Hatırlayacaksınız bundan önce de Yusuf Kaplan ile ilgili bir yazı kaleme almıştım.
O yazıda bu şahsın “Makyavelist, çıkarperest” kişiliği üzerinde durmuştum.
Bu yazı da ise onun pragmatik zekâsı! üzerinde durmak istiyorum.
Bu pragmatik zekâ! bakınız 1 Ocak 2010 tarihinde, “Bütün yollar Türkiye’den geçecek…” başlığıyla yazdığı yazıda ne demiş?
“Fethullah Hoca, sabırla, basiretle, ferasetle -köklü ve uzun vadeli sonuçları olacak- bir dışarıdan yarma harekâtı gerçekleştiriyor.
Büyük risk alıyor: “Hain”, “satılmış” gibi zor zamanlarda kolaylıkla yapıştırılacak damgaları, karalamaları göze alarak gerçekleştiriyor yürüyüşünü.
Fethullah Hoca’ya bu tür damgaları yapıştıranları aynaya bakmaya davet ediyorum.”
Sizce pragmatik zekâ!, acaba şimdilerde aynanın karşısında kendi yalaka suratını görüyor mudur?
Hiç sanmam.
Görmüş olsaydı şu ifadeleri kullanmaktan -varsa insanlıktan azıcık nasibi- haya etmesi gerekirdi.
Ama kim kaybetmiş ki bu pragmatik zekâ! o haya denen şeyi bulsun.
O kadar da değil demeyin. Bakınız İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde gerçekleştirilen tercih tanıtım günleri programında yaptığı şu açıklama onun ne derce insanlıktan yoksun olduğunu gösteriyor:
“15 Temmuz gecesi darbe girişiminde bulunan Fetullahçı Terör Örgütü bir İngiliz projesi olup Amerika bu projede sadece bir sopadır. Projenin asıl beyni ise İngiltere’dir.”
Yukarda verdiğimiz satırlarda “… “Hain”, “satılmış” gibi zor zamanlarda kolaylıkla yapıştırılacak damgalar” dediği alçakça sıfatları bu yazısında Hizmet hareketini “İngiliz projesi” diyerek “Hainlik ve satılmış”lıkla itham etmekte -zor zamanların adamı olamadığı için- hiç zorlanmıyor.
Haya ve ahlak yoksunu bu şahıs, 3 Ekim 2016 tarihinde yayınlanan “Ben de Fetö’cüysem, bu ülkede Fetö’cü olmayan yok demektir!” başlıklı yazısında şöyle demiş:
“Bir defa Pensilvanya’ya götürdüler. “Tek şartla gelirim” dedim: “Beni Gülen’le görüştüreceksiniz. Soracağım 40 civarında soru var. Bunları kaydedeceğim,” dedim. Söz verdiler ama görüştürmediler.”
Şimdi bu pragmatik zekaya! ‘haya ve ahlak yoksunu’ deyince bazıları “Size bu tür ifadeler yakışmıyor” diyor. Peki ne diyelim o zaman? Hadi buyurun siz söyleyin.
İşte bu pragmatik zekanın! 12 Ekim 2012 tarihinde yayınlanan “Hocaefendi’yle görüşme, sorunlar ve sorular…” başlıklı yazısında Hocaefendi ile yaptığı yüz yüze görüşmeden notlar aktarmış.
O notlarda diyor ki:
“Hava soğuk ve rüzgârlı…
Bizi, Hocaefendi’ye götürecek araçla, şiddetli yağmur eşliğinde yol alıyoruz…
Dışarıda göz gözü görmüyor…
Yaklaşık üç saat sonra akşamın ilerleyen ve kararan saatlerinde,
Hocaefendi’nin kaldığı yere varıyoruz.
Odasına alındığımızda Hocaefendi, koltuğuna oturmuyor; “aranızda en yaşlı kimse o otursun” diyor. Kendisi, yan tarafta bir koltuğa ilişiyor: Arkasındaki duvarda, “Ya Hayy”el-Kayyûm” yazan bir tablo var.”
“Hoşgeldiniz, yoruldunuz, şeref verdiniz,” diyor.
Sonra, bir süre, derin bir sessizlik çöküyor odaya.
Yüzünde hüzün var; derin bir hüzün.
Gözleri, göz kapakları şişmiş ağlamaktan.
Ellerini, tıpkı namazda olduğu gibi, birbirine kavuşturarak önüne bakıyor.
Hepimiz, onun konuşmasını, söze onun başlamasını bekliyoruz.
Tevazusu, hem herkesi rahatlatıyor, hem de geriyor açıkçası.”
Güya Pensilvanya’ya gelirken “Beni Gülen’le görüştüreceksiniz” diye şart koşmuşmuş.
Eskiler ‘onu sen benim külahıma anlat’ derlerdi.
Şart koştuğunuz falan yoktu.
Asıl siz, Pensilvanya’ya gidebilmek için referans olacak birilerinin peşinde kendiniz koşturuyordunuz. Burada yeri gelmişken lise yıllarıma ait bir hatırayı nakledeyim.
O yıllarda kendisini örnek aldığım bir hocam vardı.
Biz öğrenciler bazen zorda kalınca muhalif beyanlarda bulunurduk.
Hoca bunu fark eder ve şöyle derdi: “Yavrum, muhalif beyanda bulunduğunuz zaman, öyle bir söz söylemelisiniz ki doğru yalan olsun.”
İşte bu kâğıttan “Kaplan” sırtlan yürekli şahsa diyorum ki:
Şayet yalan söyleyeceksen bari doğru yalan söyle.
Hem güya, “Soracağım 40 civarında soru var. Bunları kaydedeceğim,” demişsin.
Fakat söz verdikleri halde görüştürmemişler öylemi?
Bazen insan ağzındaki baklayı çıkarası geliyor.
Neyse şimdi mübarek üç ayların içindeyiz.
Dilimin ucuna kadar gelen şeyleri yazarak bu ayların bereketini kaçırmayayım.
Fakat şu kadarını diyeyim.
Rabbim bildiği gibi yapsın.