“Kalbin hürmet hissiyle dolmasıdır saygı…”
Bizler hepimiz değerler yetimi bir nesiliz. Değerler yetimi olmanın
ötesinde yitirdiğimiz değerlerimizin ne olduğunu bilmememiz belkide daha
büyük bir fecaat. Yitirilen, tahrip edilen değerlerimizin sonucunu, “vaktiyle
hep ötelere yönelip semâvîlik arayan başlar, dualarla göklere doğru
kaldırılan eller, almak için değil vermek için yaratıldığına inanan gönüller,
şunun-bunun kapısında zilletle dilenen sergerdanlar haline geldiler. Bir
zamanlar atalarımızın, sonsuza yürüme rampaları sayılan mâbed, rûhânîliği
çarmıha gerilerek, Allah’a açık şeffafiyeti merasimlerle karartılarak, mânâ ve
muhtevası şekle kurban edilerek pek çok mezar-ı müteharrikin uğradığı bir
güzergaha dönüştürüldü. Varlığın bir kitap gibi yorumlandığı, bir meşher
gibi temâşâ edildiği ve bir laboratuar gibi her şeyin kurcalandığı mektep,
kapkaranlık dogmaların tutsağı ve küflü şablonların kafalara yerleştirildiği
bir izbeye döndürüldü.. eşya hor görüldü.. tabiat yanlış yorumlandı..
ekolojik denge bozuldu.. ve dünya yaşanmaz bir cehenneme çevrildi”
şeklinde nazarlara sunuyor Fethullah Gülen Hocaefendi. Büyük düşünür
Cemil Meriç ise Umrandan Uygarlığa adlı eserinde kavramlar üzerinden bu
yetimliğimizi şöyle özetliyor; “kaynaklarından kopan bir intelijansiyanın
kaderi, bir mefhum hercümerci içinde boğulmak. Umrandan habersizdik,
medeniyete de ısınamadık. İnsanlığın tekamül vetiresi için kendimize yeni
bir kelime bulduk: uygarlık. Mazisiz, musikisiz bir hilkat garibesi.”
Aslında insanoğlu hem maddi hemde ahlaki olarak “tam kıvamında”
(Tin,4) yaratılmıştı. Kendisine “güzel mizaç ve kabiliyetler” (İsra,70)
verilmişti. Rabbisi onu kendine “halife” (Bakara, 30) seçmişti ama imtihan
sırrına bağlı olarakta “esfele, aşağılardan aşağı olmaya” meyilli kılınmıştı.
İmtihanıydı bu insanoğlunun melekleri aşması için. Meyilli olduğu esfele
isyan ederek, karşı koyarak nefsine, aklını vicdan ve ruhunun hizmetine
verecek, böylece meleklerden ulvi makamlara tırmanabilecekti. Bu
yükselme şeridinde ise, değerler ona yol arkadaşlığı yapacaktı. Tarihin
talihimize tebessüm ettiği dönemlerde yukarıda ifade edilen kalp – kafa
bütünlüğü tesis edilmiş, insaniyet insanlığa mal olmuş, böylelikle nice
umranlar oluşturulmuştu.
Bugün, yitirdiğimiz değerlerimizden biride “saygı”mız oldu. Saygı
insanın taşıdığı his ve duygu dünyasının en güzel meyvesidir. Allah’ın
insana bahşettiği manevi alemin nezahetiyle çıkar ortaya. Hisler canlı ve
diri olduğu nisbette saygı duygusu kendini gösterir. Saygı, güzellikleri,
kemalatı, değeri takdir etmedir/edebilmedir. Güzelde güzelliği görememe,
kemalde kemalata kapalı olma, değerli şeylerin kadrini bilememe
nankörlüktür, saygısızlıktır. Bencildir saygısı olmayan insan. Nefis ve
egonun kıskacında ruh ve vicdanını dumura uğratmıştır. Böyle insanların
gelişmesi, değişmesi, varlığa faydası ne mümkün.
Saygımızı kaybettik… Mutlak cemal ve kemal sahibine saygımız yok
oldu ilk önce. Asliyet planında ilk ve tek saygı duyulması gerekene
nankörlük edince, nisbi ve izafi olan herşeye de saygımız tükendi. Ne kelam
kitabını takdir ettik, ne kainat kitabını. Ne öte kaldı kalbimizde ne beri.
Büyük küçük farkı tükendi mabeynimizde. Huzurda durduğumuz anda
bile huzurumuz olmadı, alın secdedeyken nefis isyanlardaydı. Kitabımız
hüzünle okunmalıydı, yüreğimizde hissetmeliydik dilimizden dökülenleri.
Dilimizde ete kemiğe bürünen sözlerin O’na ait olduğu hissiyle çarpmalıydı
kalplerimiz. Ümmetinin hasretiyle yaşayan Nebi’nin hasreti kavurmalıydı
sinelerimizi, göz yaşlarımız ıslatmalıydı yanaklarımızı ama hey haaat ki ne
hey hat…
Kıydık insana, hoyratça muamele ettik/ediyoruz. Aslında o meleklerin
bile saygısına mazhar yüce bir varlıktı. Esma-i İlahiye tam mazhardı. Her
ismin yetmişbin mertebesine ayinelik ediyordu. Hakkın tecellisi vardı
üzerinde. Tam seyirlik ve takdire şayandı. Saygı duygusu körelince fark bile
edemez olduk bu muhteşem sanatı. Hazinenin üzerinde oturan dilenciye
döndük böylece. Bundan dolayıdır ki “insana saygılı olalım! Onun hâvi
bulunduğu yüce hakikatlara saygılı olalım. Yaratan’ından ötürü, onu sevip
saymasını bilelim” diye iç çekiyor zamane dertlisi ve devam ediyor “bu
anlayış içinde geliştirebildiğimiz bir topluluk, eninde sonunda kendine
gelecek ve kaybettiği şeyleri telâfi etmesini bilecektir” âhını dillendirmeye.
İnsana saygı amasız, fakatsız olmalıydı. Zira evvela o insan olarak
yaratıldığı için saygıyı hak ediyordu. En güzel yaradılan varlıktı. İnsanın
sadece kendi gibi olana saygı duyması bir noksanlıktır. Fethullah Gülen
Hocaefendi bu noktada şu ikazda bulunur; “kendi gibi düşünenleri sevmek
ve saymak, samimî ve insanca bir sevgi ve saygı değil, bir bencillik ve
insanın kendi kendini putlaştırması demektir.”
Tabiatımız bozuldu, tahrip ettik tabiatı. Doğaya saygısız davrandık…
Kırdık, kestik, yıktık…yaktık ağaçlarımızı. Yeşil, maviye davetiyeydi. Yeşili
yok edince yağmurlar küstü, kurudu ciğerlerimiz. Çoraklaştı topraklarımız,
çoraklaşan yüreklerimiz gibi. Meltemler tufan oldu başımıza, yakamozlara
karanlık çöktü. Işık kaynağı güneşimiz zehir akıtmaya başladı, bulutların
arkasına saklandı ay dede ve tüm yıldızlarımız. Çiğnemeyi marifet bildik
çimenleri. Gülü dalından kopardık, toprağa hasret bıraktık köklerini, oda
kesti ıtır kokusunu. Güne bakan çiçeklerimiz kurudu, bal yapan arılarımız
felç oldu plastik kovanlarda… Hasılı kirlettik tertemiz tabiatı… derelerimiz
kurudu, göllerimiz çekildi/çekiliyor…
İşimize saygılıydık, eşimize saygı gösterir sevgi dererdik
hanelerimizde. Yaşta büyüklük saygı vesilesiydi, ilimde büyüklük gibi. Bir
harf öğretene köle olacağımızı haykırırdık saygıyla. Saygımız kadar da
berekete nail olurduk, rahmet yağardı başlarımıza. Her şey saygıyla
başlamıştı, varlık saygıyla halk olunmuştu. Bitişlerde saygının
yitirilmesiyle çıktı ortaya. Rahmet yağan başlarımız kurtulmaz oldu
zilletten…