Siyasal İslam’ın makam mansıp ve parayla sınanışı sonrasında çelişkiler paranoyağı haline gelen Bülent Arınç, bir konuşmasında şöyle diyor: “Bizim en büyük sıkıntımız maalesef dünün mağdurlarının bugün mağrur olmasıdır. Dünün fakirlerinin bugün zenginlikten gözlerinin kamaşmasıdır. Ve dünün mücahitlerinin bugün müteahhit, daha sonra da müşahit olduğu bir noktadayız. Burada kalsak ona bile şükredeceğiz.Dünya için her şeyi feda etmiş bir kalabalıktan ibaretiz maalesef.”
İki arada bir derede beynamaz görüntüsü veren Arınç, bu sözlerle tam da kendini anlatıyor. Geldiği yer itibariyle, ne geri dönebiliyor ki, affını istesin ne sonuna kadar gidebiliyor ‘battı balık yan gider’ desin. Dolayısıyla, bozuk saatin günde iki defa doğruyu gösterdiği gibi arada bir doğru tespit yapıyor ancak düzeltmeye dair hiçbir gayreti yok. Yaptığı tek şey psikiyatrik laf salatası.
Hatırlarsanız Mavi Marmara krizinde Hocaefendi’nin bir tespiti olmuştu. Bu paranoyak o zaman bu tespit ile ilgili şöyle demişti: “Hocaefendi her zaman olduğu gibi doğru söylüyor. Şartlar neyi gerektirirse gerektirsin her durumda müspet hareket etmeliyiz. Bunun için ne gerekiyorsa yapmalıyız. Zulme uğrayabiliriz ama asla zalim olmayacağız. Hiçbir zaman zulmetmeyecek ve haksızlıklara karşı da metanetle göğüs gereceğiz. Müspet hareket budur. Bu müspet hareketi takip eden yüzlerce ülke Hocaefendi adına üniversitelerde enstitüler açtı. Ne demek istiyor bu insan, insanlara ne tavsiye ediyor ve hangi metodu takip ediyor diye düşünce kuruluşlarıyla onun fikirlerini inceliyorlar. Bu müspet hareketin neticesinden barış, sevgi ve insanlık çıktığını görüyorlar. O yüzden bütün dünyanın takip ettiği sistemi biz de takip edeceğiz.” (8. Uluslarası Türkçe Olimpiyatları)
Hocaefendi’nin müspet hareket anlayışını ‘barış, sevgi ve insanlık’ olarak özetleyen bu paranoyak, 15 Temmuz darbe tiyatrosuna gelince şunları söylüyor: “Kendilerini bu kadar gizleyen çok kötü, çok hesaplı bir örgütle karşı karşıyayız. Bunların karanlık yüzlerini maalesef çoğumuz göremedik. O yüzden kendimi bir suçlu olarak görmüyorum. Hele hele Fetö’cü olarak hiç görmüyorum.”
Şimdi bu zavallı için “münafık” desem bize yakışmaz. O zaman “Bunak” diyeyim. Niye mi? Çünkü dünyadaki 176 ülke bu müspet hareketin güya çok gizli-saklı yaptığı işleri fark edememişte bu paranoyak bunaklar fark etmiş. Halbuki Hocaefendi, darbe sonrası New York Times, Financial Times, Sky News ve The Guardian gibi dünyaca meşhur medya kuruluşlarına verdiği rşportajda diyor ki: “Askeri müdahaleye hiçbir zaman olumlu bakmadım. Hayatım boyunca darbelerden darbe yedim, karşısında oldum. Bu girişimi benim idare ettiğim yolunda bir iddia varsa; uluslararası bir komisyon darbeyi araştırsın, sonucunu şimdiden kabul ediyoruz. Yalan da olsa iftira da olsa ben kabul etmeye razıyım ama ulusları bir organizasyon bunu gerçekleştirsin.”
Şayet bu paranoyak, kendisini partinin vicdanı olarak gördüğü günlerde olsaydı Hocaefendi’nin bu meydan okumasına şöyle derdi: “Yahu Hocaefendi hep ‘müspet hareket’ demiştir. Onu ve sevenlerini 15 Temmuz darbe tiyatrosu ithamıyla suçlamak doğru değildir. Hocaefendi, bu konuda net konuşuyor. Onun dediği gibi ‘uluslararası bir organizasyon’ kuralım ve bunu araştıralım.” Fakat partide özgül ağırlığı kalmadığı için 15 Temmuz darbe tiyatrosuna direnebilecek en güçlü isim olmasına rağmen bunu yapmadı. Çünkü pek çoğu gibi o da korku. Bu normal insanlar için hafifletici olabilir ama; “Ben 30 yıldır bu davanın içindeyim. Gençliğimi, hayatımı, aşkımı, her şeyimi bu yola vermişim” diyerek rol kesen bu kâğıttan kaplana yakışmıyor. Hem ‘dava adamıyım’ diyeceksin hem de ‘bedel ödemeyeyim’ dersen o zaman karşınıza Bukalemun gibi bir şey çıkar.
Bakınız bu paranoyak bir programda, “Bizim aile şöyle 50 kişiyi götürür. Biz bu konuda çok donanımlıyız maddi ve manevi olarak…” diyen Sevda Noyan için: “Bu kadının komşuları neler hissedecekler? Komşuları korkacak bu kadından. Ben olsam korkarım. ‘Bu ne cani bir kadın, eline bir şey geçse kapımızı çalıp bizi kesecek’ diye korkarım. Biz hayatımızı başörtü mücadelesiyle geçirdik. Geldiğimiz noktaya bakın. Başında örtüsü olan ve dindar olduğunu söyleyen bir kadın asmaktan, kesmekten bahsediyor. Bu başörtüsü nefreti doğuracak, ondan korkuyorum.”
Sevda Noyan için bunları söyleyen bu paranoyak Bukalemun’a Ö. Faruk Gergerlioğlu’nun ağzıyla cevap verelim: “Biz, yıllarca baş örtüsüne yapılmış yasaklarla mücadele ettik, şu anda baş örtülü mazlumlar olmasın diye mücadele veriyoruz ama bunun yerine başörtülü zalimler gelsin diye mücadele vermedik, yaptıkları haksızlıkları din üzerinden, baş örtüsü üzerinden temizlemeye çalışan zalimler gelsin diye bunları yapmadık. Birileri iktidarlarının dejenerasyonlarını baş örtüsü ile gizlemeye çalışsınlar diye baş örtüsü mücadelesi vermedik. Birileri düşüşlerini engellemeye çalışsınlar ve bunu baş örtüsü ile yapsınlar diye baş örtüsü mücadelesi vermedik. Yaptıkları kötülükler ve hukuksuzluklar ile yüzleşeceklerine bunları yapmayıp baş örtüsü üzerinden din istismarı yapsınlar diye bu mücadeleyi vermedik. Kimse dini istismar vasıtası olarak kullanamaz.”
Gergerlioğlu’nun dediği gibi bu paranoyak, baş örtülü mazlumlara zulmeden zalimlerin inşasında asıl rolü oynayan biri olup dini istismar vasıtası yaparak dinin içini kendisi boşalttı. Onun da çok iyi tanıdığı Hilmi Yavuz bu din istismarcıları yüzünden bir gün şöyle demişti: “AKP Müslüman ise ben değilim kardeşim” Ama bu Bukalemun bu hakikati duymamak için kulağının üzerine yattı.
Gelecekte Erdoğan Türkiye’sinin muhasebesi yapılırken Arınç’ın hesabı epey kabarık olacaktır. Kendisi “Hoşa gitmeyen gerçekleri duymama ve duyurmama adına izlenen bu antidemokratik yol baskı rejimlerinin yoludur ve tarih kitapları bu yolcuların hazin sonlarıyla doludur” demişti bir defasında.
Bursa’da, Hükümet sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı sıfatıyla, Hizmet Hareketi Cemaatine hitaben şöyle demişti: “Bursa’dan bu cümleme dikkat etsinler; Biz varsak, siz de varsınız. Biz yoksak siz de yoksunuz!!!”
Bugünkü hazin tablosu için bu cümle tek başına her şeyi anlatıyor.
Öyle değil mi?
Kim var kim yok?
Kim vardı, kim yok oldu?