Ruşen Çakır, Washington’dan Rumi Forum yıllarından iyi tanıdığım bir gazeteci. Kendisi cemaatin eskiden beri bilinen amansız düşmanı; kendisi de bunu gizlemiyor. Cemaatin başına gelen imtihandan sonra, objektif olmayı ve gazeteciliği bir kenara bırakıp, her türlü tenkidi göze alma ve tetikçilikle suçlanma pahasına cemaat aleyhine bir çok yayın yaptı. Bu yayınlarında daima, “cemaat ha şimdi bölünüyor, içinden çıkan akademisyenlerden ciddi tenkitler var, cemaat bitti, bitiyor” diye bir sürü yayın yaptı. Darbenin bariz bir şekilde Erdoğan tarafından planlandığını bilemeyecek kadar saf değil, ama ısrarla cemaati suçlamayı bırakmıyor.
15 Temmuz darbe tiyatrosunun ardından cemaat hakkında, hem sevenleri, hem de nefret edenleri tarafından çok şeyler söylendi, yazıldı, çizildi. Cemaatin içinden olup da, “artık bu iş bitti, ama büyütmeye gerek yok, tarih bir sürü cemaatlerin mezarlarıyla doludur; cemaatler de insanlar gibi doğar, büyür ve ölürler. Şimdi de bizim cemaatimiz bitti, buraya kadarmış!” diyen az da olsa, dostlarımdan ilginç ifadeler işittim. Diğer yandan, cemaatten nefret edenler ve varlığından hiç hazzetmeyenler de geçmiş zamanlarda, bilhassa darbe sonraları yurt dışına çıkmak zorunda kalan, kürtler, ülkücüler, solcular vs’i örnek göstererek, bir müddet sonra bir kısmının davalarını terk ettiğini, dünyevileşerek gruplarından koptuklarını örnek göstererek, cemaatin da sonunun aynı olacağını ifade ettiler, ediyorlar…
Geçenlerde meşhur bir yorumcunun analizini de duyunca bu yazıyı kaleme almaya karar verdim; diyordu ki: Cemaat mensupları F. Gülen’e maddi menfaatsız olarak çok bağlı olduklarından, büyük sıkıntılara rağmen onu ve cemaati terk etmediler, ancak Erdoğan’a bağlananlar, menfaat birliktelikteliği olduğu için, menfaatleri bittiğinde yada biteceğini gördüklerinde hemen gemiyi terk ederler, ettiler, ediyorlar. Bana göre kıyas, eskilerin ifadesi ile kıyas-ı maal farık; kıyas edilen kişi ve gruplar, birbirlerinden çok farklı, ancak meselenin anlaşılması için belki böyle bir kıyası gözönünde tutmak faydalı olabilir.
Cemaat, 50 yılın en büyük darbesini yediği, koca bir devletin tüm gücüyle ifna etmeye çalıştığı halde, niçin hala ayakta, neden devrilip gitmedi, bitmedi; bilhassa yurt dışında her geçen gün daha da toparlanıyor, büyüyor! Tabii ki Cenab-I Hakk’in izni, inayeti, desteği mahfuz, esbap açısından bunun sebeplerini sıralamaya çalışalım:
- Prensipler: Cemaatin prensipleri baştan sona Allah Rasülü’nün hayat-ı seniyyelerinden alınmış, Kur’an ve sünnet merkezli sahih prensiplerdir. Hocaefendi’nin, Efendimiz SAV’in ve ashabının hayatını çok iyi bilmesi, onları, hayatı ve dostları için en önemli örnekler olarak alması, bu camianın iyi yetişmesi için en önemli faktör olmuştur. Bu prensipler, hayatın her alanını kapsayan, doğumdan ölüme kadar, her noktada, kişiyi, maddi manevi tatmin eden, dünya ahiret, iki cihan saadetini kapsayan prensipler olması hasebiyle, takipçilerin kalplerini, ruhlarını, hissiyatlarını da tesir altına almış, rasyonel prensiplerdir. Hocaefendinin, prensipleri bizzat yaşayarak örnek olması, takipçilerin onları uygulaması adına da çok önemli bir noktadır. Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin risalelerde ortaya koyduğu ve yaşantısına akseden prensiplerin de hareketin temel değerlerinin oluşmasında önemli tesiri inkar edilemez.
- Liderin evsafı: Cemaati daha genç yaşlarından itibaren ter ve gözyaşı ile imar etmeye gayret eden Hocaefendi, çok iyi bir lider; maddi manevi kendisini çok iyi yetiştirmiş, fedakar, çalışkan, zeki, azimli, dirayetli, güçlü bir hafızaya, analiz ve sentez kabiliyetine sahip, sağlam karakterli, hoşgörülü, sabırlı, diğergam, hasbi, realist ve idealist! Bu evsaf bazıları için mübalağa gelebilir, ancak bunu söylerken, 5-6 yaşlarından beri kendisini tanıyan, dünyayı, cemaatleri, liderleri görmüş, halen de aktif olarak cemaatin içinde çalışan birisi olarak bunu söylüyorum. Her bir vasfı yazarken, tek tek düşünerek, örneklerini gözümün önünden geçirerek yazdım. Hocaefendinin yukarıdaki vasıflarından bir kısmı olmasaydı, esbap planında cemaatin dağılması yada bu kadar güçlü olmaması mümkün olabilirdi. Ancak bu vasıflarıyla, vehbi ve kesbi ilmi birleştirerek ortaya çıkan cemaat ve prensipleri, hareketin bu denli güçlü olmasına ve zor şartlar altında dahi ayakta kalmasına sebep olmuştur.
- Müesseseler: Prensiplerin hayata uygulanması müesseselerin ikamesi ile mümkündür. Bu bağlamda, gerekli tüm müesseseler, gerektiği zamanda geciktirilmeden büyük fedakarlıkla kurulmuş ve kişinin ihtiyaç duyacağı herşeyi içinde barındırmıştır. Eğitim müesseselerinden, sağlığa, yardım kurumlarından, işadamı derneklerine, sendikalardan, medya kuruluşlarına, oradan da diyalog kurumlarına kadar, insanların her yaş, konum ve durumda maddi, manevi ihtiyaç duyacakları herşey sağlanmış, ve kişiler bu kurumlarla bütünleşmişlerdir.
- Motivasyon: İnançlı bir insanı motive eden en temel iki şey vardır: Dünya ve ahiret saadeti! Hizmetin, doğrudan Kur’an ve sünnetten nebean etmesi, ahiret saadetini bir anlamda tekeffül edebileceği inancını veriyor. Dünya saadeti için de dinden bağımsız olarak, Amerikan Psikoloji Derneğinin 1998’deki başkanı Dr. Seligman’ın PERMA teorisine başvuralım. İnsanın dünyevi mutluluğu için beş parametre vardır, der. Bunlar: Pozitif duygu (Pozitive emotion), sorumluluk/angajman (engagement), ilişkiler (relations), anlam (meaning) ve başarı (accomplishment). Bu yazının kapsamı, bu parametleri detaylı bir şekilde tartışmak için uygun değil, ancak buradaki konumuzla ilgili olarak denebilir ki, Hizmet, takipçilerine bu beş özelliği sağladığı için onların dünya mutluluğuna kavuşmasını da sağlıyor. Çok detaya girmeden ifade edeyim; Hizmet, insanlara “Pozitif duygu” veriyor; insanlığa hizmet, faydalı olma, müsbet hareket, ümit, dövene elsiz, sövene dilsiz ve gönülsüz, affetme, hoşgörü, güzel düşünme, güzel görme vs. “Angajman”, biraz zor, net bir hedef için kişinin kabiliyetlerini, gücünü, kuvvetini o işe teksif etmesi, uğraşması; kendiliğinden ödüllendirici bir durumdur. Hizmetin verdiği görevler, insanlığın hayrına, çok net hedefler içeren biraz da zor görevlerdir. Bu işlerin neticesini görmek için verilen uğraş, kendiliğinden ödüllendirici ve mutluluk vericidir. “İlişkiler”; mutluluk için en temel kavramdır ve hizmetin takipçilerine sağladığı en önemli imkanlardan biridir. “Anlam” ise, kişinin kendinden büyük bir gaye uğruna kendini o işe vermesidir; din, bilim, sosyal adalet, aile vs gibi sosyal kurumlar için çalışma, bu cümledendir. Hizmet, burada zikredilen kurumlara faydalı olmak için çalışmaktadır. “Başarı” ise, her insanın, elde ettiğinde mutlu olduğu bir öğedir. Hizmet bugüne kadar, her yaptığı girişimde güzel başarılar göstermiş, dost ve düşmanlarının takdirlerini, beğenilerini kazanmıştır; hedeflediği amaçlara ulaşmış, dünyanın 170 ülkesinde bir çok hayırlı, güzel faaliyetlere imza atarak milyonların hayatına dokunmuştur. Dolayısıyla maddi manevi tatmini içeren hizmetin işleri, insanları motive etmede çok başarılı olmuş, ve milyonlarca insanı, maddi bir karşılık beklemeden hizmetin hedefleri doğrultusunda koşmasına vesile olmuştur.
Görüldüğü üzere, hizmet, kişilere maddi, manevi, dünyevi, ührevi tatmini verdiği ve herhangi bir negatıve imge barındırmadığı için insanların ondan ayrılması için bir sebep yok. Bu yazının kapsamı içinde olmadığı için, manevi zevkler, Cenabi Hakkın ekstra lütufları, ilahi ikramları da bir başka yazıya bırakalım… Hyurtsever@gmail.com