16 Aralık, Kazakistan’ın bağımsızlık yıl dönümü. 30 yaşına ayak bastı.
Bu tarih sadece Kazakistan’ın bağımsızlık yıl dönümü değil, aslında.
Bu tarih, SSCB’nin çöküşünün ve 15 Cumhuriyeti’nde bağımsızlığa giden kilometre taşıdır aynı zamanda.
Kazak halkı bu aya “Jeltoksan” diyor.
“Jeltoksan” sözü Kazakçada “Aralık Ayı’nı ifade ediyor.
“Jeltoksan Olayları” ise 1986 yılının Aralık ayında Almatı’da yaşanan ıstıraplı günlerin diğer bir adıdır.
Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev, Enes Cansever’e verdiği bir röportaj esnasında.
1986 yılının Aralık ayında henüz Sovyetler Birliği dağılmamıştı.
Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin 1. Sekreterliği (Günümüzün Cumhurbaşkanlık makamı) görevinde ise 22 yıldan beri Kazak asıllı Din Muhammed Kunayev, bulunmaktaydı.
Kazak halkı, Kazakistan yönetiminin kendilerinden birisinin bulunmasını talep etmeleri en tabi haklarıydı.
Ve Muhammed Kunayev’in emekliye ayrılmasından sonra, özellikle o dönemde Gorbaçov’un yürütmekte olduğu açıklık-yumuşama ve yeniden yapılanma politikaları çerçevesinde, yerine bir başka kazak asıllı liderin atanmasını bekliyordu.
Ama Moskova öyle yapmadı.
Kazakistan için bunun tam tersini yaptı.
Din Muhammed Kunayev’den boşalan makama, hem de Kazakistan ile hiç alakası olmayan Rus asıllı Gennadiy Kolbin oturtuldu.
Kazak gençleri, bu uygulamaya karşı, Kazakistan Devlet Üniversitesi’nden başlayan bir direniş sergilediler.
Drenişçiler, “Kazakistan yönetimine ancak Kazakistanlı birisinin getirilmesi gereğini” ifade ederek, Respublika (Cumhuriyet) alanına doğru, ellerinde pankartlarla yürüdüler.
SSCB’nin o döneminde böyle bir miting yapmak çok önemli bir hadisedir.
Büyük bir cesaret ister.
SSCB Yönetimi, gençlerin bu haklı talebini dinlemek yerine, onları karşı güç kullanarak susturmayı tercih etti.
Tercih etti ama gençlerin bu direncini kıramadı ve protestoları bastırmada başarılı olamadı.
Üniversite koridorlarında başlayan bu direniş, dalga dalga Almatı’nın sokaklarına yayıldı.
Kolluk güçleri ve kızıl ordu güçleri ile kazak gençleri arsında yer yer çatışmalar yaşanmaya başladı.
Kazak gençleri Komünist Partisi Merkez Binasına girerek, binayı ele geçirdiler.
Daha sonra şehir hapishanesini de ele geçirerek, zindanlara atılan arkadaşlarını serbest bıraktılar.
Kısacası gençler, Sovyet yönetiminin hukuksuz uygulamasına başkaldırmış, yerel yönetim, bu başkaldırıyı bastıramamıştı.
Fakat 16 Aralık’ı -17 Aralık’a bağlayan gece ve ertesi gün, Moskova yönetimi askeri uçaklarla, başka yerlerden ağır silahlı güçleri Almatı’ya sevketti.
17 Aralık akşamına kadar Kızıl Ordu’nun 70 bin kişilik bir birliği Kazakistan’a taşınmıştı.
Bu birlik, Almatı sokaklarındaki Kazak gençlerinin üzerine acımasızca ve donanımlı bir ordu ile savaşırcasına ateş açtı.
Pek çok Kazak genci hayatını kaybetti.
Pek çoğu ağır yaralar aldı.
O yıl çok ağır geçen kar ve kış şartlarında, Cumhuriyet alanına toplanmış insanlara, soğuk tazyikli suyla müdahale edildi.
Bazı yaralıların, damperli araçlarla karlı ve soğuk Aladağların eteklerine taşınarak, o yamaçlardan aşağıya döküldüklerini, sabahlara kadar sert ayazdan dolayı hayatını kayıp ettiklerini ifade ediyorlardı o günün görgü tanıkları.
Resmi beyanlarda ölen gençlerin sayısı her ne kadar 22 olarak verilmiş olsa da, yaşanan olaylar ve görülen ölümler karşısında bu rakam, Kazak halkına hiç inandırıcı gelmemişti.
SSCB sistemi, dışa kapalı olduğu için dünya, bu faciadan sağlıklı haber alamıyordu.
Türkiye kamuoyu ise; Jeltoksan olayını, ilk defa 1992’de yapmış olduğum çok detaylı ve çarpıcı bir röportajla öğrenme imkânını bulmuştu.
Türkiye kamuoyuna gelmişti.
Hiç unutmuyorum, çıkan röportajımızla ilgili, okuyucularımızdan gazetemizin İstanbul merkezine, inanılmaz mesajlar gelmiş, büyük ilgi uyandırmıştı.
Söz konusu röportajda, Jeltoksan olayına katılan ve ülkenin o dönemde ve daha sonra da en popüler söz ve ses sanatçısı Janar Ayjanova ile yapmıştık.
Üniversiteli kızların ellerinde balta, demir armatör, sopalarla Kızıl Ordu’ya karşı mücadelesini şu halk türküsüyle sesleniyordu:
“Men Kazak kızlarına kayran kalam” (Kazak kızlarına hayran kaldım)
İşte Kazak halkının ve Kazakistan’ı bağımsızlığa, SSCB ve Gorboçov’un da sonunu hazırlayan Jeltoksan olayının, yani 16 Aralık ayının diğer bir anlamı bu.
Kazak tarihine “Jeltoksan olayları” adıyla giren bu başkaldırıda dökülen kanlar ve verilen canlar, aslında sadece bugünkü Bağımsız Kazakistan Cumhuriyeti’nin meydana gelişini değil, aynı zamanda o dönemde SSCB’nin içinde yer alan bugünün 15 Cumhuriyetinde bağımsızlık günüdür.
İşte Kazakistan’ın 30 yıl bağımsızlık gününü bu açıdan okumak lazım.
1917 Ekim Devrimi, başka bir deyişle Bolşevik İhtilali ile kurulan SSCB, Soğuk savaş sürecinde ABD’nin karşısındaki güç konumunda idi.
1985 yılında Gorbaçov’un iktidarı sırasında başlayan Glasnost ve Perestroyka ile başlayıp 6 yıl süren reformların ardından 1991 yılının sonunda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği resmen dağıldı ve birliğe bağlı bazı ülkeler, bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Birliği oluşturan şimdi bağımsız olan 15 devlet, bir araya gelerek, bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Halen devam eden ‘Bağımsız Devletler Topluluğu’ da bu süreçle oluşmuş oldu.
Kardeş Orta Asya Cumhuriyetleri, bugün 30 yaşında.
Bağımsızlığın ilk 8 yılı olan yokluk sürecini bizzat yaşayan biri olarak, o dönemin yakın tanığıyım.
Bir gazeteci olarak, Nazarbayev’in heyetinde yurtiçi ve dışındaki seyahatlerine yıllarca katılma imkânı olan tek yabancı gazeteciydim. Nazarbayev ile çok yakın ve samimi ilişkilerimiz vardı.
Zaman Kazakistan, ülkede faaliyete başlayan ilk yabancı kurumlardan biridir.
Bu nedenle çok rahatlıkla şunu diyebiliriz, Kazak halkı, Orta Asya’nın yıldız ülkesi olan Kazakistan Cumhuriyeti’nin temelini, kanıyla ve canıyla kurdular.
Bu coğrafya, doğal kaynaklar bakımından eşsiz zenginliğinin yüzyıllarca hâkim devletlerin nüfuz mücadelesine sahne olduğu olduğu bir gerçek.
Kimyadaki, periyodik cetveldeki kimyasal elementlerin hemen tamamı, Kazakistan’da çıkıyor.
Zengin petrol ve maden yataklarına sahip.
SSCB’nin tahıl ambarı, kalhoz (çitlikleriyle) et kombinası durumundaydı.
Bu enerji yolu eğitim gönüllülerinin de açmış olduğu kolejlerde yetişen dinamik bir gelecekle ve sağlam adımlarla 21. Asra doğru yürüyor.
Peki, Kazakistan Cumhuriyeti’nin 30 yıllık sürecinde Türkiye’nin rolü nedir?
Ne yazık ki, benim de oralarda bulunduğum ilk 10 yıl ve sonrasında Türkiye’nin Orta Asya, dolayısıyla Kazakistan politikası, “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” boş lakırtısından başka, somut bir icraatına şahit olmadık.
Şu anda ise; vatandaşını bu kardeş cumhuriyetlerin yöneticilerine gammazlayan, ispiyonlayan, oralarda büyük emeklerle kurduğu eğitim yuvalarını kapatmak için çabalayan bir iktidar ve Ankara Diplomasisi(!) var.
Vatandaşını rüşvet karşılığında kaçırtarak, Anadolu’daki zindanlara attıran, işkenceyle kolu ve kanadını kıran, sürekli fitne ve fesat peşinde, türlü kirli tuzaklar hazırlayan bir ‘Türk Dış Politikası’ mevcut.
Son söz: Kazakistan’ın bağımsızlığının 30. yılını gönülden tebrik ediyorum. Vefalı Kazak halkını da yürekten kutluyorum.
Kurucu Devlet Başkanı Nazarbayev’e ve mevcut Başkan Kasım Comart Tokayev’e sağlıklı bir ömür diliyorum.
Zira, bu ülkenin çatışmasız, huzur ve barış içinde dünyada, yıldızı parlayan bir ülkeye çeviren, dirayetli ve mutedil iç ve dış politikasıyla günümüze taşıyan Nursultan Nazarbayev’in, gerçekten kazak halkının üzerinde büyük bir hakkı var.
Ülkenin bugünlere gelmesinde büyük bir emeği var. e.cansever@zamanaustarlia.com.au