Sevgili dostlar, malum birkaç haftadır yazmıyorum. Çünkü istedim ki bu ramazanı asude geçireyim. Ancak nefsim şu Cemal Kaşıkçı davasını yazmazsan olmaz dedi. Bu yüzden biraz geçte olsa tarihe not düşmek için Suudi Arabistan’a devredilen Kaşıkçı davasını yazayım istedim.
Hatırladığım kadarıyla Mart’ın son haftası Türk yargısı, bu dava ile ilgili (güya) adalet bakanlığına görüş sordu. Bunun üzerine Kaşıkçı’nın 2 Ekim 2018’de Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülmesine ilişkin dava dosyası Adalet Bakanlığı’nın olumlu görüş bildirmesiyle Suudi Arabistan’a devredildi. “Güya” diyorum. Çünkü bu görüş adalet bakanlığına değil zaten baştan Erdoğan’ın talimatıyla bu aşamaya getirildi ve minareyi çalanlar sadece kılıf uydurdular.
Dosyanın devri üzerine Erdoğan’ın, cinayet sonrası yaptığı açıklama, sosyal medyada gündem oldu. Erdoğan o günlerde; “Bunlar milleti enayi sanıyor. Suudi Arabistan (dosyayı) almak istedi, kusura bakmayın o kadar değil. Dinletiriz, gösteririz ama vermeyiz. Verelim de ondan sonra bunları yok mu edeceksiniz? Adam açık açık ‘ben kesmesini iyi bilirim’ diyor. Niye? Çünkü bir morg mensubu.” ifadelerini kullanmıştı.
Bu bir Erdoğan klasiği. Hani bilirsiniz, Kayserililer için “Eşeği boyayıp babasına sattılar veya eski karısını boyayıp süsleyip babasına yeniden nikahladılar” gibi fıkralar anlatılır. Gerçi Erdoğan Kayserili değil ama Kayseri Pınarbaşı ceza evinde dört ay kaldı. Orada epey pınar suyu içmiş olmalı ki iktidara geldiği günden beri Kayserililere tahsis edilmiş şeytanların bile pabucunu ters giydirmeyi başardı.
Erdoğan’ın şeytana pabucunu ters giydirme örneklerine geçmeden bütün bunları onun niye yaptığını soruyorsanız, buna cevabım şu olur. Erdoğan için hiçbir zaman ne Kaşıkçı davası, ne İsrail, ne Rusya, ne ABD, ne de dini bir kutsal umurunda değildir. Erdoğan için herkes ve her şey ölü ya da diri bir araçtır ve kendisine faydası kadar değeri vardır.
Mesela ölülerin bir değeri olsaydı şayet Rusların öldürdüğü 33 askerin – ki gerçek rakam çok daha fazla – bir değeri olurdu. Hatırlarsanız katliamdan sonra Putin’in ayağına gitmiş ve sanki Türkiye Rus askerini öldürmüş gibi pozlar vermişti.
Rus uçağı düşürüldüğünde ilk zamanlar bol keseden atmış tutmuş. Ancak Putin, oğullarının ve elbette damadının çevirdiği dümenlerle ilgili videoları piyasaya sununca hemen çevir gazı yanmasın diyerek uçağı düşüren pilotun “Fetöcü” olduğu açıklamasını yapmıştı.
Daha önce de ideolojik olarak karşısına aldığı Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’yi şimdilerde yeşil ışık yakıyor. Çok küçük bir sinyal alsa tıpkı Kayserililer gibi “Rabia’yı” bugün satar. Daha önce Pakistan’ın başındaki İmran Han’ı dostum derken bu gün onu ayak oyunları ile deviren yeni başbakanı ilk arayan kendisi oldu mesela.
Siyasal İslam’ın ta baştan beri kırmızı çizgisi olan Filistin’deki Müslüman Kardeşler artık Erdoğan’ın kardeşleri değiller. Çünkü onları desteklemeyeceğine dair söz vererek İsrail Cumhurbaşkanını davet etti ve “İsrail’le müşterek hedefimiz siyasi diyaloğun yeniden canlandırılmasıdır” diyerek onları da sattı.
Burada Kafkaslarda bulunduğum dönemde duyduğum bir hadiseyi anlatmak istiyorum. Azerbaycan’daki Ebulfeyz Elçi’yi devirerek Cumhurbaşkanı olan Haydar Aliyev’i dönemin Türkiye başbakanının da desteğiyle Abdullah Çatlı zümresi bir suikast girişiminde bulunur. Ancak başarısız olurlar. Bu hadiseden sonra Tansu Çiller, sus payı olarak Aliyev’e el altından bilmem şu kadar milyon dolar Eksim Bank mevduatından para verir. Bu bankanın mevduatı dış kaynaklı olduğu için hesabı sorulma zamanına yakın Tansu Hanım Aliyev’i arayarak derki: “O verdiğimiz paranın bir karşılığı olarak bize oradan hurda demir veya ona benzer şeyler gönderseniz.” Aliyev’in cevabı ise şöyle olur: “Göndermesine göndereyim. Ancak bu işin mene hayrı ne olacak?”
Demem o ki Erdoğan, perspektifinden bakıldığında her meselenin kendisine hayrı ne olacak o önemlidir. Kaşıkçı davası için de 50 milyon dolar rüşvet alındığı iddiası var ki bu sadece buz dağının görünen kısmı. Bu yüzden Erdoğan, kendisine hayrı dokunacaksa Kaşıkçı cinayetinden de vazgeçer, Libya’dan da çıkar, Arapların arasındaki işlere de karışmaz. İsrail ile de iki dost ve müttefik oluverir. Hamas’mış Gazze’ymiş bunların hayrı ne kadarsa kıymeti de o kadardır.
Bu da aslında Erdoğan’ın bitmişliğinin bir göstergesidir. Buraya kadar üzerinde durduğumuz sadece Ortadoğu faslı idi. İşin bir de batı cephesi var ki onlarla pazarlık masasına ne zaman oturur, onu bekleyip göreceğiz.
Şimdi bazı dostlarımız diyecek ki Erdoğan, Hizmet hareketi için de aynı şeyleri yaptı. Evet doğru. Onun bu tür yaptığı pragmatist davranışlar o kadar çok ki kısa bir köşe yazısında hepsini anlatmak mümkün değil.
İşin doğrusu gerçekler bir gün birer birer ortaya dökülecek. İşte o gün Erdoğan’ın gerçek kimliği ortaya çıkacak ve onu bu pragmatist haliyle bile destek verenler Kur’an’ın ifadesiyle şöyle konuşacaklar: (Cehennemde azap gören iki grup kendi aralarında şöyle derler:) “İşte sizinle beraber cehenneme tıkılacak bir grup daha. Onlar, rahat ve huzur yüzü görmesinler! Elbette onların hepsi cehenneme gireceklerdir.” Bu sefer diğer grup da onlara dönerek, “Hayır, asıl siz rahat ve huzur yüzü görmeyesiniz. Zira bu cehennemi bizim önümüze siz sürdünüz. Görün bakalım orası ne kötü bir duraktır!” derler ve eklerler: “Ey Rabbimiz! Bunu bizim önümüze kim sürdüyse cehennemde onun azabını bir kat daha artır.” (Sa’d Suresi, 59-61)
Ne diyelim? Ümmeti Muhammed’in ayı olan Ramazanın son günlerindeyiz. Bu günler için Efendimiz (sav) “Cehennem azabından azad olma günleri” diyor. Rabbim bu manada “Başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem azabından azad olma” mevsimi olan Ramazanı hakkımızda hayra tebdil eylesin. Burukluk içinde geçirdiğimiz son Ramazan ve son bayram olması dileğiyle hepinizin Ramazan bayramını şimdiden tebrik ediyorum.