ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Her birimizin gençliğinin şekillenmesinde mutlak surette katkısı bulunan, kütüphanelerimizi süsleyen eserleriyle, üzerimizde büyük emeği olan Hekimoğlu İsmal Ağabeyimiz Hakka yürüdü. Dile kolay 90 yıllık bereketli bir ömür.
57 kitap ve sayısız konferans sığdırılan bir hayat.
Bir asra yakın çileli yaşam.
Bereketli olduğu kadar meşakkatli bir hayat yolculuğu ve mücadeleyle dolu bir hayat.
Şubat 2002’de Eyüp Sultan Camii’nde beyin kanaması geçirdi.
Dile kolay 20 yıldır, yatağa bağlı ayrı bir çile çekti.
Gerçi o bu çileyi şükür vesilesi olarak görüyordu hep.
Dert adamıydı ve ‘Derdimi Seviyorum’ isimli romanında acılarını çok güzel dile getirdi.
Hayatı boyunca sevdiği acılar için yaşadı, yazdı, okudu ve okuttu.
Didindi durdu.
İLİM TAŞIDI ÇORAK ANADOLU BELDELERİNE!
Anadolu’yu adım adım, karış karış gezerek, konferanslarıyla ilim taşıdı şu çorak topraklara, beldelere Türkiye’nin dört bir yanına.
Merhum Hekimoğlu İsmail’i 1991 yılında Eskişehir’de ağırlamıştım.
Üniversite çağlarımızdı…
31 yıl önce…
Eskişehir Zaman Gazetesi Temsilciliği olarak, merhumun konferansını organize etmiştik.
‘Müslüman ve Para’ isimli kitabı henüz çıkmıştı.
Konferansımızın konusu da bu kitaptan mülhem, ‘Müslüman ve Para’ ydı.
Konferans afişleri, Eskişehir Hamam Yolu Caddesi’ni süslemişti boylu boyunca.
Ev sahibi olarak onu ofisimizde ağırlamış, elini öpmüştük.
Kendi ellerimle demlediğim çayı yudumlarken, Üstat Bediüzzaman’ın sözünü hatırlatan, “Keçeli demlediğin çay güzel olmuş” demişti.
Malum olduğu üzere, Risalelerin toplatıldığı, baskının ve baskınların günümüzdeki tablo gibi; zirveye ulaştığı, hizmetin durma noktasına gelmiş olduğu bir dönemde, Said Nursi Hazretleri’nin talebelerinden biri;
“Üstadım ne yapacağız, her şeyi kaybettik?”
Bu ziya-i himmet, “ümitsizliği ve karamsarlığı” değil, istikbale ümidi pompalayarak, şu cevabı verir;
“Çay koy Keçeli! Yeniden başlıyoruz!”
İşte Hekimoğlu da, konferans öncesinde, 1990’lı yılların kasvetli yıllarına böyle bir ışık tutuyordu.
Aşk ve şevk aşılıyordu.
Kitap, yazı ve sohbetleriyle kim bilir kaç kişinin kalbinin yumuşamasına vesile oldu.
Felç geçirmesine, yatalak olmasına rağmen aksiyon ve heyecanıyla kaleminin mürekkebini soldurmadı.
Ömrünü, hayatını dinin güzellikleri ve insanî değerler üzerine bina etti.
Anlattıklarını yaşadı.
Yaşadığı maneviyat örgülü hayatla da herkese örnek oldu.
Bir ulu çınarın gölgesinden daha mahrum kaldı, zulüm karşısında sessizliğe gömülen Anadolu.
Böylesi yıldızlarla aydınlanagelen ülke, Hekimoğlu gibi çınarların aramızdan ayrılmasıyla zifiriliğini artırıyor, daha bir karanlığa gömülüyor.
Kısacası bir paratonerdir böylesi ulu canlar.
Merhum Hekimoğlu da; ilmiyle, irfanıyla projektörler tuttu her yana.
Azimle, ümitle, çalışma aşkı şevkiyle, hayatı kucaklamayı öğretti.
Dünyaya bağlanmadan dünyayı kazanmanın pratiğini gösterdi.
Müslümanların parası olmalı ama paraya, mal-mülke köle olmamalı diyordu.
Kalbe dünya konmayacak, ama diğer taraftan ise kesben terk edilmeyecek.
“Sadaka-i cariye” hükmündeki sayısızca, yazılı ve görsel eserin sahibi oldu, onları bize miras bırakarak gitti.
Hekimoğlu İsmail mahlas ismiyle bilinen Ömer Okçu, gönüllerin paramparça olduğu, masum ve mazlumların her gün yeni bir zulme uyandığı bir dönemde aramızdan ayrıldı.
Baksanıza, ülkemizde gerçek anlamda bir paranoya yaşanıyor.
Muhalifler, her vesileyle hedefte, dinbazlar her an muhalif avında.
İhbar ağları kurulmuş her tarafta, ihbarcı en yakınınızdaki birileri, komşunuz, akrabanız bile olabilir.
Her gün bir kara operasyon yapılıyor.
PATAGONYA CUMHURİYETİ
Farklı kavimlere ve kabilelerin otağı, serin yurdu Anadolu, Patagonya Cumhuriyetine çevrildi adeta…
Yaşanan zulüm ve baskılar, Rahmetli Hekimoğlu’nun, bundan yıllar önce Beyaz perdeye de yansıyan Minyeli Abdullah romanından pasaj sanki.
Devir değişmiş, aradan yıllar geçmiş, ancak vaziyet aynı.
Yerinde sayan bir topluluk…
1989’da ‘Minyeli Abdullah’ romanı Yücel Çakmaklı tarafından sinemaya uyarlandı.
İki bölüm halinde gösterilen film, gişe rekorları kırdı.
1992 yılında Zaman Gazetesinde yayımlanan ‘Demek ki Öyle’ başlıklı, İmam Hatip Lisesi öğrencilerinin Harp Okulları’na neden alınmadığını sorgulayan yazısından dolayı, Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandı. Bir yıl mahkûmiyet cezasıyla Şile Cezaevinde 72 gün hapis yattı Ömer Okçu.
‘Minyeli Abdullah’ kitabıyla, muhafazakâr kesimi romanla barıştıran ve buluşturan Hekimoğlu İsmail’in; özellikle iki eseri benim için de çok anlamlı:
‘Minyeli Abdullah’ ve ‘Derdimi Seviyorum’.
Hekimoğlu’nun ilk kitabı; ‘Minyeli Abdulah’ı, ortaokul yıllarımda okumuştum.
Her yeni nesil aynı heyecanla okuyor.
Hâlâ binlerce satıyor.
Hava Astsubayı Ömer Okçu’nun, mütevazı bir evde eşinin bile haberi olmadan kaleme aldığı Minyeli’yi Türkiye’de duymayan, bilmeyen neredeyse yok.
Hekimoğlu İsmail, hiç şüphesiz toplumun düşünce yapısını derinden etkilemiş bir yazar ve fikir adamı.
CHP eski Milletvekili sanatçı Berhan Şimşek ve Perihan Savaş’ın hakkını vererek başrolde oynadığı bu filmi, sınıf arkadaşım, Minyeli’nin adını taşıyan aynı zamanda Hekimoğlu’nun Erzincanlı hemşerisi arkadaşım Abdullah ile Emek Sineması’nda gözyaşları eşliğinde seyretmiştik.
Roman şimdiye kadar 80 baskı yaptı.
Yazara olan sevgimi ve başroldeki Şimşek’e karşı ilgimi bu eser tetikledi diyebilirim.
Aradan uzun yıllar geçti.
Muhaliflere reva görülenler, zalimlik, türlü iftiralar artarak devam ediyor.
Şimdilerde yaşanan baskı ve baskınlar, Minyeli’nin döneminden daha acımasız ve vicdansız…
TÜRKİYE’DEKİ İNSANLIK DIŞI UYGULAMALAR
Türkiye’de yaşanan insanlık dışı uygulamalardan dolayı, Minyeli’yi bir kez daha izledim.
Herkesin de yeni bir bakışla izlemesini tavsiye ederim.
Çünkü zor şartlarda okuyup, meslek, iş güç sahibi oldu Anadolu insanı.
Bu yurdum insanı, türlü iftara ve uygulamalar sonucu karanlık zindanlarda gün sayıyor.
Tutsak, binlerce anne, yüzlerce bebek, 100 binlerce farklı meslek ve iş kolundan insanın yaşadığı dramın, Minyeli Abdullah’ın çektiğinden geri kalır tarafı yok.
Şimdi tarihin niye tekerrür ettiğini Minyeli özelinde okuyalım.
Filmdeki Abdullah, Mısır Minye’de doğar.
Küçük yaşta babasını kaybeder.
MİNYELİ DERS SOHBETLERİNDE…
Annesi zor şartlarda onu okutur ve memur olmasını sağlar.
Ortaokul son sınıftayken tarih öğretmeniyle kavga eden Minyeli, eğitimini yarıda bırakıp Kahire’ye gider.
Ortaokul ve liseyi dışarıdan bitirip su işlerinde memur olur.
Sonra evlenir.
Bu dönemlerde arkadaşlarıyla birlikte ev sohbetleri düzenlerler.
Bu sohbetlerin birinde evlerine bir baskın olur ve Abdullah tutuklanır.
Yaklaşık bir sene cezaevinde kalır.
Hakkında idam kararı çıkartılır ama kralın devrilmesiyle serbest kalır.
Mısır, İngilizler yönetimindeyken yaşanmış olaylar.
Benzer zulümler, güya yerli ve milli yöneticilerin Türkiye’sinde bütün şiddetiyle devam ediyor.
Türkiye’de yaşanan zalimliklerin, filme konu olan zalimliklerden geri kalır tarafı var mı?
Bir röportajında Hekimoğlu İsmail, Minyeli eserini yazma aşamasında çektiği sancıyı şöyle ifade ediyor:
“Ümraniye’nin çöplüğüne gittim.
Çöplüğü dolaştım. Bir yüzü kullanılmış kâğıtları topladım.
Gizli yazıyordum bu romanı.
O devirde öyleydi.
Ailemden bile gizliyordum.
Hanım ve çocuklar uyuyunca, ben kalkıp yazıyordum.
Evvela yazılarımı saklayacak yerlerde hazırlardım.
Mesela helada su rezervinin kapağının altı.
Sonra buzdolabının yan kapağının vidalarını söküyor ve motorun oraya yazıları yerleştirip vidaları yine takıyorum.
Bir de bahçedeki kuyuya iple sarkıtıyordum.”
İşte, o zifiri karanlık günlerin romanlaştığı kitapların temelinde böylesi bir ıstırap var.
Bu ıstıraplı haldir ki, eserleri dilden dile dolaştırmış, bambaşka bir etki meydana getirmiş.
Yıl 1967.
Sıkıntılı günler…
Cehaletin koyu karanlığı içerisinde; kitap okuyanlara, hayatı anlamak, inandığı gibi yaşamak isteyenlere tahammül yok!
Minyeli kitaplaşır.
Sıkıntıları dile getirir ve milyonların duygularına tercüman olur.
Yıl 1987…
Minyeli Abdullah yasaklanır.
Yazarı yargılanır.
Bir yıl sonra beraat eder. Fakat, ilgi, yıldan yıla katlanarak devam eder.
Ve o günden bugüne,
Hekimoğlu İsmail’in kitapları, en çok baskı yapan, en çok okunan ‘klasikler’ arasına girdi.
Filmlere konu oldu kitaplar, gişe rekorları kırdı.
O günlerden bugüne nice on yıllar geçti ama zalim de zulüm de bitmedi.
Sadece yüz ve adres değiştirdi aktörler.
‘ÇOBAN YILDIZI’ SABAHIN YAKLAŞTIĞINI GÖSTERİR:
Ve elbet, küfür devam eder, lakin zulüm baki kalmaz.
Çobanyıldızı, sabahın yaklaştığını gösterir.
Güneşin doğmasına çok zaman var ama o yıldız müjde verir ‘sabah oldu’ diye.
Dertler, sıkıntılar, ıstıraplar, hayatın acı gerçekleridir.
Dünyanın harap ettiği ruhumuz, çile merhemiyle tedavi görüyor.
Derdini sevenleri bu vefat sebebiyle tekrar hatırlamış olduk.
Hekimoğlu ve niceleri dertlerini sevdiler, dertte dermanı buldular.
Dert, bela onların yoldaşı oldu.
Hekimoğlu bu bahse dair şunları aktarıyor bizlere: ”Bahçenin suyunu kestiler, çiçekler soldu, meyveler döküldü ve yapraklar sarardı, dünya dikenlere kaldı.
Kapının önüne gül diktim, sarmaşık ektim, gelip geçenlerin içi açılsın diye, insanlar gülleri kopardı.
Hayvanlar sarmaşıkları yedi, geriye yine dikenler kaldı.
Mahsul bol mu, boldu, bir gün, bir sam yeli esti, yapraklar sapsarı oldu, meyveler buruştu, dikenler bayram ediyordu.
Yeşil yaprakların hepsi gitti, geriye sadece dikenler kalmıştı.
Yeşile düşman olanlar, dikenlere dost olmuştu.
Yemyeşil kültürümüzü sam yeli aldı, son kalanları da kuzey rüzgârları dondurdu, dünya dikenlere kalmıştı.
Anladım ki “Derdimi sevmek”le işe başlamalıyım.
Birdenbire iç dünyamı bir çığlık dolaştı: ‘Çilesini çekmediğin şey senin değildir!’ dedi.”
Hekimoğlu, çilesini de çekti, derdini sevdi, Minyeli Abdullah’ın Türkiye’sinde!..
Ülkenin Mısır çölüne dönüştürüldüğü, zulmün zirve yaptığı, bir dönemde sevenlerini yetim bıraktı ötelere uçtu, Minyeli Abdullah’ın müellifi Hekimoğlu İsmail (Ömer Okçu).
Mekânın cennet, efendimiz komşun olsun Hz.Ömer’in adaşı! e.cansever@zamanaaustralia.com.au.