Malumunuz Bülent Arınç, arada bir çıkıp kendisini hala partinin vicdanı zannederek yarım yamalak bir şeyler söylemeye çalışıyor. En son “Kral çıplak demenin zamanı geldi” falan dedi. Bu da bana Yılmaz Erdoğan’ın “Ekşi Elmalar” filmini hatırlattı.
Hatırlayacaksınız “Ekşi Elmalar”da hikâye, 1970’lerin sonunda Hakkari’de başlayıp 90’lı yılların sonunda Antalya’da son bulur. Filmin öyküsü, Belediye Başkanı Aziz Özay’ın etrafında şekillenir. Son seçimleri kaybeden Reis, Antalya’da yaşayan kızının ısrarıyla oraya taşınır. Hanımı ölmüştür. Yaşı da epey ileri olup evlenmeyen küçük kızıyla yaşamaya başlar. Bu arada Aziz Başkan, ilerleyen yaşının gereği Alzheimer hastalığına yakalanır. Eski bildiği her şeyi unutsa da arada bazen gelgitler yaşayarak kendisini hala Hakkâri Belediye Başkanı zanneder.
Bu yüzden bir gün takım elbiselerini giyer ve taksiyle Belediye’ye gitmeye karar. Evden çıkınca önünde duran normal taksi aynen başkan olduğu günlerde olduğu gibi aracın sağ arka kapısını açarak kendisini buyur eder. Taksi şoförünün, “Nereye gidiyoruz efendim” sorusuna sert bir ifadeyle (güya kendini başkan zannederek) “Belediye’ye” der. Belediye’ye vardıklarında -yaşlı olması hasebiyle- taksi şoförü tekrar kapısını açar. O da makam aracından inmiş gibi “Sağolasın”, diyerek taksinin ücretini ödemeden Belediye’nin merdivenlerini adımlar. Bu sefer karşısına güvenlik görevlisi çıkar ve “Buyrun Efendim, kime bakmıştınız” deyince sert bir üslupla “Sen kimsin” diye sorar. O da “Güvenlik görevlisiyim” deyince “Ben de Belediye Başkanı’yım” diye cevap verir. Uzatmayayım. Filmi seyredenler bütün bu sahneleri hatırlayacaktır.
Demem o ki Bülent Arınç, siyaseten Alzheimer hastalığına yakalanmış olmalı. Kendisini hala “Ekşi Elmalar” filmdeki Aziz Başkan gibi görmekte sanırım. Bu yüzden kendini partinin vicdanı sanarak arada bir “Kral çıplak demenin zamanı geldi” diyerek gelgitler yaşıyor.
Sayın Bülent Arınç, Kral nerdeyse on senedir çıplak. Ama siyaset senin ve senin gibilerin gözünü öyle kör etmiş ki siz onu bir türlü çıplak görmek istemdediniz. Metastaz yapan kanser hastalığı gibi bundan sonra ne deseniz çıplak kralı giydirme şansınız yok. Ama sen arada bir “Kral çıplak demenin zamanı geldi” diyerek Roma valisi Pilatus gibi kendi ellerini temizlemeye çalışabilirsin.
Siyasi bir aktör olmasından dolayı Pilatus’u sen benden daha iyi bilirsin. Pilatus’da senin gibi son noktaya gelene kadar zulme ses çıkarmadı. Vicdanen mazlumun yanında olsa bile susarak geçiştirmek istedi yapılan zulümleri. Ne var ki uzaktan seyretmekle yetindiği o süreç, bir gün kendisine de bir karar vermeye mecbur etti. Hz. İsa’yı sindirme politikası güdenler onu da suçlarına ortak etmek istedi. Zira sistem gereği Hz. İsa hakkındaki kararı Roma Valisi sıfatıyla onun onaylaması bekleniyordu. Hâlbuki o, İsa’nın suçlu olduğuna inanmıyordu. Üstelik karısı Procula, bir rüya görmüş, tabir olarak da kocasına, “Asla bu zulme ortak olma!” manasına gelen bir yorum yapmıştı.
Mahkeme başkanlığı yapıp İsa’yı kurtarmak isteyen Pilatus, ilkin “Ben bu kişiyi suçlu bulmadım.” dedi. Ne yazık ki egemen güçler Anayasa ve hukuku çoktan askıya almış, mahkeme kararı olmaksızın suçlu ilan etmişti Hz. İsa’yı. Pilatus ya makamından olacak ya da cinayete iştirak edecekti. Bir bahane buldu ve infazı geciktirmeye çalıştı. Belki vicdanlar uyanır diye aradan birkaç gün geçsin istiyordu. Ne yazık ki kalabalık halk topluluğu bir kişilik af hakkını Hz. İsa’dan yana değil, Barabbas adlı bir eşkıyadan yana kullandı.
Buna rağmen Pilatus, linç kampanyasını aşabilmek için bir hamle daha yaptı ve Hz. İsa’yı serbest bırakmayı teklif etti. Ancak din adamları ve kâhinler, halk iradesinin çok açık olduğunu, bir an önce infazın gerçekleştirilmesi gerektiğini söyledi. Makamından olmak istemeyen Pilatus
mecburen baskılara dayanamayarak gözü dönmüş, adaletten uzaklaşmış ittifakın emrine girdi. Ötesi malum; Hz. İsa, kırbaçlatıldı, dövüldü, yüzüne tükürüldü ve çarmıha mahkûm edildi…
Artık Pilatus’un eline bir peygamberin kanı bulaşmıştı ve bu hazin durum vicdanını sızlatmaktaydı. Adamlarından bir ibrik ve bir de leğen. Sonra özene bezene ellerini yıkadı ve etrafta onu şaşkınlıkla izleyen kalabalığa şöyle dedi: “Benim ellerim temiz!” Bu sözün bizdeki karşılığı, “Günah benden gitti” manasına gelir.
İşte sayın Bülent Arınç, aslında sen de kendi çapında bir Pilatus örneğisin. Yani zulmü gördüğün halde sessiz kalmanın, haklının yanında yer almaktansa güçlünün yanında mevzilenmenin, kendi makam ve birikimini koruma uğruna zalimlerle işbirliği yapmanın simgesisin. Kendine göre Pilatus’un da senin gibi haklı gerekçeleri vardı; ama netice itibarıyla zulme ortak olmuş, zalimce bir karara imza atmış ve adı tarihe eli kirli katil olarak geçmişti…
Ah! Bülent Bey, Pilatus gibi korkmayacaktın. Korkup da bahaneler uydurmayacaktın… Zira zalimler, her daim suç ortağı arar kendine. İster ki yapılan korkunç yanlış sadece kendi üzerlerinde kalmasın. Bu düşünce hicret gecesi Efendimiz (sas) öldürmek isteyen insî şeytanların; “Her aşiretten birini seçelim ve herkes hançerini aynı anda saplasın; ta ki kanı oymaklar arasında dağılsın!” fikridir. Zalimin psikolojisi tam da budur: Suç ortaklığı. Zalimi çileden çıkaran, zulme ortak olmayan kişilerdir.
Sayın Bülen Arınç! “Ben ki…” diye başlayan ne kadar cümlen varsa artık üstüne bir bardak soğuk su iç… “Ben ki eşi menendi olmayan bir dava mensubuyum…”, “Ben ki partinin vicdanıyım…”, “Ben ki AK Parti’nin her toplantısına kurucular kurulu üyesi sıfatı ile davet edilen bir şahsım …” diye başlayan cümlelerin tarihin kirli sayfalarına kaydedilecek ve bir gün “Siyasal İslam’ın Siyaset anlayışı” diye fakültelerce ders olarak okutulacaktır.
Arada bir çıkıp söylediğin tumturaklı sözlerin vicdanındaki kan lekesini temizlediğini sanıyorsun. Keşke o kan lekesi yıkanınca çıkan cinsten olsaydı. Ama maalesef o görünmez kandan kurtulama şansın yok. Çünkü mazlumun âhı yüreğini deldi ve bu yüzden arada bir çıkıp “Kral çıplak demenin zamanı geldi” demeye çalışıyorsun. Artık ne dersen de; senin ellerin hiç ama hiç temizlenmedi; çünkü hakkın, hukukun, fikrin namusunu koruyamadın, küçük hesapların altında ezilip gittin