Daha baştan söylemiş olayım.
Bu yazıdaki ifadelerim Üstad Bediüzzaman’ın deyimiyle, “Kelimelerin kabri hükmünde olan kalbden çıplak çıktı, nâmahrem olanlar okumasın lütfen.”
Malum olduğu üzere Nusret Muğla amcamız, 5 yıldır tutukluydu.
Kendisi için yaşlı kelimesi hafif kalır.
Zira yaşlılıktan çok öte sıkıntılı ve aynı zaman da hastaydı…
Bunların hepsi bir yana çok masumdu, hem de bir melek kadar masum…
Hayatı boyunca iyilikten başka bir şey düşünmemiş, kimseye kem söz söylememiş biriydi…
Ve zalimin işkence mengenesi olan hapishanede ruhunun ufkuna yürüyüp gitti…
Başta saraydaki zalim ve onun şerikleri, yardakçıları, arsızları, hırsızları, haysiyet yoksunu güruh sevinsin artık.
Bank Asya’ya para yatırdığı gerekçesiyle ceza verilen 86 yaşındaki Nusret Amca, hasta ve ağır yaşlı olmasına rağmen tahliye edilmedi.
Onun öldüğü haberini alan Bülent Arınç, ‘65 yıllık dostum’ dediği Nusret Amca’dan helallik diledi, uzunca bir yazıyla.
Necip Fazıl; tam da bu tip hem karaktersiz hem de alçak kişiler için “Size alçak diyemem çünkü alçaklık bir seviyedir. Siz ancak “çukur” herif olabilirsiniz” dermiş.
Sözüm meclisten dışarı.
Bu tipler için “çukur” ifadesini de kullanamam.
Çünkü kabir Allah’ın yarattığı insan bedeni için bir çukurdur ve onun da bir haysiyeti vardır.
Zulmün her daim partneri olmuş bu münafık, bir de timsah göz yaşına benzer şöyle bir ifade kullanmış: “Sana ve arkadaşlarına faydalı olamadığım gibi kendime de faydalı olamadım.”
Behey vicdansız, ‘kendine faydalı olamadığın’ doğru.
Başkasına faydan değil, gölge etmeseydin o bile yeterdi. Zira senin Nusret Amca gibi hizmet gönüllülerine ‘faydalı olmak’ gibi bir derdin ve davan zaten hiç olmadı ki faydalı olasın.
Şu Bursa’da hem de Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü sıfatıyla yaptığın konuşmayı hatırladın mı?
Zulmünüzle hapis işkencesi altında vefat eden Nusret Amca ve yoğun bakımda olmasına rağmen hala tahliye edilmeyen Yusuf Bekmezci gibi binlerce insana hitaben sarf ettiğin o konuşmada; “Her şeyin garantisi biziz. O cemaatler beni çok iyi bilir. Ben onları çok iyi biliyorum. Bursa’dan bu cümleme dikkat etsinler; Biz varsak, siz de varsınız. Biz yoksak siz de yoksunuz” demiştin.
Geç artık helalleşeme palavrasını. Çünkü sen kazanma kuşağında kaybettiğin için onunla helalleşme işi artık öbür tarafa kaldı.
Ayrıca, yazdığın o mektupta Nusret Amcanın ‘Hizmet Gönüllüsü’ olmadan önce yaptığı (berberlik ve kavafiye gibi) işleri sıralamışsın.
Sonra ‘Hizmet Hareketi’ olarak bildiği yolda eğitim faaliyetlerine destek olmaya başladığını, kısıtlı imkânlarını bu yolda kullandığını, topladığı zekât, fitre ve çiftçilerden aldığı ayni yardımlar ile okulların yapım masrafına destek olduğunu yazmış ve şöyle demişsin: “Artık o kendisini sevenlerin Nusret Ağabeyi ve eğitim gönüllüsüydü.”
Behey Şaşkın, Nusret Ağabeyini ‘eğitim gönüllüsü’ yapan ‘Hizmet Hareketini’ “Cadı avıysa cadı avı” (bu tabiri ilk defa 2014 yılında kullandı) diyerek nerdeyse on yıldır yeryüzünden silmeye çalışan Tiran bozması senin neyin oluyor?
Ben söyleyeyim.
O senin ve ailenin üzerinde seyahat ettiği “tek bir gemi, tek bir rota ve tek bir Reis” oluyor öyle değil mi?
En sonda söyleyeceğim sözü yeri geldi diyeyim sana.
Ben biliyorum ki sen, bir fırsatını bulursan hem Hocaefendi’den hem de ‘hizmet gönüllüsü’ dediğin herkesten helallik dilemek istersin.
Allah ömür verirse hepimiz o günü göreceğiz.
Ama sana ve senin gibi olan zalimlere kimse artık itibar etmez, etmeyecektir.
Tiran, daha partiyi kurarken “önce bunları bitirmek lazım” dediğinde en yakın halkadaydın.
O oldum olası zaten Hizmet gönüllülerini hazzetmedi.
Ama buna rağmen eşinle beraber kapısını ve sofrasını sana açtı Hocaefendi.
Karıncayı incitmeyen o insana “Allah’ın lütfu” gördüğünüz darbe tiyatrosundan bu yana tüm ahlaksızlıkları, iftiraları, yalan ve bühtanları boca ettiniz.
Şimdi anlıyoruz ki, hizmet gönüllülerine ait toplantılarda yaptığın konuşmaların hepsinde, sana biçilen rolü oynamış ve racon kesmişsin, timsah gözyaşlarınla.
Ama neylersin, biz seni kendimiz gibi bilme saflığı yüzünden inandık.
Samimiyetsizliğini ve riyakarlığını anladığımızda ise iş işten geçmişti.
Sen Bel’am ibn-i Bâûra gibi bu sürecin en büyük kaybedenlerinden birisin.
Senin Nusret Amca’nın ardından yayınladığın açık mektubu sadece büyük bir nefret ve öfkeyle okudum.
Hizmet gönüllülerine her türlü eza ve cefa yapanları -velev ki- affetsem bile sana olan nefretim ve öfkem her daim diri kalacak.
Çünkü bundan sonra sen, kahir-ekseriyetin nazarında sadece kendisine “samimi görünümlü” rol biçilen profesyonel bir oyuncudan ibaretsin.
“Helalleşirken” bile yazdığın o mektupta hala planlı 15 Temmuz Darbe vurgusunu yaparak, binlerce masumu töhmet altında bırakıyorsun. Yani özrün kabahatinden büyük.
Azıcık Allah korkusu olsaydı sende, 65 yıldan beri arkadaşım dediğin Nusret Amca’yı, yazarken bu kepazeliğe düşmezdin.
15 Temmuz bahanesiyle milyonların hayatı karardı.
Fakat bu hayatları karartan karanlık ruhların, istişare meclisinde hem de en ‘Yüksek İstişare Kurulu Heyeti’nde yer alan kim?
Ve oğlun da hala zift püskürterek milyonların geleceğini ipotek eden bir anlayış için el kaldırıyor.
Nusret Amca oğlu Sait vasıtasıyla: “Bülent abini ara, 65 yıllık dostluğun karşılığı bu mu?” şeklinde -şayet anladıysan- yürek yakan bir sitemde bulunmuş sana.
Sen de biliyorsun ki Nusret Amca, çok beyefendi bir insandı. Dolayısıyla edebinden sana bundan daha fazlasını söyleyemezdi.
Ancak sen, onu öldüren anlayışın bir parçası olarak hala masum rolü kesince, “Birileri onun konuşmayan dili olsaydı keşke” diyenlerin dili olmak istedim ve onun için kaleme aldım bu yazıyı.
Şununla bitireyim, Mahkeme-i Kübra’da hem Nusret Amca ile hem de ben ve benim gibi binlercesiyle hesaplaşacaksın.
Yazık ki ne yazık…