Dünyâ ne kadar garip değil mi ? Yaz, çiz, uluorta konuş…
Oradan gir, buradan gir ardından sadede gel…
Evet, mes’eleyi getir getir sonunda “Benim vaâzlarım ve sohbetlerim sizin gayretleriniz olmasaydı hiçbir netice vermezdi” diyen, o güzel insanın kucağına koy…
Yanlışınız var efendim, O dediğiniz gibi değil…
Çok büyük bir güce, çok büyük bir iktidâra sahipken, kim, nasıl herşeyi terk edebilir ki acaba ?
O, egosuna mağlup olmadığı için bundan yaklaşık “12” sene önce kendini kenara çekip herşeyi bir “Heyet” üzerine bırakıverdi.
Bir gergef gibi işleyerek kurduğu Hizmet’i hiçbir zaman sahiplenip “Benim” demedi.
O Hizmet’e umumun gayreti ile ayağa kaldırılmış bir “lütf-u ilâhi” olarak baktı.
Ve bütün hayâtını fedâ ettiği Hizmet’i arkadaşlarının omuzlarına bırakıp onlara “tâbi” oldu.
Önüne getirdikleri her şeye büyük bir çoğunlukla, genellikle “güzel düşünmüşsünüz, siz bilirsiniz” diyen bu insan, yaşanan felâketten kimseyi sorumlu tutmadı…
Yine “bütün bunlara ben sebep oldum” dedi.
O, nefsinin savcısı başkalarının ise avukatı olup, yapılanları Allah’ın lütfu ve arkadaşlarının gayretine verirken, kendini dâima sıfırladı, yok bildi…
“Allah’ın murâdını murâdıma tercih ediyorum” dedi.
Vefâ bilmezler O’nun ardına saklanırken, O kimsenin ardına saklanmadı…
Lütf-u İlâhi ise, bizim Türkiye’ye sıkıştırmaya gayret ettiğimiz, Hocaefendi’ninse o çeperi kırmaya gayret ettiği Hizmet’i aldı getirdi, Mısır’ı terk eden, Medine’den Hicret eden Kutsi‘lerin yaşadığına benzer bir “Cebr-i Lütfi” ile dünyâya, evrenselliğe açtı
Kırılan kabuk O’nun gayretleriyle kırıldı…
İhtiyâr-i Hicret ile cihânın her yerine giden ama gözleri hâlâ Türkiye’de olan bütün arkadaşlarımız şimdilerde biliyorlar ki “mekân, lâ mekân,, cisim cümle cân !”
Yedi düvelle gerçekten entegre oluyorlar, oluyoruz…
Hizmet “hayât” ve dünyânın her yerine varmak değil miydi ?
İçimizde en temiz, tertemiz olan, hepimize hakkı geçmiş, yol-yordam öğretmiş ve yine bize karşı en merhametli olan O…
O’ndan yüz mü çevireceğiz?
Hayır, aslâ !
O mu?
O, vesîle olduğu büyük Hizmet’in Kıtmîr’i olduğunu söyleyerek, her zamanki gibi yüzünü Allâh’a çevirecek…
Kendini “sıfır” yok bilecek…
Aslına bakılırsa suç varsa, ki yok !
Suç hepimizin !!!
Lâf kalabalığına lüzûm yok, eserleri, kasetleri, yetiştirdikleri, yetişmesine vesîle oldukları, ortaya konulanlar, dünyânın her yerinde açan Sevgi Çiçekleri, tümü, O kabul etmese de onun emeği…
Ama O kendini sıfır, HİÇ biliyor!
Kadir kıymet bilmeyenler, zor günde mevkî, çizgi değiştirenler, bütün güzellikleri bir kenara bırakıp, toprağa düşen meyveye takılanlar…
Görmüyor musunuz ?
Bu meyve bu toprağa düşmese “Tohum” başağa yürümeyecek !!
Ve beklenen o güzel günler gelmeyecek !
Ne tohumu yaratan, ne tohumu bahçeye serpen Bahçıvan, ne de toprağa düşen tohum suçlanamaz !!
Yedi İklim’e savrulup, serpilme biraz çileli oldu, doğru !
Fakat biliyorsunuz ki, gelecekte olacaklar karşısında tohumu atanlar dahi hayret edecek…
Müsterih olun !!
Rabbimiz suhûletle işlerini görüyor…
Kınayan kınasa da, birileri yazılanları hamâsî bulsa da, Kervan yürüyor !
Bizler de “selâm” deyip geçiyoruz…
Hocaefendi EGO’sunu yendi,
yendiği için kazandı (inşâAllâh)
O kazandı ve bizler, hepimiz KAZANDIK !!!
Gerisi lâf-ı güzâf…
Allâh O’ndan râzı olsun
@mansurturgut