S.Ahmet EREN
İnterpol Genel Sekreterliği’nde Eski Direktöt Yrd.
(2009-2014)
Interpol Genel Sekreterliği Eski Direktör Yardımcısı Ahmet Eren, Türkiye’deki interpol toplantısı ve sonuçları hakkında bir analiz yazdı. Orjinal hali Turkish Minute’de İngilizce olarak yayınlanan analizin Türkçesini istifadeleriniz sunuyoruz.
Uluslararası Polis Teşkilatı İnterpol’ün 89. Genel Kurul Toplantısı 23-25 Kasım 2021 tarihleri arasında İstanbul’da yapıldı. Toplantı öncesi üç konuda ciddi eleştiriler vardı;
Birincisi; Toplantının, İnterpol’ü en çok suistimal eden ülkeler arasında yer alan Türkiye’de yapılması,
İkincisi; Hakkında işkence suçlamaları bulunan ve bu sebeple Türkiye dahil bazı ülkelerde soruşturma konusu olan Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) üst düzey Polis Şefi Ahmed Nasser Al-Raisi’nin İnterpol Başkanlığına aday olması,
Üçüncüsü ise; Çin’li Binchen Hu’nun İnterpol İcra Komitesi üyeliğine aday olması.
Bu eleştiriler birçok kuruluş ve batılı gazeteci tarafından dile getirildi, Çin’li Binchen Hu’nun adaylığı Uygur’ları savunan dernekler tarafından protesto edildi.
Neticede, toplantı Türkiye’de icra edildi. Tümgeneral Al-Raisi 3 yıllığına başkan seçildi. Çin’li Binchen Hu İcra Komitesi üyesi oldu. Toplantının Türkiye’de yapılacak olmasını ellerini ovuşturarak bekleyen Türkiye, İnterpol İcra Komitesi’ne, Türkiye İnterpol Daire Başkanı Selçuk Sevgel’i Avrupa delegesi olarak seçtirmeyi de başardı.
Başkan seçilen Tümgeneral Ahmed Nasser Al-Raisi, işkence ve birçok insan hakkı ihlalleri nedeniyle lekeli birisi, ve daha seçilmeden hakkında yaygaralar koptu. Avrupa Parlamentosu üyeleri, Avrupa Komisyonu Başkanına bir mektup yazarak, BAE’li Polis Şefi’nin İnterpol Başkanlığına atanmaması konusunda uyarıda bulunmuşlardı. Al-Raisi zaten seçimden önceki 13 kişilik İcra Komitesi üyesinden birisiydi. Al-Raisi’nin adaylık sürecinden önce üye ülkelere yaptığı lobi ziyaretlerinde neler konuşulduğu ve ne tür ilişkiler kurulduğu bilinmemekle birlikte, son yıllarda BAE’nin Interpol’e neredeyse tüm üye ülkelerin verdiği katkı payı kadar bağışta bulunduğunu hatırlatmakta fayda var.
Bu seçim sonuçlarının teşkilatın itibarına ve güvenilirliğine zarar vereceği hususunda bir şüphe yok. Zaten İcra Komitesi Bşk Yrd. Sarka Havrankova (Çek Cumhuriyeti) oylamadan önce Al-Raisi’nin adaylığı hakkında; “Bu, Teşkilatın güvenilirliği ve bütünlüğünü için bir testtir” demişti. Önümüzdeki süreçte İnterpol’ün bu seçimler sebebiyle uluslararası camia tarafından eleştiri konusu yapıldığını hep birlikte göreceğiz.
İnsan Hakları karnesi bozuk ülkelerden seçilen yeni üyelerin İnterpol’ün yönetim kademelerinde yer alması teşkilatın çalışmalarını nasıl etkileyecek? Diktatörlük rejimlerinin baskı ve zulmünden kaçan ve başka ülkelere sığınma talebinde bulunan siyasi muhalifler bundan etkilenecek mi?
Öncelikle şunu söylemekte fayda var; 2021’de toplantıya ev sahipliği yapacak tek gönüllü ülke Türkiye idi, ve alternatif aday ülke olmadığı için bir önceki Genel Kurul’da toplantının Türkiye’de yapılması kabul edildi. Türkiye’nin iddia ettiği gibi, üye ülkeler Türkiye’yi çok önemli bir ülke olarak gördükleri için bu toplantı Türkiye’de yapılmadı.
Genl Sekreter Jürgen Stock’un, Al-Raisi’nin Genel Kurul’ca Başkan seçilmesinden sonra yaptığı açıklama da kayda değer. Gelen eleştirileri yumuşatma ve teşkilatın yıpranmasını önleme gayreti içinde, İnterpol’ün hukuk normlarına bağlı kalacağını, beden dilini de kullanarak kararlı bir şekilde vurguladı ve şöyle dedi; “INTERPOL kanallarından geçen her bir bilginin bizim kurallarımıza ve düzenlemelerimize uygun olacağı, ayrıca insan haklarına saygılı olup koruyacağımız hususunda sorumluluk alıyorum.”
Seçim sonrası İnterpol’ün websitesinde başkanlık seçiminin sonucu duyurulurken, Al-Raisi’nin 3. tur oylama sonucunda oyların % 68.9’unu alarak seçildiği belirtildi. İnterpol Anayasasına göre başkan seçilebilmek için üye tam sayısının 2/3 oyunu almak gerekiyor. Interpol’ün, ilk iki turda bu oranın sağlanamaması durumunda 3. turda salt çoğunluğun yeterli olduğu detayını hatırlatması, Genel Sekreterliği’n de seçim sonuçlarından pek memnun olmadığını gösterdi.
İnterpol Başkanı, hiyerarşik olarak her ne kadar teşkilatın 1 numaralı yöneticisi olsa da, aslında sembolik bir makamı temsil ediyor. Asıl icra gücü İnterpol Genel Sekreteri’nde bulunuyor. Başkan’ın rolü, dört yıllık görev süresi boyunca Genel Kurul’da alınan kararların uygulanmasını denetlemek ve yılda 3 kez toplanan İcra Komitesi toplantılarına başkanlık etmek. Dolayısıyla, Teşkilat’ın izleyeceği, özellikle icraata dönük faaliyetlerde çok etkili olmadığı söylenebilir. Üstelik hakkındaki bunca olumsuz paylaşımlardan ve eleştirilerden sonra, söyleyeceği/yapacağı her şey ince filtrelerden geçirilerek değerlendirilecektir. Bir kaç yıl önce İnterpol’e başkanlık yapan Çin’li Meng Hongwei’de örgütün politikalarında belirleyici olamamıştı.
Toplantıdan aylar önce, Türk Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran ve o zamanın İnterpol Daire Başkanı Lütfi Çiçek, İnterpol ile ilişkilerde sıkıntılar yaşandığını, Türkiye’nin taleplerinin İnterpol’ce geri çevrildiğini, Türkiye’de yapılacak toplantı vesilesiyle Türkiye’nin tezlerini daha iyi anlatma imkanı bulacaklarını ve toplantıya katılacak delegeler ve aileleri için sosyal programlar hazırlandığını söylemişlerdi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’da, Türkiye’nin Kırmızı Bülten taleplerini reddeden ve İnterpol databanklara veri girişini kısıtlayan İnterpol’ü uzun zamandır eleştiriyordu.
Türkiye, şüpheli darbe girişiminin ardından Terörle Mücadele Kanunu’na dayanarak terör suçlamasıyla altı yüz binden fazla kişi için soruşturma yaptı ve yaklaşık yüz bin kişiyi tutukladı. Onbinlerce insan, keyfi gözaltı ve işkence korkusuyla yurt dışına kaçtı. Türkiye, kaçmayı başarabilen siyasi muhaliflerini kırmızı bültenle geri getirebilmek için İnterpol Anayasasını delmek istedi.
Yüzbinlerce insanın pasaportlarına hukuka aykırı olarak “kayıp” veya “çalıntı” şerhleri koydu ve İnterpol databanklarına yükleme girişiminde bulundu. Durum farkedilince İnterpol, Türkiye’den gelen talepleri reddetmeye başladı. Toplantıda Türkiye, İnterpol’ün kısıtlamalarını kaldırmasının yollarını aradı. Bakan Soylu, ev sahipliğ avantajlarından da faydalanarak Interpol toplantısının açılış konuşmasında bu beklentileri tekrarladı.
Ekibi, toplantı boyunca delegeler arasında lobi yaptı. Ancak basında çıkan haberlere göre Türk Hükümeti istediğini bulamadı. Interpol Genel Sekreteri, toplantının ilk gününde Türkiye’ye yanıt verdi ve şunları söyledi;”Genel Sekreterlik, Genel Kurul’un belirlediği kuralları uygulayacaktır. Bu sınırlar içinde olmayan talepler Interpol’e ait değildir, reddedilecektir. Tekrarlanması sonucu değiştirmeyecektir. Ötesi, sadece sistemlerimizi meşgul edecek ve meşru bilgi alışverişine zarar verecektir.”
2013-2021 yılları arasında Türkiye’de kanunsuzluk zirve yaptı ve İcra Komitesi’ne Türkiye’den seçilen Selçuk Sevgel, kanunsuzlukta önemli rol oynayan Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı’nda aktif olarak çalıştı. Kısa süre önce Süleyman Soylu tarafından Interpol Dairesine atandı. Komite’ye seçilmesine çok önem verilmemelidir. Sevgel’in, Türkiye’nin tezlerini çok sık gündeme getirmesi kuvvetle muhtemeldir.
Ancak senede üç kez yapılacak İcra Komitesi toplantılarına, Interpol’ü kötüye kullanmasıyla tanınan Türkiye’nin temsilcisi olarak katılacağından, gündeme getirdiği veya görüş bildirdiği her konu, ihtiyatla ele alınacaktır. Ayrıca, İcra Komitesi’nin operasyonel yetkisi bulunmamaktadır.
Bu durum, ülkelerinde gördükleri baskı ve zulümden dolayı başka ülkelere sığınma talebinde bulunmuş kişileri nasıl etkileyecektir?
Siyasi sığınma talebinde bulunmuş veya “Mülteci” statüsü almış kişiler, mülteciler hakkında imzalanmış olan 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin hükümlerine tabidirler. Uluslararası hukuka göre bu kişiler hakkında kırmızı bülten çıkarılması, ya da kendi ülkelerine iade edilmeleri mümkün değildir. Genel Sekreter Türkiye’deki toplantıda bu hususu bir kez daha vurgulamıştır. Başka bir ifadeyle, İnterpol uygulamalarında Batı cephesinde değişen bir şey olmayacaktır. Ama yurtdışında mülteci olarak bulunan kişilerin, hukukun sağlıklı çalışmadığı, demokrasisi gelişmemiş ya da dikta rejimlerin etki alanında olduğu düşünülen ülkelere gitmekten imtina etmeleri gereklidir.
NETİCE:
Seçilen kişiler yönünden İnterpol eleştirilmeye devam edecektir. Siyasi amaçlarını İnterpol üzerinden gerçekleştirme peşinde olan dikta rejimlere alan açmak, elbetteki teşkilatın itibarı üzerinde bir leke olacaktır. Ancak, zaten ağır eleştiriler altında bulunan İnterpol’ün, bugüne kadar izlediği politikaları insan haklarına saygılı şekilde daha hassas uygulamaya devam edeceği öngörülebilir. İnterpol Genel Sekreteri Jürgen Stock’un yaptığı açıklamalar ve kararlı tutumları da ümit vericidir. Genel Sekreterliğin bugüne kadar izlediği teamülleri değiştirmesi pek mümkün görülmemektedir. Dolayısıyla, İnterpol’ün politika ve uygulamalarında bir değişiklik beklenmemelidir.
İnsan hakları sicili bozuk ülkelerin temsilcileri, uluslararası yıpranmışlıkları sebebiyle, İnterpol uygulamalarında etkin rol oynayamayacaklardır.
Toplantıda alınan kararlar arasında, -basına yansıdığı kadarıyla- önemli bir konu bulunmamaktadır. Alınan kararlar (Resolutions) İnterpol’ün web sayfasında mevcuttur. Perde arkasında yapılan kulis faaliyetleri ve ikili görüşmelerde neler konuşulduğu bilinmemektedir. Diktatörlük rejimleri, azgelişmiş ülkeleri diplomasi, yatırım taahhüdü ve hatta rüşvet ile etkileyebilir. Çok demokrat bir başkan bile seçilmiş olsa, dikta yönetimlerin, muhaliflerini ele geçirmek için uluslararası mekanizmaları suistimal etmekten kaçınmayacakları, yaptıkları lobi faaliyetlerinden veya gelişmemiş ülkeleri etki altına alma gayretlerinden vazgeçmeyecekleri malumdur.
Yine de, İnterpol’ün, dikta rejimlerin taleplerine karşı daha dikkatli olması, en azından bu ülkelerin İnterpol faaliyetlerine ev sahipliği yapmasına izin vermemesi gerekmektedir. İnterpol’ü suistimal eden ülkelere, sanki hiçbir kuralı ihlal etmiyorlarmış gibi davranması, demokratik diğer ülkelerin hukukuna da saygısızlıktır.
Ancak özellikle İnterpol, BM ve AB kurumları ve Uyuşturucu, Silah ve İnsan kaçakçılığı, Kara Para Aklama ve Terörizm gibi suç alanlarını araştıran tüm kuruluş ve STK’lar, diktatörlük rejimlerinin faaliyetlerini izlemek konusunda kendilerini sorumlu hissetmelidir.