Son günlerde SADAT, yeniden tartışmaların odağına yerleşti. Paramiliter yapı olmakla suçlanan SADAT, kendisini “İslam ülkelerini süper güç haline getirebilme” maksadıyla kurulan ve politik amaçları olan bir savaş şirketi olarak lanse ediyor. Bu şirketin kurucusu da Adnan Tanrıverdi.
Tanrıverdi’nin kim olduğunu, 26 Şubat 2018 tarihinde bir gazeteye verdiği röportajdan yola çıkarak tanımaya çalışalım. Belki SADAT bağlantılı onun kimliği deşifre edilirse SADAT’ın maksadı ve hedefi o zaman daha iyi anlaşılacaktır.
O röportajı yapan gazeteci Tanrıverdi’ye şöyle bir soru yöneltiyor: “Siz dindar birisiniz, sanıyorum TSK’da iken de öyleydiniz. Bu onları rahatsız etmiyor muydu?” Tanrıverdi’nin cevabı ise şöyle oluyor: “Ben Harp okuluna, fen fakültesinde okurken sivilden girdim. Mülakatta babamın mesleğini sordular, imam dedim. Namaz kılar mısın dediler, evet dedim. … Ben normal mütedeyyin bir insanım, belki bir aşırılığım falan da olmamıştır. Ama neticede bir tehdit olarak görmediler beni.”
Tanrıverdi, 1964 yılında Fen Fakültesi menşeli olarak Kara Harp Okuluna girmiş. Kendi ifadesine göre; mülakatta onun namaz kılması ve babasının imam olması hiç problem olmamış. Sizce bu biraz garip değil mi?
Tanrıverdi seviyesinde dindar olmayıp baş örtüsünü sadece dini bir sembol olarak takan askeri öğrencilerin anneleri bahane edilerek askeriyeden yüzlerce hatta binlerce öğrenci ihraç edildi.
Bir şekilde kimseye sezdirmeden askeri okulları bitirip komuta kademesinde ilerlerken fark edilenler de askeri şuralarda atıldı.
Fakat, Tanrıverdi hiçbir soruşturma geçirmeden ve hiçbir ceza almadan Tuğgenerallik rütbesine kadar yükselebiliyor. Şayet atanabileceği kadro olsaymış daha üst bir rütbeye de yükselebilecekmiş ki, kendi ifadesine göre ‘kadrosuzluktan’ emekliye sevk edilmiş.
Onun için diyorum bu işte bir çapanoğlu var. Askeriyeden ihraç edilen en fazla asker sayısı Erbakan dönemindeki askeri şuralarda gerçekleşmiş olmasına rağmen (112 Subay, 114 Astsubay) ne hikmetse Tanrıverdi’ye kimse dokunmamış.
Dahası kimliği açıkça biliniyor olmasına rağmen Özel Harp Dairesi Seferberlik Tetkik Kurulu gibi askeriyenin en mahrem bilgilerinin merkezinde görev verilmiş.
Sizce de enteresan değil mi?
Bu yüzden ‘SADAT’ sorgulanmadan önce bu şahsın kimliği iyice araştırılmalı. Belki o zaman ‘SADAT’ nedir, ne değildir anlaşılacaktır.
Bilindiği gibi ülkemizde her on yılda bir tekrarlanan darbelere hazırlık aşamasında Özel Harp Dairesi’nin aynen SADAT’ın sitesinde tarif edildiği gibi “Gayri Nizami Harp teşkilatlanması ve bu teşkilatın unsurlarının pusu, baskın, yol kapaması, tahrip, sabotaj ve kurtarma-kaçırma harekâtı ile bu harekata karşı koyma faaliyetleri” yaptığını biliyoruz. Bu çerçevede 6-7 Eylül 1955’te İstanbul merkezli ülkemizdeki azınlıklara karşı uygulanan faşizan baskıları hatırlamakta fayda var.
Evet, 6-7 Eylül tarihlerinden önce ülkedeki medya İstanbul’da yaşayan azınlıklara karşı bolca nefret söylemi içeren haberler üretir. Bu da iki toplum arasında tansiyonun yükselmesine sebep olur. Dolayısıyla İstanbullu gayrimüslim azınlıkların evleri, iş yerleri, okulları, kiliseleri ve değerli eşyaları yakılarak tahrip edilir. Onlarda kurtuluşu ülkeyi terk etmekte bulur.
İşte yaşanan bu olayları o dönem, Özel Harp Dairesi Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görevli olan Sabri Yirmibeşoğlu, katıldığı bir televizyon programında şöyle anlatıyor: “6-7 Eylül 1955 olayları da bir Özel Harp Dairesi’nin işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi ve amacına da ulaştı.”
Bu hatırlatmadan sonra günümüze gelecek olursak, 27 Haziran 2015’teki seçim sonrasında ülkede yaşanan kaos ve birden artan terör olaylarını bu çerçevede değerlendirebiliriz. Gar Katliamı sonrası, dönemin Başbakanı Davutoğlu’nun, “Saldırı sonrası oylarımız artıyor” sözleri de Özel Harp Dairesi’ni işaret ediyor. Ancak bir farkla ki; bu sefer Özel Harp Dairesi eskiden olduğu gibi bizatihi kendisi değil de taşeron SADAT eliyle bu işleri yaptırıyor olma ihtimali akıldan uzak değil.
Ayrıca 15 Temmuz öncesinde de SADAT’ın ismi medyada çok sık yer almış olup faaliyetleri dile getirilmişti. Onun mahiyetinin paramiliter bir yapı olduğu ve taşıdığı riskler o zamanda ifade edilmiş olmasına rağmen ülkede ‘siyasetin köpeği’ olmayan savcı kalmadığı için üzerine gidilmedi.
Maalesef 15 Temmuz gecesi bu yapının eliyle hunharca eylemler yapıldı. Yapılan bu insanlık dışı hadiseler Meclis araştırma komisyonu tarafından soruşturulamadı. Bütün bunlar dikkate alındığında Tanrıverdi, Özel Harp Dairesi Seferberlik Tetkik Kurulu’nun özenle yetiştirdiği bir asker olup 15 Temmuz’da üzerine düşeni yapmıştır, denebilir.
Şimdi diyebilirsiniz ki, SADAT denen yapı mevcut rejimin İslami paramiliter yapılanması gibi görünüyor. Evet SADAT’ın söylemleri ve yaptığı işler çerçevesinden bu doğru. Ancak derin devletin Avrasyacı-ulusalcı bir askeri ve paramiliter yapısı olduğu da bir gerçek. Bu iki kanat, şu an için AKP rejimiyle halen ittifak halindeler.
Mevcut haliyle bu paramiliter kurum, hem rejimin bir aparatı, hem de Avrasyacı-ulusalcı devlet mimarisinin bir parçası olmasından dolayı -yapılan ittifak sebebiyle- Erdoğan rejimince kolaylıkla siyasi hedefler için kullanılabilecek bir milis gücüne sahip. Bunu zaten İçişleri Bakanı Soylu’nun, bir TV programında “15 Temmuz’da yarım kalan işimizi tamamlarız!” ifadeleri de doğruluyor.
Bu bağlamda CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun SADAT’ı deşifre etmesi azımsanacak bir hamle deği. Ancak muhalefetin tamamı bu SADAT üzerine gitmediği sürece Kılıçdaroğlu’nun tek başına bu işin üzerine gitmesi ne kadar etkili olur onu zaman gösterecek.
Son olarak Tanrıverdi’ye bir uyarım olacak. Sanırım kendisi şimdilerde mevcut iktidara güvenmediği için kaçacak yer aramakta olup Suudi Arabistan’a yerleşmeyi planlıyor. Ancak ömrü varsa kaçtığı yer neresi olursa olsun hiç kurtuluşu yok. Bir gün o da bu millete hesap verecek.