Bilmem hatırlarmısınız. Minyeli Abdullah filminde şöyle bir sahne vardır. Abdullah’ı işkence odasında zalim bir şekilde döverler. Sonra da tekrar mahpusların olduğu koğuşa getirerek yara bere içinde bırakıp giderler. Abdullah hapishane koğuşunda her yönüyle takdir edilen bir insan olarak tanınmaktadır.
Onun bu şekilde dövülmesi mahpuslardan birinin çok zoruna gider ve “Nerdesin ulan ey adalet? diye sorar. Minyeli Abdullah’ın yaralarını bir bezle silmeye çalışan diğer bir mahkûm ise bu soruya şöyle cevap verir: “Kral Faruk’un koynunda”
Bu anlattığın sahneyle neyi anlatmak istiyorsun derseniz, söyleyeyim. Malumunuz olduğu üzere Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanını Sarayda ağırladı. Ancak Erdoğan, bundan yaklaşık üç yıl kadar önce 19 Eylül 2019 tarihinde BM Genel Kurulu’nda, İsrail’e duyduğu öfke hisleriyle o mahkûmun sorduğu gibi “Bu İsrail neresidir?” diye soruyordu.
Onun sorduğu bu soruya diğer mahkûm adına ben cevap vereyim. İsrail, Erdoğan’ın cebindedir. O gün öyle demiş olsa da bu gün cebine girecek olan “duygusal” (bunun para demek olduğunu bilmeyen yoktur sanırım) vasıtasıyla o gün tükürdüklerinin hepsini tekrar yalamaktan tiksinmeyecektir.
Dolayısıyla onun için İsrail, kişisel menfaatlerinin olduğu yerdir. Uluslararası konjektörde onun yanında yer alacaksa işte İsrail orasıdır.
Bu yalan makinası bakınız, 16 Temmuz 2014 tarihinde yaptığı bir konuşmada Mavi Marmara yardım kuruluşunu; Gazzeli bebeklere ilaç götüren mama götüren, gıda götüren, bunun için de ölümü göze alan bir yardım örgütü olarak takdim ediyor.
Bir gün sonra yaptığı konuşmada ise “İsrail’in Mavi Marmara’dan dolayı bu yardım teşkilatına kini var” diyordu.
Ayrıca Hocaefendi’nin oraya gitmeden “Otoriteden izin almalılardı” ifadesine de “Pensilvanya’nın da aynı sebeple bu kuruluşa kini var” dedikten sonra “Otorite kim, güneydeki sevdikleri mi, yoksa biz mi? Eğer otorite Türkiye’de bizsek biz zaten izni verdik.” diyordu.
Ancak iki yıl sonra 29 Haziran 2016 tarihinde hiç utanmadan, “Siz kalkıp da Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz” diyordu.
“Yardım götürmek için bana mı sordunuz” ifadesini kullandığı gün İsrail ilişkilerinde yaşanan gelişmeleri eleştirenlere de şöyle seslenmişti: “Olayı yaşayan benim, … Söylemediğim şeyleri söylenmiş gibi gösterenler var. Çünkü bunlar akşam başka, sabah başka konuşurlar.”
Üstad Bediüzzaman, “Şu medenîlerden çoğunun eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır. Sîreti olur suret.” (Nursi, Sözler, s. 711) vecizesinde dediği gibi Erdoğan işine geldiği zaman ‘sîretinde olanı suretine’ aksettiriyor ve orada sarf ettiği “akşam başka, sabah başka konuşurlar” ifadesiyle sîretini ortaya döküyor.
Bu zavallı o gün, “Otorite kim, güneydeki sevdikleri mi?” diyerek Hocaefendi’yi İsrail yanlısı olarak göstermeye çalışmıştı. Kendisinin “güneydeki çok sevdiği” İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog Ankara’ya getirebilmek için altı aydır yalvardığını biliyoruz.
Onu sarayda ağırlayabilmek için yapılan vaatleri ise şimdilik bilmesek de gelecekte mutlaka ortaya çıkacaktır.
Aslında benim asıl mevzum bu değil.
Sarayda kimi ağırlarsa ağırlasın.
Geçmişte tükürdüğü tükürüklerin hepsini eracifiyle beraber yalasın yutsun.
O onun bileceği bir şey.
Şimdi söyleyeceğim şeyi ister hayal deyin, ister kehanet deyin. İsterse bu heriften o da beklenir deyin.
Ne derseniz deyin.
Tarihe not düşmek için ben buraya yazıyorum. Şöyle ki:
Hatırlarsanız, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca Haliç Kongre Merkezi’nde “Yüzyılın İslam Kültür Hizmeti Onur ve Hizmet Ödülleri” töreninde bu zavallı Hocaefendi’ye ithafen şöyle demişti: “Yaşadığımız fetret gelir geçer. Maruz kaldığımız ihanetler eriyip yok olup gider.
Bu medeniyettir ki yalancı peygamberleri, sahte velileri, içi boş, kalbi boş, zihni boş alim müsveddelerini virüsü bünyenin reddettiği gibi reddetmiş ve tarihin çöplüğüne mahkûm etmiştir.” Bu konuşmada isim vermeden Hocaefendi’ye “yalancı peygamber, sahte veli, içi boş, kalbi boş, zihni boş alim müsveddesi” olarak binlerce kişinin huzurunda hakaret etmişti.
Tamam bunları hatırladık.
Ne demek istiyorsun?
Çıkar artık şu ağzındaki baklayı” dediğinizi duyar gibiyim.
O zaman daha fazla sabrınızı zorlamadan söyleyeyim.
En yakın zamanda içi başka dışı başka bu zat, Hocaefendi’ye haber gönderip barışmak istediğini söyleyecektir.
Kendisine isim vermeden söylediği bu hakaretler hatırlatılınca da “Ben onu kastetmedim ki” diyecektir. Bu bir kehanet değil, göreceksiniz.