Kur’an’daki, ‘Onlar (mü’minlerle kâfirler) arasında bocalayıp dururlar’(Nisa; 4:143) ayetinin mealini Necip Fazıl, ‘Zıp orada, zıp burada!’ şeklinde verirmiş. Bu mana ile kastettiği kimseler; yüzen-gezen, ne olduğu belli olmayan, rengini belli etmeyen veya duruma göre bukalemun gibi renk değiştirenlerdir. Buna, Kur’an ve Sünnetin dilinde “münâfıklık” deniyor. Bunlar maalesef Makyavel’in; “Hedefe ulaşmak için her vesileyi kullanmak, meşrudur!” kaidesini mahzuruz gören tipler.
İşte bunlardan biri de Sibel Eraslan. Eraslan, 1967 İstanbul doğumlu olup İstanbul Üniversitesi Hukuk mezunu, gazeteci ve yazar. Kendisi, “Dindar gençlik yetiştirmek istiyoruz” sözünün çokça tartışıldığı 2012 yılında kaleme aldığı bir yazıda: “Bir anne olarak dindar bir gençlik istiyorum. Çünkü din, güzel ahlaktır” dedikten sonra mevzuyu Hizmet hareketinin dershanelerine getirerek şöyle diyor: “Dershaneleri, çocuklarımın sadece üniversiteye hazırlandıkları bir kurum olarak görmedim. Bu kurumlar bize ek mali külfet getirse de İmam Hatiplerin ve Kur’an Kurslarının kapatıldığı bir süreçte çocuklarımızın “dindar ve ahlaklı öğretmen” profilini görüp örnek alabilecekleri tek yer “o dershaneler”di… Buralardaki fedakâr, ahlaklı, nazik ve işini çok iyi yapan öğretmenler, çocuklarımızın “abi”leri, “abla”ları oldular. Küçük oğlum bir gün sırtında büyük bir kazakla dönmüştü eve, dershanede çok terlemiş, öğretmeni kazağını sırtından çıkartıp ona giydirmiş.”
O gün böyle diyen Eraslan, 11 Kasım 2018 tarihinde boynundaki tasmasıyla kaleme aldığı yazısında ise çocuklarının ‘Abi ve Ablalarına’ şöyle diyor: “FETÖ terör örgütünce ‘Abi, Abla’ kavramlarının nasıl gasbedilip sömürüldüğünü hep birlikte gördük. Ama bu kavramlar, hain FETÖ’ye ait değildir. Bizim toplumsal yapımızı ilmek ilmek ören, himaye geleneğimizdeki çok değerli kavramlardır. FETÖ’ye terkedilecek mevzular değildir.”
Geçmişte çocuklarına sahip çıkan ‘abi ve ablaları’ yere göğe sığdıramayan Eraslan, şimdi hain damgası vuruyor. Onun hain damgası vurduğu abi ve ablalar maalesef buharlaştı ve memleket ‘abi ve ablalardan’ mahrum kaldı. Şimdi çıkmış gençlere sahip çıkacak ‘abi ve abla’ arıyor ve diyor ki: “Gençler, tek tek emek verilerek sabırla oluşturulmuş alakayı önemsiyorlar. Ama bunun da sıkıcı ve baskıcı olmadan dostlukla sürdüğü bir ilişkiden yanalar… Müdürlerimizin ve belletmenlerimizin hem fedakâr hem de günü yakalayabilen yaklaşımlar içinde olmaları gerekiyor ki onlarla aynı hassasiyetleri paylaşabilsinler. Dolayısıyla onlarla birlikte yiyip içmek, yatıp kalkmak, birlikte gezip dolaşmak, birlikte çıkılan bir gezi, birlikte okunan bir şiir, birlikte yapılan bir yardımlaşma faaliyeti, beraber top oynama, hasılı bir hikâyeyi birlikte yaşayan abi ve ablalara ihtiyaçları var…”
Yılda yaklaşık 200 bin öğrencinin namaza başlamasına vesile olan ‘dershaneleri’ kapatıp şimdi çocuklarınıza ‘abilik ablalık’ yapacak ‘fedakâr öğretmenler’ arıyorsunuz öyle mi? Ben de sana diyeyim; “Sevgi gibi ümitler döndü birer iğdeye, Geçti Bor’un pazarı sür eşeği Niğde’ye.” O ‘abi ve ablalar’ sen ve senin gibi kalemşörlerin iftiralarını mesnet gösteren ‘siyasetin köpekleri’ tarafından zindanlara tıkıldılar. Azıcık vefanız olsaydı bugün o ‘abi ve ablaların’ yanında durur ve ‘Bu yalandır, söylemeyin, bu iftiradır, etmeyin, bu zulümdür haddi aşmayın’ derdiniz. Halbuki siz böyle deme yerine, iktidarın gücüne boyun eğen ve onun büyüsüne kapılanlardan oldunuz. Acaba hiç hatırınıza geldimi onların aç ve açıkta kalan çocuklarının sırtına bir kazak giydirmek. Zannetmiyorum ki şeytan taşlar gibi onları taşlamaktan kazak giydirme centilmenliği aklınıza gelsin!
Ayrıca, siz o ‘abi ve ablaların’ çocuklarınıza sahip çıktıkları müesseseleri kapatmakla yetinmeyip aynı zamanda gasp ettiniz. Sonra da “Dindar gençlik yetiştirme” safsatasıyla o binaları İHL’le yaptınız. Ama sen de biliyorsun ki şekilci ve üstten inmeci yaklaşımınızla açtığınız o okullar şimdi alarm veriyor. Anketlere yansıdığı kadarıyla o okulların öğrencilerinde beş vakit namaz kılma oranı yüzde 13-14’lerde. Bohemlik, ahlaksızlık ve küfür ise sokakları aratmayacak düzeyde. Ar, namus ve haya dip yapmış durumda. Dini pratikler, ahlak, nezaket, zerafet ve saygı hak getire. Bu foyanızın açığa çıkmaması için gençlere sahip çıkacak ‘abi ve abla’ arıyorsunuz.
2012 yılında yazdığı o yazıda ayrıca “Ben cemaatten değilim” diyerek gittiği yerlerden şöyle bahsediyor: “Kırgızistan’da buzlar altında öğretmenlik yapan kardeşlerimin yanına gittim. Bosna’da savaşta, Nijerya’da kabilelerin içinde, Bangladeş’te selin yuttuğu köprülerde, Şırnak’ta, Cizre’de onları hep insanları eğitirken buldum. Mermilerin ve bombaların altında, açlık, kuraklık, salgın hastalık demeden, sırtlarındaki son kazağı da hiç düşünmeden çıkarttıklarına şahit oldum. Bizler “o dershane”lerin, “o öğretmen”lerin hakkını ödeyemeyiz.”
Burada yeri geldiği için bir anekdot anlatayım. Şeyh Şamil, otuz beş yıl Rusya ile savaşır ve sonunda esir düşer. Çar II. Aleksandır, onu bir esir gibi değil de bir misafir gibi ağırlar ve kendi sofrasına oturtur. O, önüne konan rızkın Allah’tan geldiğini bilir ve iştahla yer. Karnı zaten tok olan Çar, espri maksadıyla “Ne o, korkarım ki beni de yiyecek” der. Misafir, sözünü esirgemez ve “Korkma, biz Müslümanlar domuz eti yemeyiz” der. Şimdi öğretmenlerin hakkını ödemekle bunun alakası ne dediğini duyar gibiyim. Evet, Hanımefendi sen ve senin gibiler bir gün “Bu süreçte size çok zulmettik, hakkınızı helal edin,” diyeceksiniz. Ancak hakkını helal edecek muhatap bulamayacaksınız. Zira siz bizim nazarımızda Rus Çarı II. Aleksandır bile değilsiniz.
Ha, unutmadan şu partinizin vicdanı geçende sizin gibiler için şöyle diyordu: “Bizim dindar insanımızın bir gün tamamen tersine döndüğünü göreceğiz. Çünkü onlar dini, böyle hamasi konuşmaların yanında cebine giren ve cebinden çıkan paraya bakar. Eğer onda bir eksilme görürse, din, iman, vatan ve millet bunlar bir kenarda durur, onlara saygısızlık etmez ama değer yargıları tamamen değişir.” Tam kitabın ortasından söylemiş. Sadrına, sinesine sağlık!