Türkiye’deki muhalefeti tek cümleyle anlatmam istense başlıktaki cümleyi tercih ederdim: Kurbanın evinde ağlayan katil! Hele son günlerdeki ‘savcılar nerede?’ sloganlarını duydukça çileden çıkmamak elde değil. ‘Timsah gözyaşları’ deyimi tam da bu durum için üretilmiş sanki.
Sahi nerede bu hakim ve savcılar! Birisi hayrına muhalefete anlatsa da boşuna arayıp kendilerini heder etmeseler.
Çok uzağa gitmeye gerek yok; CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin kontenjanından Hakimler Savcılar Kurulu (HSK)’na seçilen Ömür Topaç’a sorsun. Hemşehrilik hukukunu da araya koyarak malumat edinmeye çalışsa ve deseki “Hadi cemaatçi savcıların akibetini biliyoruz. Pekala bizim Seyfi Oktay ve Mehmet Moğultay’ın atadıkları nerede, onlar neden görevlerini yapmıyor?” Elbette çalıştığı dairede tayin ve atamalara imza atan Topaç’ı ‘Sen orada bostan korkuluğu musun?’ diyerek sorgulamasını beklemiyorum.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de durumun aydınlanması adına ortağına yardımcı olabilir. Partisini temsilen HSK’da koltuk işgal eden Sinan Esen ve Cumhur Şahin’i “Ağalar ne iş? Ülkeyi pislik götürüyor, yargı üç maymunu oynuyor; siz ne işe yarıyorsunuz!” Sözleriyle açıklamaya davet edebilir. Meclis’te kulis faaliyeti yapıp MHP’nin elinden ikinci üyeliği kapmalarının bir sebebi olmalı. Onca başvuru arasından bu iki ismi seçmelerinin gerekçesi, tarafsız ve bağımsız yargı hedefinde kendilerine duyulan güven olmalı.
En kusursuz cinayette bile sayısız delil bırakılırmış ve katil, onları bulabilecekler mi diye görmek için suç mahalline dönermiş. Tam burada olayın yaşandığı zamana dönüp parmak izleri ve ipuçlarını takip edelim.
17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarından sonra dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk işi müsteşarı Efkan Ala’yı İçişleri Bakanı atayıp polisi bloke etmek oldu. Adli kolluk olarak yargının emrinde çalışan İstanbul Emniyeti, mahkeme kararlarına direndi ve uygulamadı. Erdoğan’ın bazen savaş bazen istiklal kabinesi dediği hükümette en kritik görev Adalet Bakanı Bozdağ’daydı. Bütün hakim ve savcıların kendisi gibi katıksız biatçı haline getirilmesi misyonunu üstlendi. Ne yazık ki başarılı oldu.
Asıl tehlikeli olan ise hakim ve savcılara verilen, seçim sonuçlarına endeksli rüşvetlerdi. Başbakanlıkta Davutoğlu tarafından ağırlanan Yargıda Birlik Platformu üyelerine 1,155 lira seyyanen zam, sicil affı, sınavsız hukuk fakültesi imkanı ve polisler gibi silah alma vaatleri rüşvet olarak verildi. İşi garantiye almak içinse düzenlemeler, seçim sonrasına bırakıldı; böylece tuzun koktuğu ilk andan ilan edilmiş oldu. Sus payları yargı mensuplarıyla da sınırlı kalmadı. Muhalefet partilerine HSK’da temsilci bulundurma imkanı verildi. (Gerçi bu temsilcilerin ne işe yaradığı, AKP yargısına karşı nasıl bir muhalefet sergilediğine dair en küçük bir emare dahi yok. Herhalde kadro ve iş takibiyle yetiniyorlar.)
Gelelim cinayetteki asıl öldürücü darbeye: 2014 seçimlerinde sandıkları, kimin hangi adaya oy verdiğini anlayacak şekilde dar bölgeye böldüler. YBP fişlemelerinin sağlamasını sandıklarla yaptılar. O listelerle bir gecede 3 bin hakim ve savcıyı hukuka aykırı biçimde tutukladılar. Boşalan yerlere ve daha fazlasına AKP teşkilatları ve TÜGVA listelerinden gelenleri yerleştirdiler. Herhalde biraz da diğer partililere yer veriyorlar ki hiç sesleri çıkmıyor.
İşte o yargı bu yargı… 2014’te elbirliği ile kurulan sistem. Alın size Yargıda Birlik! Eserinizle övünebilirsiniz, neden şikayetçiymiş gibi yapıyorsunuz ki… Timsah gözyaşları bile daha sahici.