Ülkenin geldiği hale bakar mısınız?
Hasta ve asırlık bir çınar! Aliye Yabansu…
96 yaşında! 20 metrekarelik bir konteynırda ömür tüketiyor!
Türkiye Cumhuriyet’inden iki yaş küçük.
PEYGAMBER DİYARINDAKİ ASIRLIK NİNEYE SORUŞTURMA:
Peygamberler diyarı Urfa’nın, Siverek İlçesi’nde ve konteynırda yaşıyor.
Birkaç gün önce büyük bir iftiharla(!) 98. yılını kutladığımız
Cumhuriyet’in Savcısı (!)hakaret davası açmış ninemize.
Ömrünü; çile, yokluk ve yoksullukla geçirerek bir asra sığdıran Yabansu’ya, ‘Reis-i Cumhur’a hakaretten dava açılmış.
Evet, konteynırda yaşayan Cumhur, Saray’da yaşayan Reis’e hakaret etti iddiasıyla, devletin kolluk kuvvetleri taarruza geçmiş.
Nasıl oluyor da ömür süren fukara cumhur, bin yüz odalı Saray’ın sakinine hakaret edebilir?
Neymiş?
“Cumhurbaşkanı’nın onur ve saygınlığını rencide edebilecek” sözlerin sarf edilmesi.
Ama da cafcaflı bir iddia ve esaslı bir name!
Birileri, ninenin rızası olmadan çekilen videoya atf-ı nazar eylemiş.
Gammazlamanın prim yaptığı, teşvik edildiği ülkede, durumdan vazife çıkaran ‘gizli tanık’ bu yaşlı kadını sanık sandalyesine oturtmak üzere savcılığın yolunu tutmuş,
Onur öylemi!
Bir de saygınlık ha!
Vah ki ne vah!
Reis’i Cumhur’a hakaret!
Vatandaşını konteynıra mahkûm etmenin onursuzluğuna mı, yoksa bu asırlık çınara iddianame hazırlayan ‘saygın devletin’ adaletten uzak savcısının düştüğü hazin duruma mı yanalım?
Daha gülünç olanı; 96 yaşındaki bu suçlu(!) ‘akıl hastalığı nedeniyle güvenlik tedbiri’ koymayı da ihmal etmemişler.
Zatı devletlerini “onur ve saygınlığını” koruyan Savcı, tam tekmil tedbir ve hücum prese geçmiş!
Demişti ya iktidarın en küçük ortağı: “Hukuk siyasetin köpeğidir.”
Türkiye Cumhuriyeti 98.yaşına salimen vasıl oldu.
29 Ekim kutlamaları yaptık tüm ahali.
Maalesef, yüzyılı tamamlamaya ramak kaldı, lakin Cumhuriyet’in ardında bıraktığı on yıllar; bahsi geçen tirajı-komik tablolardan müteşekkil.
Cumhurun sırtından sopayı eksik etmemiş bu devlet kafası!
Gelenlerin fikriyatı nüanslarla ayrılsa da kafa hep aynı kafaydı.
Palazlanıp gücü toplayan, sopayı kapıp ahaliye dalıyor.
Dayak, işkence, baskı, zulüm, ölüm, sürgün…
Hepsi var.
Hepsi de devletin bekâsı için mübah!
Bahsi geçen olayı, Siverek’te bireysel bir durum olsa da, tek adam rejimi için ibretamiz!
Yaşın, başın önemi yok, gücün sahipleri karşısında.
‘Reis’in kafasının tası attı mı Cumhur, devenin kulağına kaçsa bile, kurtuluşu olmaz.
Haliyle, unutulmaz trajediler, inanılmaz acılar ve hukuksuzluklar, kabul edilemez baskılar yaşanıyor yıllardır.
Dayakçılar yorulmadı, sopalamaya devam ediyorlar.
Çocuk, genç, yetişkin, yaşlı; hep maval dinliyor.
Hatırlasanıza!
Yakın geçmişte bir törende kurdeleyi erken kesti diye, milletin gözünün önünde mikrofonla küçücük çocuğun kafasına dürtükleyip duruyordu Reis’i Cumhur.
Tatlı vaatler, hoş sözler, boş taahhütler, yalanlar, bomboş hikâyeler.
Mağduriyet deyip koltuklara kurulanlar da büyük bir keyif ile 10 yıldır aynı zülüm çarkına su taşıyorlar.
Kendilerinden öncekilere rahmet okutuyorlar uygulamalarıyla.
İşkencenin âlâsını biz yaparız yarışındalar.
Asırlık Cumhuriyet, 1923’ten bugüne değin; 12 cumhurbaşkanı, 61 hükümet ve 27 başbakan gördü.
27 Başbakan’dan, 7’si profesör unvanına sahip olmasına rağmen, demokrasi dersinde maalesef hep sınıfta kaldı ülke.
Kimi zamanlar Anadolu’nun fakir fukarası kötünün iyisiyle, teselli buldu.
Tek partili yılların karabasanını üzerinde hissetti ahali.
Bu karabasan korkusu, halkı kötünün iyilerine mahkûm kıldı.
Kimi zamanlar çaresizce, bu kötünün iyilerine teslim oldu.
Yıllarca, sadece çalanları seyrettiği için, ‘çalıyorlar, ama çalışıyorlar‘ bataklığına saplandı.
Ülkenin dört bir yanı, kin ve nefret atmosferiyle kaplı.
YARGIÇ HÜSAMETTİN UĞUR’A GARDİYAN TERÖRÜ:
Siverekli nine bunları yaşayadursun, 5,5 yıldır zindan karanlığına mahkûm kılınan Yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur’un yaşadıklarına bakar mısınız?
Kızı Nalan, Afyon cezaevindeki babasının yaşadıklarına feryadu-figan ediyor, ama nafile!
Yıllardır tek kişilik hücrede, dört duvar arasından, tek başına hak mücadelesini veriyor.
Dile kolay çeyrek asır devletin çeşitli kademelerinde yargıç olarak hizmet etti.
Devletin ödülü ise; kamerası olmayan bir odada 5 gardiyan tarafından hırpalatmak oldu.
“Buradan cesedin çıkacak!” diyebiliyor, devletin sopalı ve üniformalı eşkıyaları.
Beş senedir özürlüğünden edildi yetmedi.
Kırıkkale, Keskin Cezaevi’nde rahat verilmedi, sürgün edildi, o da yetmedi.
Afyon cezaevinde, tek kişilik hücresinde de yine huzurlu bırakılmıyor.
Pandemi bahannesiyle tutsaklar, aileleriyle yüzyüze görüştürülmüyor, baba evlada, evlat babaya hasret bıraktırılıyor, dinden, imandan, insaf ve izandan uzak bu iktidar anlayışı.
Kısacası adeta kin ve nefret nöbetlerine yakalanıyor, adalet bakanlığının kullanışlı maşaları.
Yargıtay yargıcını gardiyana dövdürtecek, işkencelerden geçirecek kadar, insanî melekelerini kaybetti alnı seccadeli (!) mürteci muktedirler.
Ne Urfa’dan Aliye nineyi, ne Denizli Cezaevi’ndeki kanserli Ayşe öğretmeni ve ne de Afyon zindanında gardiyan terörüne maruz kalan Yargıç Hüsamettin Uğur’u dinleyen var.
HUKUK SİYASETİN KÖPEĞİ OLUNCA, MEMLEKETTE KELPTEN GEÇİLMİYOR:
Hukuk siyasetin “köpeği” olunca, memlekette kelpten geçilmiyor.
Haliyle memleketin gardiyanı, polisi veya cezaevindeki yöneticileri de sırtlan oluveriyor.
10 yıldır Patagonya’da yaşayan, yurda yeni avdet eden Adaletin Bakanı Abdulhamit Gül: “Bir binayı adliye yapan şey, girişte asılı tabela değil, o binanın içinde adalet duygusunun temiz, kesin, hızlı şekilde karşılık bulmasıdır. Bir kişiyi yargı mensubu yapan ise sırtındaki cübbesi değil, elindeki hassas adalet terazisidir.”
Gülerim, ağlanacak halime!
İnanın 1980’lerin üniformalıları bile bunlardan çok daha makul bir noktadaydı.
En azından, ikiyüzlülüğün nirvanasında değillerdi.
Med-cezir yaşadı tüm hürriyetlerimizin sınırları.
Sağladığı hak ve hürriyetler nedeniyle, uygarlık düzeyine ulaşma yolunda bir vasıta olarak kabul edilen makbul demokrasi, neslimize nasip olmadı, bu kafayla da olamayacak gibi.
Anamızın ‘ak sütü’ gibi temiz olduğu halde, her defasında ’muktedirlerin’ ayakları altında kirlenen bu helal hakkımızı, ya Avrupa kapılarında veya mahkemelerinde arar olduk.
Kışı bitmiyor dağların, gülü bitmiyor bağların, hep kırık dallar, budaklar.
Hâsılı, kışı bitmez dağlar, bir süre daha karlı kalacak gibi görünüyor.
Gülü bitmez dağlar, bir vakit daha gül bekleyecek.
Sönen ocaklar bir süre daha ateşten mahrum kalacak.
Hal böyle olunca;
Konteynıra mahkûm olmuş Cumhur’a yapılan muamele ahlaksızca bir uygulamadır.
Hücreye hapsedilmiş Yargı’ca yapılan eşkıyalıktır, buna ses çıkarılmaması ise onursuzca bir durumdur.
Dördüncü evre kanser bir öğretmeni cezaevinde tutmak, haysiyetsizce bir muameledir.
Hülasa;
Ağaç kavuğuna mahkûm edilmiş, zindana atılmış, hakk, hukuk, onur ve saygınlığı gasp edilmiş Cumhur, ‘Reis’i Cumhur’un sağlığı için dua mı, beddua mı etsin, yoksa..?
Cevabı size bırakıyorum…
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au