankara Garı önünde yapılacak “Emek, Barış ve Demokrasi” mitinge yapılan canlı bomba saldırısında 103 kişi hayatını kaybetti, binlerce insan yaralandı. 10 Ekim Davası ise altı yılda tabiri caizse “yılan hikayesi”ne dönüştü.
DAVUTOĞLU: OYLARIMIZ ARTTI
Başbakan Ahmet Davutoğlu, katliamla ilgili yaptığı açıklamada, “Anketler geliyor. Beyanname sonrası anket yaptık, Ankara’daki terör saldırısı sonrası kamuoyunun nabzını tutuyoruz. Oylarımızda bir yükseliş trendi var. Saldırıdan sonra da yüzde 43-44 bandına doğru da bir yükselme trendi devam ediyor bizim oylarımızda” dedi.
Davutoğlu ve dönemin bakanları, “bir eylem olmadıkça IŞİD zanlısı olduğu iddia edilen isimleri tutuklamayacaklarını” söyledi.
BEYAZ TOROS TEHDİDİ
Başbakan Davutoğlu, bu açıklamadan 10 gün sonra 20 Ekim 2015 tarihinde katıldığı Van Mitingi’ndeki konuşmasında ise, sokağa çıkma yasaklarıyla savaş koşullarına itilen Kürt halkını, 90’lı yıllarda JİTEM’in işlediği faili meçhul cinayetleri hatırlatırcasına, “AK Parti iktidardan indirilirse buralarda terör çeteleri dolaşacak, beyaz Toroslar dolaşacak” diyerek adeta tehdit etti.
Aynı gün, CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın programına konuk olduktan sonra alüm tehditleri alan Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi sabah saatlerinde makamında gözaltına alındı.
Avukatı, bir önceki Diyarbakır Barosu Başkanı Mehmet Emin Aktar ile İstanbul’a giden Elçi, Bakırköy Adliyesinde ifade verdi. “Terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilen Elçi, ifadesinde, “Ben sözlerimin arkasındayım ve doğru olduğuna inanıyorum” dedi.
TAHİR ELÇİ CİNAYETİ VE DAVUTOĞLU’NUN TANIKLIĞI
Yıllar sonra, 12 Eylül 2021 günü Gelecek Partisi Genel Başkanı olarak Diyarbakır’a giden Davutoğlu, Elçi suikastının “siyasi” olduğunu söyledi. Davutoğlu’nun bu ifadeleri Tahir Elçi ailesini ve Diyarbakır Barosu’nu harekete geçirdi. Diyarbakır Barosu ve Tahir Elçi ailesinin avukatları Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesine dilekçe vererek, dönemin Başbakanı olan Ahmet Davutoğlu’nun Diyarbakır ziyaretinde Tahir Elçi cinayetinin ‘Siyasi suikast’ olduğu yönünde açıklamaları nedeni mahkemece dinlenmesini istedi.
Dilekçede, “Tahir Elçi cinayetiyle ilgili gerek cinayetin işlendiği gün, gerekse de soruşturma sürecinde Adalet Bakanlığı, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı ile Emniyet ve Jandarma İstihbaratı tarafından bilgilendirilen dönemin Başbakanının konuya ilişkin yaptığı bu açıklamanın gerçek bir bilgi veya görgüye dayanıyor olması kuvvetle muhtemeldir. Cinayetin işlendiği tarihteki konum ve statüsü, bilgilere erişim kolaylığı dikkate alındığında, tanığın bu beyanlarının dosyanın sonucuna etkili beyanlar olabileceği göz ardı edilemez” ifadelerine yer verildi.
SUR, “TOLEDO YAPACAĞIZ” DENİLEREK YERLE BİR EDİLDİ
Diyarbakır’ın Sur ilçesinde ilk sokağa çıkma yasağı, 6 Eylül 2015’te ilan edilmişti. 15 mahalle ve 1 caddeyi kapsayan ilk yasaklar, 30 Kasım’a kadar 5 kez ilan edildi. Bu süre zarfında 1 Kasım 2015 Genel Seçimleri yapıldı ve süreci keskinleştirildi.
Sur ilçesindeki ikinci sokağa çıkma yasakları ise 2 Aralık 2015 tarihinde ilan edildi ve 2016 Mart sonuna kadar 6 mahallede 103 gün aralıksız devam etti.
1 Şubat 2016’da, TSK’nın ve özel harekatçıların düzenlediği operasyonlarda harabeye dönen Kürt kentleriyle ile ilgili açıklama yapan Davutoğlu, “ Sur, Silopi, Nusaybin ve benzer yerlere insanca yaşanabilecek konutlar yapılabilecek. Özellikle Sur’da bir taş üzerine taş konsa haberim olacak dedim. Tescilli Diyarbakır evleri, camiler, kiliseler, hanlar Diyarbakır’ın mimari dokusuna hiçbir zarar vermeden restore edilecek. Diyarbakır Sur’u öyle inşa edeceğiz ki aynen Toledo (İspanya) gibi mimari dokusuyla herkesin görmek istediği bir yer haline gelecek” dedi.
CİZRE BODRUMLARI: “BOSNA’NIN ÖTESİNDE BİR KATLİAM”
Kürt kentlerinde sokağa çıkma yasaklarında uygulanan operasyonlar, Şırnak’ın Cizre ilçesindeki ikinci yasaklarda adeta ‘savaş politikası’na dönüştü ve 28 Mart 2016 tarihine kadar aralıklarla sürdürüldü. Yasaklar başladığından beri tanklar ve toplarla yerle bir edilen Cizre’de, 200’ü aşkın insan hayatını kaybetti. Bu sürede AİHM’e acil tedbir başvurularında bulunuldu. AİHM bazı başvuruları reddederken, aldığı acil tedbir kararları ise uygulanmadı.
“BODRUM KATINDA HİÇ YARALI OLMAYABİLİR” DEDİ, ONLARCA CENAZE ÇIKTI
Cizre’nin dört mahallesindeki bodrum katlara sığınan insanlar günlerce aç susuz bekletildi, bodrumlar kurşunlandı, yaralılar cenazelerle birlikte bodrumlarda mahsur kaldı. HDP’nin Meclis’teki grup salonunda 1 Şubat 2016 tarihinde yaptığı basın açıklamasında, Cizre’de bir apartmanın bodrum katında mahsur kalan yaralıların kurtarılamadığı ve 48 saattir kendilerinden bir haber alamadıkları belirtildi.
AİHM, 2 Şubat 2016 tarihinde bodrum katında bekleyen yaralılarla ilgili tedbir talebini reddetti.
Başvuru yapan avukatlardan Ramazan Demir, AİHM’in kararının “kendi devletinizle çözün” anlamına geldiğini söyledi.
“BÜTÜN ŞEHİRLER TEMİZLENİNCEYE KADAR OPERASYON SÜRECEK”
Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ise Cizre’de AİHM’in tedbir kararı aldığı Cihan Karaman ve 7 kişinin hayatını kaybettiği, 21 kişinin de yaralı olduğu bodrum katında hiç yaralı olmayabileceğini iddia etti.
Davutoğlu, tam da aynı gün yaptığı başka bir konuşmda, “Bütün şehirler temizleninceye kadar bu mücadele sürecek. Şimdi operasyonun ardından nasıl bir süreç başlatacağız, onu hazırlıyoruz. Bakanlar Kurulu’nda 5-6 saat bunu konuştuk. 300 adım tespit edildi. Tüm bakanlıklara görevler verildi” ifadelerini kullandı.
DAVUTOĞLU TALİMATLI OPERASYON
Bu döneme dair Davutoğlu’nun imzasını taşıyan bir belge de yollar sonra ortaya çıktı. Nordic Monitor haber sitesinin yayınladığı “gizli” belgede dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu Genelkurmay Başkanlığı’na Şırnak, Nusaybin ve Hakkari’deki “terör olaylarını” bastırmak için “her türlü imkan ve kabiliyetin” kullanılması talimatı verdiği görüldü.
16 Şubat 2016 tarihli belge “Birlik, Huzur ve Demokrasi Operasyonları” adı verilen ve 2015 tarihinde başlayan operasyonların devamı niteliğinde. Davutoğlu’nun talimatı ile valiliklerin koordinasyonunda düzenlenmesi öngörülen faaliyete Emniyet Genel Müdürlüğü olmak üzere tüm güvenlik güçlerinin katılması emredildi.
KÜRT KENTLERİ YIKILIRKEN “ÇÖZÜM SÜRECİ DEVAM EDİYOR” DEDİ
Başbakan çözüm sürecine ilişkin bir soruya ise “Çözüm süreci devam ediyor… Şu anlamda devam ediyor; Türkiye’de demokratikleşme üzerinden atılacak adımlar bağlamında bir süreçten bahsediyorsak buna hiçbir zaman ara vermedik. Bu operasyonlar sürecek. Türkiye’de silahlı bir yapı var oldukça terörle mücadeleye ara vermeyeceğiz” yanıtını verdi.
FİNCANCI: DEVLET, BODRUMLARDA SUÇ İŞLEDİ
3 Mart 2016 tarihinde beraberindeki heyetle birlikte Cizre’ye giden TİHV Genel Başkanı Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Davutoğlu’nun tedbir kararına engel olacak açıklamalarına karşılık, “Cizre’de karşılaştığımız tablo, Bosna’nın çok ötesinde. Bosna’da ya da dünyanın herhangi bir yerinde savaşan insanlar oldu, ancak bu bodrumlarda katledilen insanların hepsi sivil. Bodrumlarda çocuklara ait kemik parçaları bulduk. Bu bir soykırım girişimidir” dedi.
Devletin bu bodrumlarda yoğun, yakıcı ve patlayıcı madde kullandığını belirten Fincancı, “Burada devletin işlediği bir suçtan bahsediyoruz. Bu topraklara başka devlet, tank top kullanmayacağına göre bunu yapan bu devlettir. Bu toplar bu devlete aittir” dedi.
BM: CANLI CANLI YAKILDILAR
Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Prince Zeid Ra’ad Zeid al-Hussein ise,“Elimizde, Türk güvenlik güçlerinin Cizre’de 100’den fazla insanı canlı canlı yaktığına dair tanık raporları var” diyerek yerinde inceleme istedi.
HDP’nin hazırladığı Cizre Raporu’nda, cenazelerin neredeyse tamamının yanmış ya da parçalandığı için tanınamaz halde olduğu belirtildi. Rapora göre, 177 kişi bodrumlarda olmak üzere 251 insan Cizre’de hayatını kaybetti. Bunlardan biri bebek, 40’ı çocuk, 22’si ise kadındı. Hayatını kaybeden 79 kişinin kimliği ise tespit edilemedi.
DÜNÜN BAŞBAKANI, BUGÜNÜN MUHALİFİ
Portre boyunca anlatılan kısa kesitler, Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminin 1 yılını kapsıyor. Davuoğlu bugün kurucusu olduğu Gelecek Partisi’nin genel başkanı olarak, bir zamanlar başbakanlığını yaptığı ve yine kurucuları arasında olduğu AKP karşısında muhalefet yapıyor. Zaman zaman yaptığı açıklamalar, başbakanlık dönemine dair sorumluluk almaması noktasında vatandaşların ve muhalefet partilerinin tepkisini çekiyor.
SON SÖZ: GÜNAH ÇIKARMAM
Partisinin genel başkanı sıfatıyla Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin (DİTAM) düzenlediği çevrimiçi toplantıya katılan Davutoğlu’na, çözüm sürecinin bitmesi, yaptığı Sur-Toledo benzetmesi, Cizre’de yaşananlar, Tahir Elçi soruşturması ve kayyumlar soruldu.
Başbakanlığı döneminde cenazesi derin dondurucuda günlerce saklanan 10 yaşındaki Cemile Çağırga’yla ilgili soruya cevap vermeyen Davutoğlu, başta Sur ve Cizre’de yaşananların kamu siyasetinin sonucu olduğunu, hatası varsa özeleştiri verebileceğini söyledi: “Günah çıkarmam, çünkü inancımızda günah çıkarma yok.”