Gözaltındayken koronavirüs testi pozitif çıkan ve mahkemeye kovidli hastalara giydirilen beyaz bir tulumla getirilen ev hanımı Serpil Can, hapiste maruz kaldığı hak ihlallerini Bold Medya’dan Sevinç Özaslan’a anlattı.
Hasta haliyle Bursa Adliyesi’nin koridorlarında bembeyaz bir kıyafetle yürütülen, ellerine mavi eldiven takılan Can, “O beyaz tulum benim kefenim gibiydi. Dar ağacına götürülüyormuşum gibi hissettim. Herkes bana bakıyordu.” dedi.
“14 GÜN KABİR AZABI GİBİYDİ”
Bir hafta penceresi olmayan, hava almayan bir hastane koğuşunda bir hafta da cezaevinin hücresinde kalan Can, “Askerlerin sigara dumanı odaya doluyordu. 14 gün kabir azabı gibiydi. Mazgalı sadece yemek vermek için açıyorlardı. O anları hiç unutamayacağım” ifadelerini kullandı.
Can’ın mahkemeye getirilme anına ait videoyu Bold Medya yayınlamıştı.
Ev hanımı Serpil Can, 13 Ekim 2021’de Bursa’daki evinin etrafını saran kalabalık jandarma ekibi ve 3 polis tarafından gözaltına alındı. O sırada evde iki oğlu ve ev hapsinde bulunan eşi de vardı. İşlemler için emniyete götürülen Can’ın koronavirüs testi pozitif çıktı, buna rağmen serbest bırakılmadı.
Bir gün sonra mahkemeye koronavirüs hastalarına giydirilen beyaz tutumla getirilen Serpil Can, Bursa 1. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanıp hapse gönderildi. Ancak onu ne cezaevi ne hastane kabul etti. Cezaevi yönetimi paniklemişti. Ne yapacaklarını bilemez haldeydiler. Savcının talimatıyla Bursa Yenişehir Devlet Hastanesi’nin mahkum koğuşuna yatırıldı.
Mahkemede hakim Can’a, “Her şeyi reddetmişsin. Fethullah Gülen’i tanımıyor musun?” diye sordu. Medyadan tanıdığını söyleyen Can’a “Şuradan kimi çevirsek 2014 öncesine kadar herkes tanıyordu. Seni bu nedametsizliğinden tutukluyorum” diyerek tutuklandı.
“SOSYAL MEDYADA ÇOK TEPKİ GELDİĞİ İÇİN…”
İki ay sonra çıkarıldığı ilk mahkemede tahliye edilen Serpil Can’ı bu kez başka bir hakim mahkemeye çağırdı. Normalde tutuklular korona tedbirleri kapsamında o dönemde mahkemelere SEGBİS ile bağlanıyorlardı. Serpil Can neden mahkemeye çağrıldığına dair görüşlerini şöyle anlattı:
“Hakimin beni mahkemeye çağırmasına herkes çok şaşırdı. Normalde kimse gitmiyordu. Hasta halimle beyaz tulum giydirilerek mahkemeye çıkarılmam, bunlara sosyal medyada çok tepki gelmesi, insanların bu haksızlığa kayıtsız kalmamasının etkisi düşünüyorum. Eşim de zaten evdeydi. Beni de ev hapsiyle bıraktılar. Karı-koca 2 ay ev hapsinde kaldık.”
Can, Nisan 2022’de görülen karar mahkemesinde ise Bank Asya hesabı, Bylock programı, dernek üyeliği ve bir tanık ifadesine dayanılarak 6 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Hasta bir tutuklu olarak cezaevinde maruz kaldığı hak ihlallerini bir daha yaşamak istemeyen Serpil Can, eşi ve iki çocuğuyla birlikte Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı. Can, adliye koridorlarında ve cezaevinde maruz kaldığı hukuksuzlukları Bold Medya için kaleme aldı.
“ÇOCUKLARIMIN TEDİRGİN BAKIŞLARI ARASINDA EVDEN ÇIKTIM”
“Hasta, çok hasta bir şekilde uyuduğum o sabah gelmişti beklenen sonum… Dışarda beni soran memurlar, benimse odada kanepeye çakılı duran halim. Bir taraftan bitkin, bir taraftan kaygılı, bir taraftan da ‘alın ya hu bir tek canım var’ diyen halim…
Nitekim uyanmış olan oğluma geri geleceğim merak etme deyip ve öperek, uyuyan oğlumu ise hüzünlü gözlerimle seyrederek çıktım evden ve hapsinde olan eşimin çaresiz sızlanışları, büyük oğlumun tedirgin bakışları arasında çıktım evden.
“İFADEMİ ALMAYA GELEN POLİSLER BİRDEN PANİK OLDULAR”
Bir hastaneye uğrayıp korona testi olduktan sonra nezarete geçtik. Ben bitkin, ben halsiz, ben alabildiğine yorgun. İfademi almaya gelen polisler ifademi alırken testimin pozitif olduğunu öğrenince hepsi birden panik oldular.
Korkan biriyken korkulan biri haline dönüşmüştüm. Avukatım ‘Bu şekildeki vakalarda izin yazılıyor, bırakırlar seni’ dedi. Ama iş öyle olmadı. Kendimi nezarette sabah mahkemeye çıkarken giyeceğim izolasyon tulumuyla bakışırken buldum.
“SEN BENİM KEFENİM OLMALISIN”
Beyaz bir tulum… Sürecin başından beri tulum giydirme iştahı taşıyanlar bugün mutluydu. Bana nasip olmuştu onu da giymek. Elime aldım inceledim. Şaşkındım, çok şaşkın, sen benim kefenim olmalısın dedim. Giydim o izolasyon görünümlü kefenimi. Şimdi dar ağacıma doğru yürüyordum. Sonu baştan belli bir filme benziyordu her şey. ‘Seni bu nedametsizliğinden tutukluyorum’ dedi hakim, pardon öldürüyorum dedi.
Evet ölümdü bu! Sevinme öyle hemen hakim bey. Ben bana zaten bir ölümün lazım olduğu gerçeğiyle gelmiştim karşına. Ben zaten dirilmek için ölmeyi çoktan tercih etmiştim. Senin verdiğin karar beni yeni bir doğuma götürürken seni ebedi öldürüyordu.
“14 GÜN KABİR AZABI GİBİYDİ, ASKERLERİN SİGARA DUMANI İÇERİ DOLUYORDU”
Şimdi bu ölüme bir de kabir azabı gerekti. İşte o azabı 14 gün yaşadım. Önce bir hafta hastane odasında sonra hücrede. Benim için sıratın o ince ipinde yürümek gibiydi. Bilenler bilir, hastane deyince gözünüzde hücreden daha iyidir gibi bir şey canlanmasın.
Hücre daha iyiydi. Çünkü cam yoktu o odada, hiç hava gelmiyordu hava gelmediği gibi askerlerin sigarasının dumanı da içeriye doluyordu. İronik olansa kovidden orada yatıyor olmamdı. Yanımda ne kitap ne başka bir şey, 24 saat yanan hiç sönmeyen ışıklar. Saatin kaç olduğunu hiç bilememem.
Bir taraftan uyutmayan öksürük. Bir taraftan bensizlikle nasıl mücadele edecekler diye düşünüp kendimi kahrettiğim çocuklarım. Öbür taraftan korona olarak bıraktığım eşim ve kendimi her şeye malik sanmam ve hiçbir şeye malik olamayışımla yüzleşmem…
“O HASTANE ODASINDA KİLOMETRELERCE YÜRÜDÜM”
O hastane odasında kilometrelerce yürümüşümdür deli gibi. Allah’ım yardım et yemeyeyim kafamı ne olur diye diye. Sonra heybemdekiler çıktı meydana üstadın on gözüm olsa onuyla da ağlardım dediği noktadaydım. Hastalık yalnızlık gariplik…
Dedim Rabbim ben Üstad hazretleri değilim ama talibim. Hasbunallahi ve nimel vekil virdiyle ona duyurduğun şevke zevke sekineye. Nitekim öyle toparladım. Engin bir rahmet dalgası yağıyordu üzerime üzerime. Hamdu senalar olsun.
“TEK AVANTAJIM, ÇIPLAK ARAMA YAPILMAMASIYDI”
Çatlaklarını ezberlemeli hastane odası günlerime çok şükür kitaplarım cevşenim gelmişti. Elime aldığımda nasıl hıçkıra hıçkıra ağladığımı anlatamam. Sanki evladımı öper gibi öptüm onları bastım bağrıma.
Oradaki günlerim bitmiş ama kovid henüz benden gitmemişti. Bu kadar hüzne bir sevinç sıkıştırayım. Neye sevindiğimizin kendisi zaten hüzündü. Kovid olmamdan ötürü çok korktuğum, kardeşlerimin yaşamasından ötürü inhiraf duyduğum çıplak aramaya maruz kalmamıştım. Arkadaşlar havandan geçilmiyor diyordu.
Sonra 1 hafta da hücrede geçti günler. Ben evdekilerden habersiz onlar benden habersiz. Ne saati biliyorum ne tarihi. Ne de yüzümü gördüm günlerdir. Ne de sıcak bir çay. Her şey yokluk yüzünü gösterip bana beni şükre sevk ediyordu.
Ama burada bir pencere vardı küçük, azıcık gökyüzünün göründüğü arada da kuşların… Sahi kuşlar! Dışarıdayken de böyle dikkatli bakmış mıydım size. Hele ey gökyüzü sen! Seni fark etmiş mıydım yeteri kadar. O azıcık göründüğün yerden nasılda beni tutup çıkarıyordun.
Belki başka bir zaman yine yazarım bir kaç satır daha. Şimdilik koğuşa geçince çocuk mahpus minik kardeşe ezberlettiğim, avluya çıkınca yüksek ses söylediğimiz şiirle bitiriyorum.
Görmesen bile denizi
Yukarı çevir gözü
Deniz gibidir gökyüzü
Aldırma Gönül aldırma”