Usta yazar Ahmet Altan, dün Norveçli meslektaşlarına mektup yazdı.
Daha doğrusu, Norveç Yazarlar Birliği, Ahmet Altan ve İlhan Sami Çomak’ı ‘İfade özgürlüğü ödülüne’ layık gördü.
Ödül vereceklerdi Norveç’te.
Ama Altan’ın, yurt dışı yasağı devam ettiği için katılamadı.
‘Mahpus şair’ İlhan Sami Çomak ise 28 yıldır, özgürlüğünden edilerek, cezaevinde tutulduğundan gidemedi.
Böylece “cezalı yazar ve şair” 27 Mart’taki ödül törenine katılamadılar.
Dile kolay, 21 yaşında tutuklanan Çomak tam 28 yıldır, ömür çürütüyor.
Özgürlüğe kavuşmayı bekliyor.
Örgüte üye olmaktan ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış.
AİHM’in 2006 yılındaki kararına rağmen hâlâ tutuklu.
Aydınını, fikir adamını, yargıcını, doktorunu, iş adamını, yaşlısını, gencini ve çocuğunu zindanlarda öğüten, yok eden böyle zâlim bir devletin emsali var mıdır yeryüzünde?
Bu coğrafya, ne zulümlere ve acılara şahitlik etti, etmeye de devam ediyor.
Ömründen yılları çalınan ama inandığı değerlerden hiç taviz vermeyen Ahmet Altan, törene katılamayınca, duygularını mektuba dökerek, yolladı Avrupalı aydın dostlarına.
Daha doğrusu, yangın yerine dönen Anadolu coğrafyasının arşa dayanan feryadını.
Altan’ın mektubu aslında bir manifesto niteliğinde.
Satırlar, ülkenin geçmişine, bugünlerine ve de geleceğine ayna tutacak kalibrede.
Ezilenin, zulme uğrayanın, sömürülenin, paletler altında inleyenin, hırpalananın, coplananın, hapis ve zindanda sessizce çürüyenin, türlü işkence, baskı ve trajedilerle baş başa “kader mahkumlarının” dramına dikkat çekiyor Usta Yazar.
Aslında sessiz çığlıkların sesi ve nefesi oluyor…
Mesela, önceki gün ‘Sabır makamı Hz.Eyüp Peygamberin beldesi Urfa’nın, Eyübiye ilçesinde, polisin atış poligonunda cesedi kurşunlarla parçalanmış, Muharrem Aksem’in acısını bu mektupta aslında dile getiriyor.
Mesela Altan, Hz. Süleyman Peygamberin diyarı Diyarbakır’da Newroz günü, yöresel kıyafet giydiği gerekçesiyle, 5 yaşındaki ikiz kardeşlerin suçlu muamelesiyle, gözaltına alınarak, karakolda parmak izinin alınmasına feryat ediyor.
Mesela; bizzat Altan’ın demir parmaklıklar arkasında, babası özgürlüğünden edilen bir yavrunun, “Babamı ne zaman bırakacaksınız?” diye gardiyanlara soru yönelten minik yavruların çığlığı var mektupta.
Yakınlarını, kardeşlerini, evlatlarını karanlık zindanlarda türlü zulümlerle yitiren ailelerin dramını dillendiriyor satır aralarında Altan.
Mesela Altan, günümüzün din tacirlerinden daha merhametli, daha samimi bir duruşla, acımasızca coplanan “başörtülü bacıların” haline işaret ediyor, bunların inandığı “Tanrıya” inanmayan Ahmet Altan.
Muktedirlerin kin ve nefretle beslenen rejimin, “eli coplu başörtülü bacılarının” acımasızca “başörtülü hanımlara” saldırısını, Furkan Vakfı üyelerine yaptığı haşinliği satırlarına taşıyor Altan.
Adana’da, Boğaziçi’nde, Rize’de, Muğla’da yerlerde sürüklenen, coplanan başörtülü, başörtüsüz kadınlar beliriyor yazıda. O kara günde, başörtülü polislerin, çarşaflı bayanlara kinle nefretle saldırısını ve haliyle Siyasal İslamcı iktidarın, ne türlü bir garabete büründüğünün resmini sunuyor Altan.
Hasılı, yıllardır aslında fail-i belli meçhul cinayetlerle, evlatlarının çığlıklarını duyurmak için didinen Cumartesi annelerinin mesajını, Avrupalılara ulaştırıyor Ahmet Altan.
Kısacası, bu vahşeti yerine getiren polislere “alnınızdan öperim” diyen zulüm çarkının ağa-babaları, zehirli ve kirli zihniyete sahiplerin, ülkeye nefretle karbondioksit pompalayanların halini dile getiriyor aslında, Altan.
Barışa, özgürlüğe ve demokrasiye özlem duyanların sesi soluğu oluyor.
Ve tabii ki, merhametini henüz kaybetmemişlere şu sorularla mektubunu süslüyor Çetin Altan’ın oğlu.
“Haksızlıklar var. Hukuksuzluklar var.
Hapishanelerdeki o masum insanları unutacak mıyız?
Onlar yokmuş gibi mi davranacağız?
Ama ben öyle yapamıyorum. Ben hapishanedeki masumları unutamıyorum.
Acıyı çekenler dünyadan ayrılır ama dünyada kalan, acıyı da edebiyat anlatır.” tarihe geçen bu güzel cümlelerle not düşüyor.
Aslında bu mektup, Norveçli meslektaşlarına hitaben yazdığı mektup olmaktan, çıkıyor.
Tel örgülerin, zindan duvarlarının ardında kalan insanlar için yazılmış olmanın yanında, topyekün bir trajediye parmak basıyor.
Yahu, bu toprakların kaderimidir bu hazin tablo?
Öyle ceberrut bir anlayış ki, vatandaşı değil, hayvanları bile bu tasalluttan nasibini alıyor.
Bu nasıl bir devlet, bir yönetim, bir iktidar anlayışı?
Güler misin ağlar mısın?
Urfa’nın Ceylanpınar Çaylı Köyü’nde, merada otlatılan koyunlar gözaltına alınmış.
Kuzular, annelerinden ayrılmış.
Rejimin timleri, askerleri operasyon yaparak 17 koyunu kıskıvrak yakalayarak “demir parmaklıkların” arkasına atmış.
Evet, yanlış duymadınız.
Abartı yok.
Vakıa.
17 koyun hapishaneye tıkılmış, peygamberler diyarı Şanlı Urfa’da.
Bu şehrin Milletvekili de, sosyal medyada konuyu paylaşıyor.
Bebeklere yapılan zulümler herkesin malumuydu, kuzuyu annesinden ayırma pespayeliğiyle, işin nirvanasını test etti, mazlum görünümlü, bugünün hak tanımaz muktedirleri.
Kürt coğrafyasının, çoluk çocuğu, yaşlısı, genci, taşı, toprağı, köyü kasabası, hâsılı merada otlatılan koyunları bile, bu 28 Şubatçı çarktan nasibini alıyor.
Dün bu memlekete, ineği sürgüne gönderen 28 Şubat’ın çatık kaşlı hukukçuların bugünkü mirasçıları/ devamcıları, koyunları bile hapsetti.
Koca ülkeyi topyekûn açık cezaevine dönüştürdüler.
Allah AKP-MHP “kardeşliğine” daha neler nasip edecek, hep beraber göreceğiz?
Anlayacağınız, tam 50 yıl önce uç veren acılar, çığlıklar, aralıksız sürüyor.
Yarım asırdır, değişen bir şey yok.
Aynı kin ve nefretle…
50 yıl önce ne mi oldu?
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ın idamını engellemek üzere yola çıkan Mahir Çayan ve 10 arkadaşı, Kızıldere’de güvenlik güçlerince, bir evde acımasızca katledildiler.
Farklı dünya görüşüne rağmen, buna başkaldıran, kalemleriyle olup bitenleri haykıran vicdanlıların sayısı bugün az da olsa hep oldu.
Onlar boyun eğmedi, Ahmet Altan’lar gibi; vicdanlı kalem erbapları da, canı pahasına haksızlığa boyun eğmiyorlar.
Çayan da, o dönemde bugünkü hak tanımazlar gibi; devletin baskılarına, kurlan darağaçlarına, idam ve infaz edilen gençlere kaşı sergilenen kin ve nefrete ‘hayır’ dediği için canıyla bedel ödedi, Alevi Cemaatinin yoğun olduğu Kızıldere beldesinde.
Hâsılı, Kürt coğrafyasında, Alevi’si de, Sünni’si de ensesinde süngü, dipçik eksilmedi.
Barut, kan, gözyaşı, dram ve ölüm hiç eksik olmadı köyünde ve kentinde.
Roboski’de Kürtlerin katırlarını katledenler, Ceylanpınar’da koyunları hapsedenler ikiz kardeşlerdir.
Mahir Çayan, Deniz Gezmiş’leri ‘terörist’ diye kovalayanlarla, bugün binlerce aydına, meslek erbabına, eğitimciye, ‘terörist’ iftirasında bulunanlar aynı zihin kodunun, devam eden derin yapının mimarlardır. e.cansever@zamanaustarila.com.au