Yaşam hakkı kutsaldır, çünkü hayat, telafisi mümkün olmayan belki yegâne değerdir. Bunun için tüm kutsal öğretilerde önceliklidir. Fakat öyle ölümler var ki bırakın ailesine anlatmayı, hukuki olarak da açıklamak mümkün değil. Bununla birlikte malumunuz, Türkiye artık bir seçim takvimine girdi denilebilir. 2023 normal takvim ama mevcut seçim yasasında öngörülen teklife rağmen bir erken seçim de olabilir mi, bu soru işareti ortadan kalkmış değil. HDP Batman milletvekili, partinin seçim işlerinden sorumlu eş sözcüsü Mehmet Rüştü Tiryaki, kronos gündeme https://kronos35.news/ değerlendirdi.
Genç bedeni Eyyubiye’de atış talim sahasında bulunan Muharrem Aksem’in ölümüyle ilgili nasıl bir sonuca ulaştınız?
Şanlıurfa’nın Eyyubiye ilçesinde gerçekleşen bir olay. 16 yaşında bir gençten bahsediyoruz. Şimdi hemen hemen Türkiye’de yaşayan herkes bilir. Askeriyenin talim alanları vardır. Fakat bunlar genelde askeri yasak bölge olarak görülen, etrafı çevrilmiş alanlardır. Hatta askerlerin rutin işlerini yaptıkları alanın da uzağında bir yerdir. Herkesin elini kolunu sallayarak çıktığı yerlerde atış talimi olmaz. Ortalama bir yurttaş bu ülkede bu işlerin böyle olduğunu düşünür. Fakat Eyyubiye ilçesinde, emniyet teşkilatının atış alanı olarak kullandığı bir yerden söz ediliyor ve bu yerin sınırı belli değil, nerede başladığı nerede bittiği bilinmiyor. Etrafı çevrili bir alan yok. Orada herhangi bir uyarı levhası yok. Yaşayanlar herhangi bir şekilde uyarılmış değil ama zaman zaman emniyet görevlilerinin orada talim yaptığı söyleniyor. Şimdi bu talim alanı herkesin bildiği bir şey. Bu talim alanının resmi olarak sınırları olmadığı anlaşılıyor. Bu nedenle zaten işte köydeki bir genç, Eyyubiye’li 16 yaşındaki Muharrem Aksem rahatlıkla o bölgede dolaşabiliyor ve güvenlik görevlilerinin hiçbir uyarı yapmadan talim yaptığı bir bölgede, 16 yaşındaki bir genç yaşamından koparılabiliyor. Valiliğin yaptığı açıklama aslında hiç kimseyi tatmin etmiş değil. Yani şunu söylüyor: İşte bir kurşun girdi, çıktığına dair belgeler belli değil, veri yok. Bir bomba patlamış olabilir. Bir patlayıcı madde vücuduna girmiş, çıkmış olabilir. Vücut bütünlüğünü bozmuş olabilir gibi açıklamalar var ama faille ilgili herhangi bir açıklama yok. Hani bir mayın patlaması mı başka bir şey mi, başka bir patlayıcı madde mi buna dair hiçbir açıklama yok. Ayrıca bu olayla ilgili olarak güvenlik görevlilerine dair de ortaya herhangi bir söz konulmuş da değil. Sanki güvenlik görevlileri orada atış talimi yapmamışlar ve birden bire ortaya çıkan bir patlayıcıyla vatandaş yaşamını yitirmiş gibi açıklama yapıyorlar. Bu doğru değil.
“GÜVENLİK GÖREVLİLERİNİN ATIŞ TALİM SAHASINDA KATLEDİLMİŞ BİR YURTTAŞTAN SÖZ EDİYORUZ”
Orada birinci derecede kuşkulu olan birim İç İşleri Bakanlığı’na bağlı Jandarma, Emniyet Müdürlüğü her neyse bu görevlilerdir ve bu sorumlular bir an önce açığa çıkarılmalıdır. Ben de dahil çok sayıda milletvekili İç İşleri Bakanlığı’na bu konuda soru önergesi verdik. Mecliste çokça vekil arkadaşımız bunu gündeme getirdi. Valilik başka bir şey yapmaya çalışıyor. Ailesi üzerinde bir etki kurarak, işte muhalefetin bu sorunun, bu cinayetin aydınlatılmasına ilişkin girişimlerinin önünü kesmeye çalışıyor. Yani ailenin soru sormasını istemiyor. Bunun araştırılması için ailenin muhalefet partilerine, insan hakları örgütlerine gitmesini engellemeye çalışıyor. Biz bu tür girişimlerin de farkındayız fakat mesela bu vatandaşın siyasi kimliğiyle ilgili değil. Zaten ne onun ne ailesinin siyasi kimliğiyle ilgili bilgi sahibiyiz. Bir yurttaşın yaşamını güvenlik görevlilerinin atış talimi olarak kullandığı, sınırı yeri belli olmayan bir yerde katledilmesinden, yaşamını yitirmesinden bahsediyoruz. Biz sonuna kadar takipçisi olacağız.
90’larda maalesef kamuoyu alıştırıldı. Fakat son zamanlarda bu olayların tekrar ettiğini görüyoruz. Siz açığa çıkartmaya çalıştığınız bu tür durumlarda devlet görevlileri nasıl bir tutum takınıyor?
Adalet ve Kalkınma Partisi’ne ve bu hükümete ilişkin çok genel bir değerlendirmemiz var. Onlara diyoruz yani. Ben bunu meclis kürsüsünde defalarca söyledim. Dedim ki, bu ülkede yaşayan herkes 1990’lı yıllardaki faili meçhul cinayetleri biliyor. Bu insanların, devletin koruduğu paramiliter güçler, adı tırnak içerisinde, “Hizbullah” ismini kullanan parti eliyle ve devletin karanlık güçleri eliyle katledildiğini orada yaşayan herkes biliyor. Oradaki alay komutanlarını, jandarma komutanlarının, itirafçıların ve çok kişinin bu cinayetlerde yer aldığını biliyoruz. Biz Adalet ve Kalkınma Partisi, bu katliamların ve cinayetlerin sorumlusudur demiyoruz. Başka bir şey söyledik onlara. Dedik ki 1990’lı yıllarda işlenen bu cinayetler soruşturulmadı. Üstü örtüldü. Devlet adeta bu katillerin tamamını korudu. Siz çözüm süreciyle beraber bunları soruşturacağız dediniz. 2012’den itibaren 1990’lı yıllarda kamuoyunun çok yakından bildiği, o cinayetleri, ailelerin yakılarak katledilmesi, asit kuyularına atılması, yüzlerce örneği bu olayların. İlgili savcılıklarca soruşturma başlatıldı, 2012’den itibaren. Eski güvenlik görevlilerinin, alay komutanlarının, jandarma komutanlarının, polis yetkililerinin, askeri yetkililerin ifadeleri alınmaya başlandı. Bunların bir kısmıyla ilgili davalar açıldı. Yani bu ne zaman oldu? Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde. Adalet ve Kalkınma Partisi’nden önce bu soruşturmalar, bu davalar yoktu. Adalet ve Kalkınma Partisi böyle bir girişimde bulundu. Ne zaman? Çözüm süreci ile beraber 2012-2013’ten sonra. Fakat Adalet ve Kalkınma Partisi bu geçen yıllarla beraber 2021’e kadar bu dosyaların tamamını kapattı. Adalet ve Kalkınma Partisi önceki siyasi partilerinin yapmadığı bir şeyi yaptı. Bu cinayetlerin, bu katliamların sanıklarının tamamını akladı. Ya zaman aşımıyla bu davaların düşürülmesini sağladı ya bu sanıkların önemli bir bölümünün beraat etmesini sağladı. Dolayısıyla o dönemdeki cinayetlerin failleri olmasa da Adalet ve Kalkınma Partisi bu süre içerisinde bunların aklanması siyasetini yürütmüş oldu. Bu davaların neredeyse tamamı kapandı. Son olarak bildiğimiz kadarıyla Musa Anter cinayeti var. Onu da bu yılın ilerleyen ayları içerisinde 30 yıl zaman aşımı süresinde düşürmeyi kafalarına koydukları anlaşılıyor. Mahkemenin yakın zamanda bir karar vermesi, bu kararın Yargıtay’da onaylanması muhtemel, herhangi bir kimsenin mahkum edilmesi gibi bir süreç beklemiyoruz. Emin olun bu cinayetin sanıkları da aklanarak bu dava kapatılmış olacak.
“İNSANLAR HELİKOPTERDEN ATILIYOR, FAİLLER DEĞİL MAĞDURLAR YARGILANIYOR”
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin o sürece dair politikaları bunlar. Kendi döneminde de zırhlı araçlarla bölgede çok sayıda çocuk, yaşlı, yurttaş yaşamını yitiriyor. Bunlar bir hizmet kusuru olarak bile görülmeden güvenlik görevlilerin neredeyse tamamı beraat ettirildi. Hiçbir ceza verilmedi. Hatta bir kısmında yaşamını yitirenlerin ailelerinden bedel istendi. Yargılamalar bu şekilde yürüyor. Cinayetin sanıkları aklanıyor. Cinayetlerle ilgili, faillerle ilgili hiçbir araştırma yapılmıyor. İnsanlar helikopterden atılıyor. İşkenceye maruz bırakılıyor. Failler değil mağdurlar yargılanıyor.
Basın mensupları yargılandı konuyla ilgili.
Evet, bunu haber yapanlar yargılandı. Yani Adalet ve Kalkınma Partisi’nin insan hakları ihlallerine yönelik tavrı gerçekten korkunç bir durumda. Saysak sabaha kadar bunları bitiremeyiz.
2002’de iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi, devlete ilişkin siyasi ezberleri bozmaktan söz ederken neden böyle bir söylem ve eylem değişikliğine gitti?
Sanırım Orhan Gazi Ertekin’nin sözüydü. Yüksek yargıya ilişkin bir seçimde, biz diyor ittifak yaptık bunlarla. Yani bir seçim ittifakı diyor. Biz Kemalist diktatörlüğe karşıyız dedik. Sonra kendi diktatörlüklerini kurmakta bir beis görmediler. Yani karşı çıktıkları şey diktatörlük değildi. Bir başkasının kurduğu diktatörlüğe karşı çıkıyorlardı. İktidara geldikten sonra kendi diktatörlüklerini kurmakta hiçbir beis görmediler. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kendisinden önceki partilere yönelik eleştirilerinin tamamı, kendisinin otorite olmamasıyla ilgiliymiş.
“MUTLAK İKTİDARINI KURDUĞUNU DÜŞÜNEN AKP, DEMOKRATİK İLKELERE GEREK GÖRMÜYOR”
Avrupa Birliği’ne girişi savunan, Türkiye’nin demokratikleşmesini savunan, Kürt sorununu demokratik yollarla çözülmesini savunan, Alevilerin kimliklerinin tanınmasını savunan, dernek kurma, örgütlenme özgürlüğündeki engellerin kaldırılmasını, siyasi partilerin örgütlenme özgürlüğünü savunan Adalet ve Kalkınma Partisi mutlak iktidarını kurduktan sonra, onu destekleyenleri de tasfiye ederek, tamamen geçmiş derin devletin uyguladığı politikaların sürdürücüsü konumuna gelmiştir. Yani Adalet ve Kalkınma Partisi, daha önce tam olarak iktidar olmadığı için, savunuyormuş gibi gözüktüğü, belki de savunduğu, o zaman ki kadroların içerisinde samimi bir şekilde bunları savunanlar vardır. Çünkü bugün yollarını ayırmalarını başka şekilde açıklamak mümkün değil. Bu günaha ortak olmak istemedikleri için uzaklaştıklarını kabul etmek zorundayız. Adalet ve Kalkınma Partisi, bugün mutlak iktidarını kurduğunu düşünüp, demokratik ilke ve değerlerle yaşamayı gerekli görmüyor. Tek savunduğu şey mutlak iktidarını korumak. Onun için her şeyi yapabileceklerini düşünüyorum. Her türlü hukuksuzluğun altına imza atabileceklerini düşünüyorum. Yani düşünün Türkiye, Ukrayna ve Rusya arasında görüşmeleri yürütüyor. Hükümet adına konuşan herkes Rusya’nın işgal ettiği topraklardan çıkması gerektiğini söylüyor. Tüm dünya Adalet ve Kalkınma Partisi’ne bakınca muhtemelen gülerek izliyordur bunu. Türkiye’nin askerlerini Suriye’ye sokan hükümet bunlar değilmiş gibi. Şu an Suriye’de binlerce Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin askeri yokmuş gibi. Orada Türkiye üniversitelerine bağlı üniversiteler kurulmamış gibi. Oradaki posta teşkilatı, Türkiye’deki posta teşkilatına bağlı değilmiş gibi. Orada okutulan kitaplar Milli Eğitim Bakanlığı’ndan gönderilmiyormuş gibi. Yani filli olarak Adalet ve Kalkınma Partisi işgal politikası yürütüyor başka yerde. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini eleştiriyor. Yani, hani izleyen herkesin hükümetin politikalarının demokrasiyle bağdaşmadığını çok rahat görebileceğini söylemek mümkün. Bu dış siyasette de böyle, ekonomide de böyle. Hepimizi çok yakından ilgilendiren, ülkenin en büyük sorunu olan Kürt sorununda da böyle, Aleviler sorununda da böyle, kadınların yaşadığı sıkıntılarda da böyle ve insan hakları ihlallerinde de böyle. Biz Türkiye’de 1990’lı yıllarda beyaz Toroslarla insanların kaçırılmasını tartışıyorduk. Şimdi siyah Transporter’larla insanlar kaçırılıyor.
Büyükşehirlerde!
Evet. Büyükşehirlerde, herkesin gözü önünde. Kabul etmiyorlar ama altı ay bir yıl sonra bir kısmı emniyetin gözaltı merkezlerinde ortaya çıkarılabiliyor. Günlerce, aylarca, haftalarca işkence yapılmış bir vaziyette. Gerçekten Türkiye demokrasiden ve demokratik değerlerden her geçen gün uzaklaşıyor. Bu, Türkiye’nin uzunca bir süredir elde ettiği birikimlerin tamamının heba edilmesi anlamına geliyor. Bana sorarsanız Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu saatten sonra düzeleceğini, işte kuruluş değerlerine ulaşacağını, geri döneceğini söylemek çok mümkün gözükmüyor. Zaten muhalefet partileri de bütün olarak, vatandaşların önemli bölümü de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin düzeleceği konusunda umudunu kaybetmiş durumdalar.
Seçim yasasında değişiklik öngören teklifle ilgili ilk değerlendirmeler yapıldı. Bazı siyaset bilimciler tasarıyla ilgili HDP’nin lehine olacağı tespitinde bulundular. Buna katılıyor musunuz?
Şimdi Adalet ve Kalkınma Partisi, bu seçim yasalarına ilişkin uzunca bir süredir hazırlık yapıyor aslında. Eylül 2020’den önce başladılar tartışmalara. Hayati Yazıcı başkanlığında bir heyet kuruldu. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin genel merkezinde tartışmalar yürütüldü. Daha sonra MHP’yle ortaklaşarak ve ortak imzayla Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sundukları bir tekliften bahsediyoruz. Aslında tırnak içerisinde ‘gazeteci’ diyeceğim. Çünkü gazeteci olduklarıyla ilgili kuşkularım var ama hakaret etmek istemem. Onlara sızdırdıkları bilgiler üzerinden, onların kulaklarına fısıldadıkları bilgiler üzerinden, bu bir buçuk yıllık süre içerisinde bugünkü tekliften çok daha fazlasını tartıştıklarını anlıyoruz. Seçim barajının % 1, % 5, % 7 ve tamamını tartışmışlar. Seçim barajının ittifak oluşturan partiler için de getirilmesini savunmuşlar. Seçim yardımlarından yararlanma koşullarını değiştirilmesini tartışmışlar. Dar bölge, daraltılmış bölge tartışması yürütmüşler. Bunun gibi pek çok başlıkta tartışma yürütmüşler ve en son getirdikleri teklif tamamen masa başında bir düzenlemeyle seçimi kazanıp kazanamayacaklarına dair bir plan içeriyor. HDP’nin lehine olabilir mi? Bunu söyleyenler 2018 seçim sonuçlarını göz önünde bulunduruyor. Adalet ve Kalkınma Partisi seçim yasalarında bir değişiklik yapmış 2018’den önce, seçimlere ittifakla girilmesinin önünü açmıştır. Siyasi partiler ittifakla girebilecekti. Çünkü o zaman, 7 Haziran 2015’te tek başına iktidar olma şansını kaybettiler. 2018’e giderken bununla yapmak istediler. Gerçi şimdi iki partiyle, üç dört partiyle bile seçimi kazanamayacak durumdalar ama işte o zaman bu ittifakla daha fazla milletvekili çıkaracaklarını düşünüyorlardı. Çünkü, % 10 baraj sistemi uygulanıyor ve bu daha çok oy alan partilerin lehine olan bir durum. İki partinin oyları üst üste konulunca daha çok milletvekili çıkarabileceklerini varsayıyorlardı. Teorik olarak doğru. Ama ne oldu? Karşılarında da bir ittifak oluştu o zaman. Bir Millet İttifakı oluştu. Hesaplamadıkları bir şeydi bu. İYİ Parti, Demokrat Parti, Saadet Partisi ve CHP bir ittifak oluşturdu, bu ittifak araştırmacılara göre 15-18 arasında daha fazla milletvekili çıkardı. AKP ve HDP bu sistemden zarar gördü. Şimdi aynı oyları alacaklarını hesap ediyorlar herhalde ve bizim de aynı oyu alacağımızı, dolayısıyla daha fazla milletvekili çıkaracağımızı, değişikliğin lehimize olabileceğini hesap edenler var.
“2018’DE OLDUĞU GİBİ MUHALEFET, SEÇİM YASASI DEĞİŞİKLİĞİNE KARŞI STRATEJİ GELİŞTİRECEK”
Şimdi o zaman nasıl muhalefet partileri buna karşı bir strateji geliştirip bir ittifak oluşturduysa, bugün de bu yasalara karşı muhalefetin geliştireceği stratejiler olacak. Çünkü bu yasaların uygulanması için en az bir yıllık süre geçmesi gerekiyor ve siyasette bu uzun bir süre, siyasi partiler buna ilişkin önlem alabilirler. Şunu hesap ediyorlar. Diyorlar ki, her parti ittifakın toplamı üzerinden değil, aldığı oy üzerinden milletvekili çıkartsın. Amaç ne? İşte Saadet Partisi’nin milletvekili çıkartacak kadar oy alamayacağını düşünüyorlar. Aldığı oy boşa gitsin. DEVA Partisi’nin milletvekili çıkartacak kadar bölgelerden oy alamayacağını düşünüyorlar. Oyu boşa gitsin. Gelecek Partisi’nin milletvekili çıkarak kadar oy almayacağını, Demokrat Parti’nin milletvekili çıkarak kadar oy almayacağını, İYİ Parti ve CHP’nin de her birinin bazı bölgelerde milletvekili çıkaramayacaklarını düşünüyorlar. Bizim de belki muhtemelen oluşturabileceğimiz üçüncü ittifakın da bu nedenle oyunun düşeceğini hesap ediyor olabilirler ama buna karşı muhalefet partilerini ittifak olmaktan çıkartıp, birlik haline getirme ihtimalleri var. Ya ben eminim şu anda Millet İttifakı’nın mutfağında bu konuda tartışmalar yürütülüyor. Bu yasa geçerse eğer, bu yasadan en az şekilde nasıl zarar görebiliriz diye hesaplar yapılıp, buna göre seçim ittifakı geliştireceklerini düşünüyorum. HDP açısından, otomatikman bu yasanın değişmesiyle daha fazla milletvekili çıkartabilir miyiz ben bundan çok emin değilim ama ben oy oranımızı arttıracağımızı düşünüyorum. Oy oranımızı arttırarak daha fazla milletvekili çıkartacağımızı düşünüyorum. Bunu sahada görüyorum ama bizimle ilgili hesapları bu değil aslında. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin başka bir gizli hesabı var: “Biz HDP hakkındaki kapatma davasına bir şekilde etki ederiz. HDP hakkında Anayasa Mahkemesi bir kapatma kararı verir. Ayrıca grup kurma şartını da kaldırırız. HDP’nin herhangi bir partiyle seçime girmesini engelleriz. Seçim ittifakı yapmasını engelleriz. HDP’nin oylarının bir kısmını alırız ve HDP’nin de seçime girmeyeceği bir ortamda biz daha fazla milletvekili çıkartarak gene birinci parti olabiliriz. Onların seçimi protesto etmesine neden olabiliriz. Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy kullanmamalarını sağlarız. Bu öfkeyle zaten sandığa gitmezler…” diye düşünüyor olabilirler. Çünkü üstü örtülü şekilde bunu söyleyen, değerlendiren insanlar var. Ama şunu çok açık söyleyeyim. Bu stratejilerin hiçbirisi sahada tutmayacaktır. Çünkü her siyasi parti seçime giderken muhtemelen nerede ne kadar oy alacağını bilir ve buna göre bir strateji izler. HDP de buna göre bir strateji izleyecektir. Kapatma ihtimalinin düşük olduğunu düşünenlerdeniz.
“CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ İÇİN HDP’YLE KAPALI KAPILAR ARDINDA DEĞİL, AÇIKÇA GÖRÜŞÜLMELİ”
Mevcut tabloda, HDP hangi tarafa meylederse terazinin dengesi o taraf lehine değişecek. Yani Millet İttifakı ya da Cumhur İttifakı. Cumhur İttifakı üzerinde durmalı mıyız? HDP için masada böyle bir durum söz konusu olabilir mi?
Yani şimdi bizim böyle bir gündemimizin olmadığını herkesin bilmesini isteriz. Biz kendimizi “Üçüncü yol” olarak tarif ettik. Yani ne Cumhur İttifakı’nın ne Millet İttifakı’nın parçasıyız. Fakat muhalefetle ortaklaştığımız alanlar var. Ortaklaştığımız derken bir araya gelerek ortaklaştığımız anlamında söylemiyorum. Yani Türkiye’de işte hukuk isterken, adalet isterken, demokrasi isterken, tek adam rejimine karşı çıkarken veya parlamenter demokrasiye dönülmesi gibi bazı başlıklarda ortak söylemlerimiz var. Yoksa bir ortaklığımız falan yok. Biz kendimizi başka bir yerde tanımlıyoruz. Yani Cumhur İttifakı’nın birinci derecede mağdurları biziz ama Millet İttifakı’nın bir parçası da değiliz. Ben sadece iki örnek vereyim. İşte Büyükçekmece Belediye Başkanı’nın Avrupa Konseyi’nde yaptığı konuşma. Cumhur İttifakı, kayyum atayarak halkın seçme, seçilme hakkını elinden alıyor. CHP’li Büyükçekmece Belediye Başkanı da Avrupa Konseyi’nin neredeyse oy birliğiyle aldığı bu karara karşı, işte orada terör devam ettikçe elbette devletimiz böyle önlemler alabilir anlamına gelecek ifadeler kullanabiliyor.
Daha önce CHP’den farklı isimler iktidara geldiklerinde kayyum siyasetine son vereceklerini söylemişlerdi. Şimdi Akgün’ün Avrupa Konseyi’ndeki bu açıklaması açık bir çelişki. Siz bu çelişkiyi neye bağlıyorsunuz?
Bunu CHP’ye yüklemek anlamında söylemiyorum. Cumhuriyet Halk Partisi’nin bazı konularda net tavır almaması nedeniyle içinde bazı belediye başkanlarının, siyasetçilerin bu tür açıklamalar yapabildiğini görüyoruz. İşte bir örnek de Tanju Özcan, Bolu Belediye Başkanı, Demirtaş’ın fotoğrafını paylaştı diye işten atıyor ve bunu savunuyor. CHP’nin içerisinde böyle belediye başkanları var. Şimdi bunu niye söyledim? Bunu söylememin sebebi şu. Biz Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayını destekleyeceğiz diye bir şey düşünüyorsa birileri, büyük bir yanılgı içerisinde. Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceğiz diye bir şey düşünüyorsa insanlar, büyük bir yanılgı içerisinde. Bizim söylediğimiz şu: Eğer Millet İttifakı, gerçekten toplumsal bir uzlaşmayla bir cumhurbaşkanı adayı çıkartmak istiyorsa, biz o ittifakın bir parçası değiliz kesinlikle, seçime Millet İttifakı’yla falan girmeyi düşünmüyoruz. Kendimizi bir “3. Yol ve Demokrasi İttifakı” olarak tanımlıyoruz. Fakat cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bunun HDP’yle kapalı kapılar arkasında değil, açık bir şekilde görüşülmesi gerektiğini söylüyoruz. Cumhurbaşkanı adayını belirlerken HDP’nin de görüşünü alın. Yoksa biz HDP olarak, “Cumhurbaşkanı adayı göstereceğiz. Millet İttifakı desteklesin.” demiyoruz. Onların da böyle bir hakkı olmadığını düşünüyorum.
“CUMHUR İTTİFAKI’NA YÖNELİK ELEŞTİRİLERİ, MİLLET İTTİFAKI’NIN HER YAPTIĞINI DOĞRU KILMAZ”
Millet İttifakı’yla birlikte hareket edilmeyecek ama ortak aday çıkarma konusu görüşülebilir, HDP’nin düşüncesi bu mu?
Bizim ilk günden itibaren söylediğimiz şey bu. Gerçekten muhalefet cumhurbaşkanı adayına kendi ittifakları dışındaki diğer muhalefet partilerinin destek vermesini istiyorsa, bu eşyanın doğasına aykırı olur zaten. Görüşmeden bizim adayımız budur gelin destekleyin diyecekleri seçimde, hiçbir siyasi partinin böyle davranmayacağını düşünüyorum. Yani bugün Cumhurbaşkanına, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne, MHP’ye, Cumhur İttifakı’na yönelik eleştiriler, Millet İttifakı’nın yaptığı her şeyi meşru, doğru kılmaz ki! Söyledikleri her şey tartışılır. Çıkaracakları aday da elbette her siyasi parti tarafından değerlendirilecektir. Bu konuya ilişkin söyleyeceğim, özetle bu. Yoksa biz kendimizi baştan itibaren “3. Yol” olarak tarif ediyoruz. Millet İttifakı’nın bir parçası değiliz.
Demokrasi İttifakı olarak da anılıyor; HDP’nin, daha ziyade sol grupların dahil olabileceği öngörülen 3. Yol. Somutlaşma, bir somut adım var mı bu konuda?
Zaten HDP bir ittifaklar partisi. İçerisinde siyasi partileri barındırıyor. İşte Demokratik Bölgeler Partisi gibi, Sol Gelecek gibi, Devrimci Parti gibi, Yeniden Kurtuluş Partisi gibi, ayrıca bu gruplardan oluşuyor. Bir ittifak partisi zaten HDP. Fakat bu son ittifak cephesini geliştirmek, aynı zamanda Kürt sorununu, demokratik barışın yollarını ve kimliklerin tanınarak çözülmesini savunan siyasi parti ve anlayışlar var. Biz onlara Kürdistani partiler diyoruz. Yani Türkiye’de bölgesel olarak çalışma yürüten, ülke çapında çalışma yürüten partiler var. Biz bir yandan bu Kürdistani partilerle görüşmelerimizi sürdürüyoruz. Bir yandan da Türkiye’deki sosyalist partilerle, demokrasi güçleriyle görüşmelerimizi sürdürüyoruz. Bu bir seçim ittifakı görüşmesi değil. Daha çok biz bunu toplumsal muhalefeti örgütlemek, sokakta demokrasi mücadelesi vermek, demokrasi bilincini geliştirmek amacıyla gerçekleştirdiğimiz bir ittifak olarak tanımlıyoruz. İşte yedi partiyle ocak ve şubat aylarında gerçekleştirdiğimiz toplantılar vardı. Yani bu yarın öbür gün bir seçim ittifakına dönüşebilir mi, dönüşebilir. Bunun önünde herhangi bir engel yok. Bugünden yarına bu bir seçim ittifakı demek doğru olmayacaktır.
“BU NEFRETİ SONSUZA KADAR SÜRDÜRMESİ MÜMKÜN DEĞİL, TÜRKİYE’NİN TEDAVİYE İHTİYACI VAR”
Gerçekten bu ittifakın birinci gündemi bir demokrasi ittifakı. Çünkü Türkiye’de en büyük sorunumuz demokrasi. Yani demokrasiye ekmek kadar, su kadar hepimizin ihtiyacı var. Alevisiyle sünnisiyle, Kürt’üyle Türk’üyle, inançlısıyla inançsızıyla herkesin, her kesimin ihtiyacı var. Çünkü bu toplumsal kamplaşmayı, kutuplaşmayı, nefreti sonsuza kadar bu ülkenin sürdürmesi mümkün değil. Türkiye’nin bir tedaviye, bir barışmaya ve demokrasiye ihtiyacı var. Bunu da ancak sokaklarda, alanlarda kendisini işte demokrat olarak tanımlayan, Türkiye’nin demokrasi için kaygı duyan insanlarla, gruplarla tartışarak gerçekleştirebiliriz. Yani bu ülkeyi seven, bu ülkenin geleceği ile ilgili kaygı duyan insanların bir araya gelerek görüşmesi olarak değerlendiriyoruz. Ha biz tek adres olarak kendimizi göstermiyoruz. Muhalefet sadece bizden oluşmuyor. Muhalefet bu ülkede sadece bu görüştüğümüz HDP ve altı siyasi parti ve gruptan oluşmuyor. Türkiye’deki muhalefet bundan çok daha büyük bir muhalefet. Herkes kendi kulvarında bir demokrasi mücadelesi veriyor diye düşünüyorum.
Erdoğan Öcalan ve Demirtaş üzerinden HDP’de bir yarılma mı planlıyor? HDP’de bir iç tartışma var mı Demirtaş ve Öcalan arasında kalmak gibi?
Böyle bir tartışma kesinlikle yok. Ne Kürtlerde ne de HDP’nin bileşenleri içerisinde böyle bir tartışma var. Çok net söylüyorum. Kitlesi içerisinde de böyle bir tartışma yok. Fakat sorun şu: Bir manipülasyon yaratmak isteniyor. Hani Kürt seçmenler içerisinde manipülasyon yaratmak isteniyor; “Öcalan ve HDP arasında tartışmalar var. Öcalan ve Selahattin Demirtaş arasında tartışmalar var. HDP bu iki kanat arasında bölünmüş. Öcalan, Selahattin Demirtaş’tan hesap soracak.” gibi. Bunların hepsi manipülasyon. HDP de Selahattin Demirtaş da, Cumhurbaşkanının bu açıklamasından sonra şunu söyledi. Gerçekten merak ediyorsanız, Öcalan’ın ne dediğini, İmralı’nın kapılarını açarsınız. Öcalan, HDP konusunda da Selahattin Demirtaş konusunda da neler düşünüyor hep beraber görürüz. Bunları böyle bir tartışma bir çatışma varmış gibi üzerinden bir manipülasyon amacı taşıdığını düşünüyorum. Hiçbir temeli olduğunu düşünmüyorum. Bunun bir benzerini 31 Mart’tan sonra yenilenen İstanbul seçimlerinde denediler. Böyle bir çatışma olmadığı çok açık bir şekilde görüldü. Yani bir yandan Öcalan üzerinde, Nisan 2012’den beri, 10 yılı aşkın süredir mutlak tecrit uygulayacaksınız. Bir yıldır ne ailesinden herhangi biri, ne avukatıyla görüşmesine izin vereceksiniz. Dünyada örneği görülmemiş uygulamalardan biri. Bir yandan da Öcalan hükümeti destekliyormuş da HDP bu hükümetin karşısında siyaset yürütüyormuş gibi bir algı yaratmaya çalışacaksınız. Herhalde insanların zekasıyla alay etmektir. başka bir şey söyleyemiyorum.
“CUMHURBAŞKANI, TAM DA BU KONUNUN KONUŞULMASINI, TARTIŞILMASINI AMAÇLIYOR”
Öcalan, Cumhur İttifakı’nı işaret etmese dahi mesela HDP’ye seçimleri protesto teklifinde bulunsa bu değerlendirilir mi? HDP’nin seçime dair çok daha farklı düşünceleri olabilir mi?
Bunlar hiçbir temeli olmayan varsayımlar. Ben böyle bir olasılık olduğunu düşünmüyorum. Aslında bu soruyu sormanızı, bu konuyu tartışmamızı amaçlayan bir söylem bu zaten. Cumhurbaşkanı’nın söylediği, yaptığı bu aslında. Sanki böyle bir ihtimal varmış gibi, sanki böyle bir şey yürüyormuş gibi bir algı yaratmaya çalışıyor. Herkesin kafasında bu konuda bir soru işareti yaratmaya çalışıyor.
Yeni bir ‘Çözüm Süreci’ gündeme gelse dahi mi?
Bakın ben Adalet ve Kalkınma Partisi’ni desteklemekten bahsetmiyorum. Kesinlikle Çözüm Süreci gibi bir girişim olursa bunu isteriz. Millet İttifakı gelecekte gerçekleştirsin, isterse bunu Adalet ve Kalkınma Partisi gerçekleştirsin bizim için hiç fark etmez. Çünkü bir siyasi parti olarak kendi geleceğimizle ilgili bir şeyden bahsetmiyoruz. Bu topraklardaki acıdan, dramdan, kandan, gözyaşından bahsediyoruz. İki halkın her geçen gün birbirine düşmanlaştırılmaya çalışılmasından bahsediyoruz. Bunun çözümü için atılacak bir adımı, bir çözüm sürecini nasıl desteklemeyiz? Böyle bir şey olacağından değil, böyle bir şey olabilir olduğundan değil yani hani bunu söylemiyorum. Fakat çok net söylüyorum. Bir çözüm süreci olursa, biz bu çözüm sürecini sonuna kadar destekleriz. Bunu bir siyasi parti üyesi olarak söylemiyorum.
İktidar bunu bir seçim ittifakı şartına açıktan dönüştürmeden desteğinizi gerekli kılsa da bu çözüm süreci desteklenir mi?
Bu söylediğiniz şey bir Çözüm Süreci olmaz. Çözüm Süreci bambaşka bir şey. Yani biz bu ülkede bir Kürt sorunu ve ortada bir silahlı çatışma, silahı mücadele ve 40 yıldır 10 binlerce insanın canına ve bu ülkenin 100 milyarlarca kaynağına mal olmuş bir sorundan bahsediyoruz. Bir halkın kimliğinin yok sayılmasından bahsediyoruz. Varlığının yok sayılmasından bahsediyoruz ve on binlerce insanın yaşamını yitirmesine neden olan bir çatışmadan. Bir eski genel kurmay başkanın deyimiyle ‘düşük yoğunluklu bir savaş’tan bahsediyoruz. Bunun çözümü için atılacak bir adıma nasıl hayır diyebiliriz ki! Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollardan çözümünü, kurulduğu günden beri savunmuş, her düzlemde söyleyen bir parti olarak buna nasıl hayır diyebiliriz ki! Ama mesele şu, sizin söylediğiniz bir Çözüm Süreci değil. Başka bir şey. Yani o bir siyasi ittifak. Siyasi manevra. Bu başka bir şey. Ben başka bir şey söylüyorum.
“ÇÖZÜM SÜRECİ İÇİN KİM ADIM ATARSA DESTEKLERİZ AMA BU BİR SEÇİM İTTİFAKI OLMAZ”
Ama böyle bir teklif hiç şaşırtıcı olmaz…
Bu başka bir şey. Benim kastettiğim Türkiye’de gerçekten Kürt sorununun çözülmesi konusunda atılacak adımlar vardır. Ben 2012 ve 2013’te hatta 2014’te neredeyse 2015’e kadar süren o sürecin, o çözüm sürecinin bu ülkede yarattığı o olumlu havayı hiçbirimizin unutmaması gerektiğini düşünüyorum. O zaman bu ülkede herkes akşam eve gittiğinde başını herhangi bir tereddüt olmadan yastığa koyabiliyordu. Çocukları dağda olanlar veya işte asker olarak polis olarak bölgede görev yapanlar, bir ölüm korkusuyla bir çatışma korkusuyla değil, geleceğe daha umutla baktıkları bir dönemdi. Bahsettiğim bu. Böyle bir süreç, bizim parti olarak hayalimiz, bu konuda atılacak her adımı kim olursa olsun kesinlikle destekleriz. Bakın Çözüm Sürecinden bahsediyoruz. Siyasi partiler arasındaki bir ittifak görüşmesinden bahsetmiyorum ben. Destekleyeceğimiz şey çözüm sürecidir. Cumhurbaşkanı adım atabilir, Adalet ve Kalkınma Partisi adım atabilir, Cumhur İttifakı adım atabilir, Millet İttifakı adım atabilir, Sayın Kılıçdaroğlu adım atabilir, Cumhuriyet Halk Partisi atabilir veya bir başkası atabilir. Benim söylediğim bu. Bir bir çözüm süreci için bu ülkede kim adım atarsa biz ona on adımla cevap verir, bu sorunun çözülmesi için elimizden ne geliyorsa yaparız. Ama bu bir seçim ittifakı değil. Bundan bahsetmiyorum. Seçimlerde ittifak, seçimlerde birlikte hareket etmek, ortak aday falan bunlardan tamamen bağımsız ve bunlardan çok daha değerli, çok daha büyük bir şeyden bahsediyoruz.
Anayasa Mahkemesi’nde kapatma istemiyle açılan davayla ilgili iyimser olduğunuzu söylediniz. Aksi yönde yorumlar da var. okudum. Neden bu kadar iyimsersiniz? Kapatma kararı çıkarsa HDP yola nasıl devam etmeyi düşünüyor?
Kapatılacağını düşünmüyorum derken iki nedenle söylüyorum. Bir, Türkiye’deki siyasi atmosfer aslında HDP’nin kapatılmasını destekleyecek bir atmosfer değil. Bakın dikkat edin. Bu ülkede bir avuç ırkçı düşüncelere sahip kişi dışında aslında kapatma davasını açıkça onaylayan neredeyse hiç kimse yok. Muhalefet partileri bunu bir siyasi manevra olarak gördüler. Adalet ve Kalkınma Partisi adına söz söyleyen hiç kimse, Cumhurbaşkanı için de söylüyorum, Adalet ve Kalkınma Partisi genel merkezi için de söylüyorum, grup başkanları, milletvekillerinin tamamı için de söylüyorum. Onlar da dahil olmak üzere, hiç kimse, Adalet ve Kalkınma Partisi adına söz söyleyen hiç kimse “HDP kapatılmalıdır” diyemedi. Çünkü bunun siyasal olarak bir toplumsal desteği olmadığı çok açık. Yani ben bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yani MHP gibi Büyük Birlik Partisi gibi Doğu Perinçek gibiler dışında aslında hiç kimse HDP hakkındaki kapatma davasını desteklemiyor. Bu çok değerli bir şey. Hatta ben bir çok yerde söyledim. Türkiye iki siyasal görüşle ilgili tartışmayı kapatma şansını elde etmiş olacak, eğer bu dava reddedilirse. Birincisi, 2008’de Adalet ve Kalkınma Partisi hakkında açılan dava, öyle ya da böyle, doğru veya yanlış, böyle bir partidir ya da değildir, bundan bağımsız olarak söylüyorum ama hani ‘Siyasal İslam’ın bir tehlike olarak görülüp bu partilerin kapatılması geleneğine son vermişti. Ben bunun bu ülke için bir kazanım olduğunu düşünüyorum, Anayasa Mahkemesinin o dönem verdiği kararın.
“DOSYADA ‘HDP ŞUNU YAPMIŞTIR, BU NEDENLE KAPATILMALIDIR.’ DİYE BİR CÜMLE YOK”
Şimdi bir başka siyasi akımdan bahsediyoruz. Kürt sorununun, Kürtlerin kimliğinin kolektif hakları tanınarak, demokratik ve barışçıl yollarla çözülmesini savunan siyasi partilerin kapatılması geleneğine son verilmesi anlamına gelebilir. Eğer Anayasa Mahkemesi bu davayı reddederse, Bu ülkenin demokrasisine ve geleceğine bir katkı sunacaktır. Ben bu açıdan bir fırsat olduğunu düşünüyorum. İşin hukuksal kısmına gelince, bakın çok net söylüyorum. Bu dosyayı okuyup HDP kapatılmalıdır diyebilecek çok az hukukçu olduğunu düşünüyorum, çok az. Nedeni şu, çünkü, 843 sayfalık bir iddianame var ve bu iddianamenin % 85’i, yani 720 küsur sayfası sadece HDP’nin milletvekilleri, yöneticileri hakkında açılmış davalar ve soruşturmalardan oluşuyor. Yani şöyle söylüyor savcı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı. Diyor ki, “HDP milletvekili Mehmet Rüştü Tiryaki hakkında şu dava var. Hakkında şu soruşturma var. Şurada şöyle yargılanıyor. Geçmişte şöyle bir ceza almıştı. Bu vatandaş madem HDP’nin milletvekili, öyleyse HDP’yi kapatın.”. Bakın dosyanın % 85’i bunun üzerine kurulu. Bu dosyanın içerisinde “HDP şunu yapmıştır, bu nedenle kapatılmalıdır.” diye bir cümle yok. Yok yani.
Mesele zaten böyle bir dosyanın davaya dönüşebilmesi değil mi? Böyle bir dava açılabildiği ve Anayasa Mahkemesi de bunu görüşmeyi kabul ettiği için kapatma ihtimali insanların zihninde daha ağır basmıyor mu?
Bakın sakın şöyle anlaşılmasın. Birincisi, HDP kapatılabilir. Anayasa Mahkemesi tereddütsüz HDP’yi kapatabilir. Neden kapatabilir? Çünkü geçmişte Kürt sorununun bu biçimde çözülmesini savunan bütün siyasi partiler hakkında açılmış kapatma davalarında, Anayasa Mahkemesi kapatma kararı verdi. Yani HADEP hakkında en son DTP hakkında bu kararı verdi. Dolayısı ile HDP hakkında da bu kararı vermesi, eski kararlarından farklı bir karar vermesi anlamına gelmeyecek. Yani bu dava açıldığı gün zaten HDP’nin kapatılma ihtimali vardı, geçmiş dönemlerde olduğu gibi. Fakat bunların hepsi aslında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı bulundu. Böyle bir gerçeklik var. Ben kapatılmaz, hiçbir şekilde kapatılamaz demiyorum. Bu dava açıldıysa HDP kapatılabilir. Fakat ben hukuksal ve siyasal olarak kapatılmayacağını düşünüyorum. Türkiye’de bu iş böyle yürümüyor. Herkes biliyor ki Anayasa Mahkemesi’nin üyelerinin atanması, objektif, nesnel, liyakat ölçülerine göre olmuyor. Bakın son dört Anayasa Mahkemesi üyesini söylersem ne demek istediğimi anlarsınız. En son atanan Anayasa Mahkemesi üyesi, Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili aday adayı. Çorum Barosu Başkanı ve hiç tereddütsüz bir şekilde Anayasa Mahkemesi üyesi olarak görevlendirildi, en çok oyu alan kişi olarak. Bundan önce atanan kimdi? Adalet ve Kalkınma Partisi’nin savcısı gibi davranan, Cumhurbaşkanı’nın özel savcısı gibi davranan İrfan Fidan’dı. Yargıtay’da tek bir dosya incelemeden Yargıtay kontenjanından Anayasa Mahkemesi üyeliğine atandı.
“ANAYASA MAHKEMESİ HDP’Yİ KAPATABİLİR AMA DAVA HUKUKSAL TEMELDEN YOKSUN”
Ondan önce atanan kimdi? Yıldız Sefer’in oğluydu. Bakın şahsından bağımsız olarak, siyasal kimlikleri anlamında söylüyorum. Asla şahıslarına yönelik bir tartışma yürütmek istemem. Bakın Yıldız Bey, AKP kurulduğu günden itibaren her kademede yöneticilik yapan birisiydi. Yani ilçe yöneticiliği yaptı, il yöneticiliği yaptı, genel merkez yöneticiliği yaptı, seçim işlerinde en alt düzeyden en üst düzeye kadar görev yaptı. Yüksek Seçim Kurulu temsilciğini yaptı. Milletvekilliği yaptı Adalet ve Kalkınma Partisi’nden. O kişi şimdi Anayasa Mahkemesi üyesi. Ondan önce atanan kişi kim? Adalet Bakanlığı’nın yardımcısı. Bakın müsteşarı bile demiyorum. Eskiden derlerdi ya müsteşar devleti, bakan hükümeti temsil eder diye. Bakan yardımcısı böyle değil. Herkes biliyor Türkiye’deki bakan yardımcılarının neredeyse tamamı eski milletvekillerinden oluşuyor. Son dört Anayasa Mahkemesi üyesi bunlar. Bu kişiler karar verecek. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinden HDP’nin kapatılması yönünde bir karar çıkarsa, hiçbirimiz açısından sürpriz olmaz ama ben bir daha söylüyorum. Hem Türkiye’deki siyasal atmosfer, hem Türkiye’deki bu davaya ilişkin toplumsal destek, hem de hukuksal olarak bu davanın temelsiz olduğunu düşünüyorum. Eli kalem tutan pek çok akademisyen ki bunların içerisinde eski Anayasa Mahkemesi raportörü de var, bu davanın nasıl hukuksal temelden yoksun olduğunu söylemişlerdi. Buna rağmen seçim yasalarında değişiklik yaparak, HDP hakkındaki kapatma davasından umutlanarak kapatıp seçimi kazanabileceklerini düşünebilirler mi? Düşünebilirler.
Demokrasimiz adına umalım ki kapatma kararı çıkmasın ama diyelim ki böyle bir karar çıktı, nedir planınız?
HDP var olan partilerle veya yeni bir partiyle yoluna devam eder. Çünkü biz bir fikriyattan bahsediyoruz. Bir tabeladan, bir binadan bahsetmiyoruz. 6-7 Milyon oy almış. Genel Başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları, yöneticileri, binlerce yöneticisi cezaevinde olan ama buna rağmen kararlı bir şekilde siyaset yürüten bir siyasi partiden ve ona gönül veren 6-7 milyon insandan bahsediyoruz. Bu nehir mutlaka akacak bir yatak bulur. Var olan partilerden birisiyle, kurulacak yeni bir partiyle bir ittifakla ama bir şekilde bu nehir mutlaka akacak yolu bulacak ve seçime katılacaktır. Kimse bu konuda şüphe etmesin. Engelleyecekler, her yolu deneyecekler seçim gününe kadar. Daha muhtemelen şapkadan çıkaracakları tavşanlar vardır ama biz de elimizden ne geliyorsa onu sonuna kadar yapacağız.