Türkiye askerî vesayetten sivil vesayete ve Batı’dan, Doğu’ya doğru savrulmaya devam ediyor.
Şöyle demişti 1980 darbesinin mimarı, daha doğrusu ülkenin 5 bin gencinin general rütbeli kudretli katili Kenan Evren;
“Biz İsveç, Norveç, Hollanda değiliz. Halkımızın kültür mertebesi onların seviyesine henüz gelmedi. Daha zamana ihtiyacımız var.”
Dönemin postallı Cumhurbaşkanı, darbeden yıllar sonra özel bir televizyon kanalında çıktığı ‘Çapraz Ateş’ programında sarf etmişti bu talihsiz sözleri. Darbeci Kenan Evren Paşa, yarım asra yakın bir süreden bu yana geçmişi karartılan, hâlihazırda bu zifiri karanlıkta yol almaya devam eden bahtı kara bir milletin gözünün içine baka baka bu talihsiz sözleri sarf etmişti.
Bu sözleri söylediğinde, bu talihsiz ülkenin nüfusu 57 milyon 613 bin kişiden oluşuyordu.
Köprünün altından sular seller aksa da, ülke nüfusu şimdilerde 83 milyonu geçse de gidilen mesafe; bir çuvaldız boyu…
Hâl böyle olunca da memleket olarak ne İsveç ve Norveç’in demokrasisine ne Almanların ekonomisine ne Hollandalılar’ın refahına ne de Avrupalıların muasır medeniyetine ulaşamamış oluyoruz.
Kudretli Paşa; “Daha zamana ihtiyaç var” demişti.
Artan yolcular, değişen dünya…
Ama memleket aracı hâlâ taka tabir edilen cinsten.
Türkiye köhne aracıyla, çukurlarla tümseklerle dolu patika yolunda ağır aksak gitmeye devam ediyor.
27 yıl önce ülkeyi tehdit edenler, terörist diye yaftalananlar bugünkü kadar geniş bir yelpazede değildi.
Bugünlerde sayısı milyonlara ulaşan, tamamına yakını eğitimli; çeşitli rütbelerden askerler, emniyet mensupları, her ünvandan üniversite hocaları, üst düzey bürokratlar, her kademeden yargı mensubu; sahasında uzman, mesleğinde üstün başarılı, işinde, ticaretinde önemli işler yapan on binlerce vatan evladı “terörist” oldu bu süreçte.
Dünya tarihinde emsaline nadir rastlanır şeytanlaştırma ve ötekileştirme uygulandı.
Aileleriyle birlikte birkaç milyonu bulan mağdurlar bu cinnet halinin kurbanı oldu, gadre uğradı, uğramaya da devam ediyor.
Aradan yıllar geçti, lakin bu ülkenin karanlık komiteleri; düşman üretmekten, ötekileştirmekten, yok saymaktan, kimlik ve etnik soykırımdan vazgeçmediler.
Zulüm sarmalı, renk değiştirerek, farklı şekillere bürünerek tüm hızıyla sürüyor.
İşte bugünkü belgeselimizde, yukarıda özetlemeye çalıştığımız karanlık dönemin zulümlerine malıyla, ailesiyle, evlatlarıyla, yakınlarıyla ve canıyla hedef olanlardan birinin hayatını sizlerle paylaşacağız.
BİNGÖL’ÜN BABAYİĞİDİNDEN SÖZ EDİYORUZ:
Bir babayiğitten bahsedeceğiz; Bingöl’ün yalçın kayalıkları, sarp dağları gibi yılmaz; billur kaynakları gibi duru ve kire-pasa bulaşmayan bir iş insanından söz edeceğiz.
Bingöl’ün tarihçesi çok şeyler anlatır.
Bu güzel şehrin ismine dair rivayetler çoktur.
Evliya Çelebi’ye göre Büyük İskender tarafından verilmiştir bu isim.
Anlatıma göre, Büyük İskender vücudundaki dayanılmaz ağrılar için nice hekimlere başvurduğu halde, şifa bulamaz.
Bunun üzerine ab-ı hayat (ölümsüz hayat suyu) suyunu aramaya başlar.
Uzun aramalardan sonra, o sudan içip dayanılmaz ağrılardan kurtulur.
Faydasını gördüğü bu suya “Makdis lisanı” üzerine cennet suyu anlamına gelen Çabakçur adı verilir.
Daha sonra bu isim çeşitli kaynaklarda Mingöl olarak karşımıza çıkar.
Zamanla, Bingöl şeklinde telaffuz edilmiş bin tane gölün olduğu yer anlamını taşır.
İşte Bingöl de Anadolu’nun dört bir yanındaki şehirler gibi, hazan ve hüzün sarmalına kapıldı.
En iyiler, en seçkinler, pırıl pırıl vatan evlatları, gökkuşağı çalınmış kınalı birer koç gibi; büyük zulümler sonucu aramızdan ayrıldı.
Medeni Arifoğlu da bunlardan biriydi.
Bugün 25 Ocak ve merhum Medeni Arifoğlu’nun vefatının yıldönümü.
Medeni Bey 2020’nin 25. Ocak’ında ruhunu Rahman’a teslim etmişti.
Zulüm paletlerinden o da nasibini almıştı.
Babası Hacı Arif Bey.
Dik Köyünden Hacı Arif Bey, Bingöl’ün önde gelen eşrafından, tüccarlarından biriydi.
70’li yılların sonunda başlayan ama özellikle 80’li yıllarda değişen ticari şartlara pek ayak uyduramayanlardan biri oldu Hacı Arif Bey.
Sözün senet olduğu, yüklü malların belgesiz verildiği dönemlerin sağlam tüccarlarından biriydi.
Rahmetli Medeni Bey’in babası Hacı Arif Bey, iyi bir tüccar olmanın yanısıra etrafta saygınlığı olan, sözü sazı dinlenenlerinden biriydi… Ancak ekonomi şartları değişmeye başladıktan sonra Hacı Arif Bey eski varidatından olmuş, ekonomik olarak zorlu bir dönem yaşamaya başlamıştı.
Medeni Arifoğlu o yıllarda henüz lise öğrencisiydi. Onu yakından tanıyan arkadaşları, Medeni Bey’i ele avuca gelmez, arka sıraların bıçkın öğrencileri arasında yer alan biri olarak tanımlıyor.
İDEALİST İNSANLARLA BULUŞTURAN KADER!
Bölge halkında, hayata ve geleceğe dair henüz bir idealin, düşüncenin oluşmadığı dönemlerdi.
Kader denk noktası denilecek olay, eğitimi, fakirlikle mücadeleyi kendilerine ideal olarak belirleyen insanlarla yolunun kesişmesiyle 1985’lerde gerçekleşir.
Tanıştığı idealist insanlar; eğitimi ve bilgiyi önemsemekte, Doğu’nun makus talihine çözümler üretmek için kafa yormakta, bunun içinde adımlar atmaktaydılar.
Karlı dağlar, yalçın kayalıklar dinlemeyen gönüllüler, Murat’ın kıyısındaki bu şehre de gelmişlerdi.
Çok kimse bilmez ama 1970’li yıllarda, Anadolu’nun beş noktasında verilen Altın Nesil konferanslarından biri de bu şehirde, Bingöl’de gerçekleşmiştir.
Eğitim gönüllülerinden neredeyse 15 yıl önce Kürsünün Dertlisi, konuşmasına şöyle başlar;
“Bir derenin hadidinde (kıyısında) dahi bir altın neslin olabileceğini düşünerek buralara geldim.”
Evet, yıllar sonra da olsa derenin kıyısına varılmış ve “vira bismillah” denilmiştir artık.
Kaderin cilvesi, Medeni Arifoğlu da işte burada, Mehmet Özyurt gibi çile yolunu seçmiş, “altın nesil” ümitleriyle buralara varan insanlarla buluşmuş ve tanışmıştı. Ve bu onun için tam bir “kader denk noktası” olmuştu.
Bu idealler onu ve arkadaşlarını cezbetmişti. Önce kendileri evrensel bir eğitimden geçecek, ardından memleket evladının bir, bir elinden tutacaklardı.
Ve o ana kadar hiç üniversite eğitimi düşünmeyen, yüksek öğrenim hayali kkurmayan bu gençler, birden ciddi bir çalışma temposuna girmiş ve 1986 yılında üniversiteli olmuştu. O yıl Bingöl’den üniversiteyi kazanan öğrenci sayısı, ildeki mülki amirlerin de dikkatlerinden kaçmamıştı.
Özellikle Bingöl Ticaret Lisesi’nden kazanan sayısı fazla olunca, eğitim camiası duruma çok şaşırmıştı.
İnsanlık idealini yüreklerine ve zihinlerine taşıyan bu gençler, sonraki dönemlerde bölgede yükselen şiddet olaylarından da uzak durmayı başaracaktı.
Onlara göre şiddet şiddeti beslemekte, bölgenin fakir fukaralığı ve geri kalmışlığına çözüm olamamaktaydı.
Zira, inanç ve değerlerimize göre bir insanı öldüren, tüm alemi öldürmüş, tüm insanlığa kastetmiş sayılıyordu.
Medeni Arifoğlu ve arkadaşları yüksek bir enerjiyle üniversiteyi okudu ve aynı eğitim sevdasını bölgenin her tarafına taşımaya başladılar.
Arifoğlu ve aynı yola baş koyan bir avuç gönüllü, okuma imkânı bulamayan Bingöllü çocuklara adeta hayatlarını feda ediyorlardı.
Yalçın kayalıklar sıcak insanlarını bulmuş, geçit vermez dağlar, eğitim kurumları, yurt ve evlerle adeta şenlenmişti.
Bir grup idealist ve Hizmet Gönüllüsü, gösterilen gayret ve ortaya konulan çalışmalardan dolayı halkın büyük ekseriyetinin takdirini kazandı. O günden sonra kurulan sofralara Bingöl’ün neredeyse tamamı yerini aldı. Arifoğlu ve yol arkadaşlarının çayını içmeyen, çorbasına kaşık sallamayan yok denecek kadar azdı.
Medeni Bey, gayreti ve çalışkanlığıyla, Bingöl’ün en önemli iş adamlarından biri, hayır hizmetlerinden dolayı da çevreninin tanınan eşraflarından biri haline gelmişti.
Bingöl Girişimci İş Adamları Derneği BİNGİAD’ın başkanlığıyla da şehrin ticaret ve ekonomisine mütevazı da olsa katkı sağlıyordu.
Yapılan birçok okulun yurdun harcına emeği, maddi ve manevi teri karışıyordu.
Bugün zulüm üstüne zulüm yaşatan hak-hukuk tanımaz zalimler, şehrin ekonomisine yaptığı katkılardan dolayı, ‘en başarılı işadamı’ ödülü vermişlerdi. Mali Müşavir olan Medeni Arifoğlu, sadece hayır ve hasenatıyla değil, mesleğiyle de Bingöl’ün parmakla gösterilen isimlerinden olmuştu.
Dönemin devlet erkanı ve tüm siyasileri O’ndan takdirkâr sözlerle bahsediyorlardı.
Medeni Bey, salonların ve toplantıların baş köşesine ağırlanıyordu.
Medeni Bey ve hayırsever işadamlarının “hayır amacıyla” açılmasına vesile oldukları dernekler ve vakıflar, halktan da teveccüh görüyor, çok önemli müzakerelerin, toplantıların, istişarelerin mekânlarına dönüşüyordu.
Hatta öyle ki, Ankara’dan devletin ve hükümetin önemli ve önde gelen isimleri, halk buluşmalarının ekseriyetini onların açılmasına vesile oldukları eğitim yuvalarında gerçekleştiriyorlardı.
Bir taraftan kendi mesleği ve yürüttüğü ticareti, diğer taraftan dahil olduğu hayır hizmetleri Medeni Bey’in kendisine zaman ayırmasına da engel oluyordu. Bu kadar meşguliyet, ciddi sağlık sorunlarını da beraberinde getirmişti. Biraz da ırsî olan ailenin kronik karaciğer yetmezliği, Medeni Beyi de bulmuştu.
Bu hastalık pek çok akrabasını kendilerinden koparacak kadar yaygındı.
Medeni bey de bu hastalığa yakalandı ve kendisine karaciğer nakli yapılmak zorunda kalındı.
Ama O, bu rahatsızlığına rağmen bu güzel hizmetlere yıllarca devam etti.
SİYASETİ SEVMEDİĞİ HALDE, BUGÜNKÜ SİYASİLERİN BİRÇOĞUNU SOFRASINDA AĞIRLADI:
Medeni Bey’in hayatında 1985’te başlayan hayır işleri 2016’daki meş’um hadiseye kadar devam etmişti. Arifoğlu ailesinin de hayatı, milyonlarca masumun hayatı gibi bir gecede alt üst oldu.
Ne acı ki dost bilinenler de düşmanlara karıştı bu dönemde.
Medeni bey’in eşi Nuran Hanım bir röportajda, 15 Temmuz hadisesinden sonra, maddi ve manevi olarak hayatlarının altüst olduğunu vurguluyordu.
Nuran Hanım, üstüne basa basa, başlarına gelen her şeyin bilinçli bir şekilde yapıldığını vurguluyordu.
Ve şunları ekliyordu gönlü kırık Nuran Arifoğlu;
“Devletin onayladığı, şimdilerde ‘terör yuvası’ denilen salonlarda bugünkü iktidar mensupları, defalarca ağırlandı. Hatta Ankara’dan hareket etmeden önce, önce eşimi arıyorlardı. Ziyaretin ilk durağı yine O oluyordu. Eşimin sofralarından kalkmazlardı.”
Eşinin, vatanını çok sevdiğini, çevrede hep böyle tanındığını belirten Nuran Hanım, siyaseti hiç sevmediği halde politikacıları sürekli ağırladığını belirtiyor ve bu çarpıcı duruma şöyle dikkat çekiyordu:
“Siyasiler, bakanlar, devlet yetkilileri ve aklınıza gelen her meslekten misafirler, Bingöl’e geldiklerinde mutlaka onu ararlardı. Hatta eşimden, Yönetim Kurulu Başkanlığını yaptığı kurumun salonlarında, iş adamlarının bir araya gelmesini isterlerdi. Olumsuz hiçbir şey de yoktu. Eşim bilinen, tanınan bir kanaat önderi ve sevilen bir insan olduğu için ilk başvurulan kişiydi. Sözde darbeye kadar bu hep böyleydi. Bugün, Bingöl’de yine insanların yüzde 99’u böyle söyleyecektir. Eşim siyaseti hiç sevmeyen bir insandı. Ama insanları kırabilen biri de değildi. Sevmediği bir şey olsa bile, seve seve kabullenir, en güzelini yapmaya çalışırdı. Ne varsa en güzelini yapardı. Zaten hep memleket sevdalısı diye kendisini tanıtırdı.”
Medeni Arifoğlu, sözde darbenin yapıldığı 15 Temmuz gecesi, rejim partisinin Bingöl il Başkanı’nın oğlunun düğünündeydi. Düğün dernek ve siyasetçilerin şov platformlarını çok sevmeyen Arifoğlu, taşıdığı misyonun ve idealin de gereği, AKP İl Başkanı’nın düğününe giderek, her zamanki cömertliğini onlardan da esirgememiş, gelin ve damada hediyesini takıp, kısa zamanda evine dönmüştü.
VE MEŞ’UM 15 TEMMUZ PLANLI DARBE SENARYOSU:
Ve meşum 15 Temmuz Planının oyuncuları; Arifoğlu’nu, darbe yapmak ve terörist olmakla suçlayıp ve hazırladıkları sözde suçlular çuvalına Onu da atmak için plan yapmışlardı.
Sonrasında azılı teröristlere yapılan muameleleri hatırlatan ve film karelerini aratmayan ev baskınları başladı.
Bir gün, Medeni bey tam da namazdayken rejimin, gûya, “alnı secdeli” ama içleri hınçla ve kinle dolu güçleri kapıya dayandı.
Nuran Hanım kapıyı açınca, gelen polislerden biri Medeni bey’i sorar. “Namaz kılıyor” denilince, kendisinin de namaz kıldığını söyler. Nuran Hanım, ”İçeri buyurun, Size de seccade serelim, namazını kılarsınız” deyince polis “Sizin evinizde namaz kılmam” der sert şekilde. Nuran Hanım’ın karşısındakiler kin ve nefretle dolmuş rejim aşığı kimselerden başkası değildir. Bu aslında utanılacak bir durumdur.
Kendilerine yapılan çay ikramı, rejimin kindar elemanlarına bir mahcubiyet yaşatmışmıydı bilinmez ama Nuran Hanım her zamanki nezaketini onlara da göstermişti.
25 Temmuz’daki baskınla gözaltına alınan Medeni Arifoğlu üç gün sonra da tutuklanmıştı.
Memleket aşığı Medeni Bey, darbeci ve terörist olarak derdest edilmiş, günlerce emniyet birimlerince sorguya tabi tutulmuştu. Önüne koca koca dosyalar konulmuş, alnı secdeli rejim milisleri tarafından, planlı darbenin Bingöl’deki baş sorumlusu olmakla suçlanmıştı.
Bu arada yılların emeğiyle kazanılan helal ve temiz mal varlığına da tedbir konulmuştu.
Önce Bingöl daha sonra Malatya cezaevine gönderilen Medeni Bey, nakil sebebiyle günde 19 ilaç kullanmaya başlamıştı. Karaciğer nakledilmiş bir hasta olan medeni Bey, Malatya cezaevinde sağlık problemleriyle boğuşmaya başlamıştı.
Nakli yapan Dr. Sezai Yılmaz, böyle bir hastanın cezaevinde hayati tehlikesi olduğuna, içeride tutulursa organ kaybı yaşayacağına dair rapor verdi. Ama gözlerini kin bürümüş, rejimin kulu kölesi konumundaki hakimler ve hekimler, tıpkı başka hasta tutuklulara yaptıklarını yapmış ve Medeni Bey için verilen raporu da görmezden gelmişti.
ÇİLESİ BİTMEZ, HER TÜRLÜ ACI ÇEKTİRİLİR
Bu arada cezaevlerindeki kötü muamele ve şartların yetersizliğinden dolayı Medeni Bey’in apandisiti patlamış ama fark edilememişti.
Bu haliyle adeta kaderine terk edilmiş olarak, 3 hafta boyunca hastaneye bile götürülmeden cezaevinde yatmıştı.
Bir akşam, demir kapılara vurup sürüne sürüne “ölüyorum” diyerek yardım istedikten sonra, hastaneye kaldırıldı.
Yoğun bakımda, apandisitinin patladığı ve yavaş yavaş vücudu zehirlediği anlaşıldı.
Ama Medeni Beyin çilesi bununla da bitmedi.
21 günlük yoğun bakımdan sonra tekrar cezaevine konuldu.
Temmuz 2018’de böbreğinde 5 cm’lik bir tümör tespit edildi. Kendisine söylenmedi bu durum. Istırapla dolu geçen günler sonrası Kasım 2018’de hastaneye götürüldüğünde tümörün artık 14 cm olduğu anlaşılmıştı.
Hastanelerde “mahkûm odası yok” diye Malatya ile Adana cezaevi arasında getirilip götürülmeye başlandı.
Aylarca hastaneye götürülmedi. Sadece günde birkaç defa acile götürülüp ağrı kesicilerle ağrısı dindirilmeye çalışıldı.
Ama kanser metastaz yaptığından, boynundaki kemiği de patlatmış, kolu hareket edemez olmuş ve yürüyemeyecek duruma gelmişti.
Uzun uğraşlardan sonra hastaneye yatırıldı ve boynundaki tümör alındı ama böbreği için artık çok geçti. Tümör tüm vücuda yayılmış ve ameliyat yapılamaz duruma gelmişti.
Eşi Nuran Hanım, ameliyattan sonra savcılığa gidip izin istedi. Tek arzusu, eşinin yanı başında bulunmak, hayata gözlerini yumarken kıyısında bulunmaktı.
Nuran Hanım 35 gün boyunca, dört er, bir komutan ve bir infaz memurunun nezaretinde sabah eşinin yanına hastaneye gidip akşama kadar ihtiyaçlarını görmeye çalıştı.
ALLAH ŞAHİTTİR Kİ, BANA CUMHURBAŞKANLIĞI GÖREVİ VERSELER, ELİMİN TERSİYLE İTERİM’
Peki tüm bu işkenceler, zulümler ve eziyet nedendi?
Yani Medeni Arifoğlu, rejimin yargıçları tarafından neyle suçlanıyordu?
TMSF tarafından gönderilen yazıda, suçlandıkları konu Bank Asya’ya para yatırmak ve bugünkü zâlimlerin, zamanında kendisini ödüllendirdiği “Bingöl İşadamları Derneği”ne başkanlık yapmaktı!
Nuran Arifoğlu, bunu şöyle anlatıyor:
‘‘Suçlandığı başka bir konu, darbe sonrası Bingöl’e vali olacağı iftirasıydı. Kahve köşelerinde bile bunlar konuşulur olmuştu. Vefatına bir ay kala ağır hasta haliyle şunu söyledi: “Nuran, Cumhurbaşkanlığı en yüksek makam değil mi? Allah şahidimdir ki, bugün de, o gün de, o makamı bana verselerdi elimin tersiyle iterdim’.
Ve ekliyor Nuran Hanım: “Zaten Bingöl’de eşimin itibarı, bakandan, milletvekilinden, validen çok iyiydi. Maddi olarak da böyleydi ki ona tenezzül edecek, tamah edecek bir insan değildi. Darbenin bir numarası ve yönetici olarak mahkemede yargılandı, ama mahkemede delil olabilecek bir kâğıt parçası bile yoktu.”
Tüm bu zulümlerden sonra Medeni Bey beraat etti.Ama cezaevinde kansere yakalanıp son ana kadar tahliye edilmediğinden, artık çok geç kalınmıştı.
Nuran Hanım şöyle devam ediyor:
‘‘Doktorlar defalarca bu haliyle cezaevinde yaşayamaz dedikleri halde, ameliyatlı şekilde yoğun bakım odasından kanserli hastayı cezaevine götürdüler. Onu, götürmeye çalışan askerlerin bazılarının acımasız davranışı karşısında eşim bana, ‘Bunlar da emir kulu hanım, ısrar etme, ekmeğinden olurlar diyecek kadar merhametliydi. Sürekli tebessüm ederdi. Bu tablodan dolayı çok üzülür ve utanırdı. Maalesef, daha iyi şartlar sağlanması gerekirken, hem de o daracık, ring arabasıyla Malatya ile Adana cezaevi arasında gidip geldiler. Orada da çok büyük suçlular olduğu için şartları çok ağırdı. Ve kanserli haliyle ona zulümler yaşattılar. Eşimin ölümüne dört ay kala bu karar verildi. Onun vefat edeceğini bildikleri için karar verildi, yoksa yaşayacağını bilselerdi vermezlerdi”.
Unutulmaması ve kayda geçmesi gereken durum şu ki: Ölüme adım adım ilerleyişi hem cezaevi yönetimi hem diğer yöneticiler tarafından izlenmişti. Birçok mazlum gibi bu memleket sevdalısı, elbirliğiyle ölüme yollanmıştı… Mazlumların sesi ve savunucusu olan HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu da Medeni Arifoğlu için çok gayret etti, zulmü duyurmaya çalıştı.
Hasılı, bu medeni ve güzel insan, el birliğiyle ölüme yollandı.
Bu güzel insan, yaşadığı zulümler ve çektiği büyük acıların ardından, tahliye edildikten sekiz ay sonra 25 Ocak 2020’de vefat etti.
YİNE AYNI ADLİ TIP:
Rahmetli Gökhan Açıkkollu, en son Ayşe Özdoğan’a cezaevinde kalabilir raporu veren ve raporda imzası bulunan İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanı Doç. Dr. Yalçın Büyük’ün rahmetli Medeni Arifoğlu’nun raporunda da imzası var. Bin bir karanlık ilişkinin yuvası olan İstanbul Adli Tıp Kurumu yetkilileri, bu cinayetin sorumluluğundan yakalarını sıyıramayacak. Adalet Bakanı Gül başta olmak üzere tüm adalet bürokrasisi, tüm bu olup bitenlerin seyircisi oldu ve bu cinayete ortak oldular. Bu cinayeti işleyenler asla unutulmayacak.
Medeni Bey, Ankara Üniversitesi’nde yüksek tahsilini bitirmiş, iki diplomaya sahip çok çalışkan ve aydın bir insandı. Geride 2 oğul 1 kız ve gözü yaşlı ama vakur, azimli, gayretli bir eş bırakan Medeni Bey dört duvar arasında rejimin zindanlarında yaşadıklarını şu şiirle dile getirmişti.
Rahmetli Medeni Bey için hazırladığımız kısa belgeseli yine Onun sözleriyle noktalayalım.
ÇOCUKLARIMI ÖZLEDİM:
Osman tutsak damında,
Yatamadım nemden yatağımda,
Uyukladığım merdiven betonunda,
Özledim çocuklarımı özledim.
Kızgın Ağustos sıcağında,
Terden sırılsıklamlığım,
Gür saçlarımı, usturaladığımda,
Özledim çocuklarımı özledim.
Tek kişilik dar koğuşumda
Bitkin düştüğüm yatağımda,
Gece gündüz yapayalnızlığımda
Özledim çocuklarımı özledim.
Hayatım bu diyarda,
Dört duvar arasında
Kalmadı akıl başımda,
Özledim çocuklarımı özledim.
Jandarmalar kolumda
Hastaneler yolunda.
Doktorlar başımda,
Özledim çocuklarımı özledim,
Ölümle yoğun bakımda,
Serumlarla hasta odasında,
Kelepçelendiğim yatağımda.
Özledim çocuklarımı özledim
Fatih onurum, Feyza gururum,
Arif tarifim, Nuranım herşeyim
Sizlerle tüm hayallerim,
Özledim çocuklarımı özledim…
Medeni Arifoğlu…
Medeni Bey’e Allah’tan rahmet diliyor ve kendisini unutmayacağımızı ilan ediyoruz. Ruhu şâd, mekanı Cennet olsun.
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au