Geçtiğimiz hafta üç günlük bir Almanya ziyaretim oldu. İç siyasi gündemin kasvetinde bana çok iyi gelen ve ümit veren programlara katıldım. Tahdis-i nimet niyetiyle gördüklerimi paylaşıyorum.
İlk olarak perşembe akşamı Almanya’nın Münih kentinde hizmet gönüllülerinin kurduğu diyalog derneği IDIZEM’in organize ettiği geleneksel Diyalog Ödülleri etkinliğine katıldım. IDIZEM, sivil toplum kuruluşlarının en çok karşılaştığı sürdürülebilirlik sorununu aşmış ve kurulduğu günden beri aktif bir dernek. Şimdiye kadar eyalet ve ulusal bazda çok önemli katılımcılarla birçok faaliyet gerçekleştirmiş. Tamamen gönüllü bir heyetin samimi çabaları ile devam eden çalışmalar neticesinde dernek geniş bir kitleye ulaşmış, bir nevi IDIZEM dostları diyebileceğimiz büyük bir aile oluşmuş.
Benim cevabını en merak ettiğim sorulardan bir tanesi 15 Temmuz sürecinin dernek çalışmalarını nasıl etkilediğiydi. Dernek başkanı Mehmed Çelik’e göre Gülen Hareketi’nin daha bilinir ve konuşulur olmasını avantaja çevirmişler. Salonun kapasitesi sınırlı olduğu için kurumsal partnerlere gönderilen davetiyeler için “Kim katılacak?” diye tatlı bir rekabet yaşanmış. 15 Temmuz’dan sonra düzenlenen programlara Batılı ülkelerden katılan büyükelçi ve konsoloslar olmuş. Ülkelerini temsil noktasındaki bu kişilerin kişisel bir irade ile bunu yapmaları mümkün değil. Hükümetin resmî söylemini satın almamaları bir yana bunu bir de fiili olarak göstermişler. Çelik bana salonu gösterip Alman konukları kastederek “Buradaki herkesle yıllardır birlikteyiz, birçoğu ile partner kuruluşuz” dedi.
Gecede iki kişiye ödül verildi. Salondaki konuşmalar sırasındaki ciddiyeti, ben hariç kimsenin telefonuyla meşgul olmamasını görünce demek meşhur Alman ciddiyeti böyle bir şey dedim. Ödül verecekler önce sahneye gelip ödül alacak kişinin neden bu ödüle layık oldukları ile ilgili bir konuşma yapıyor ardından ödül alacak kişiyi davet ediyor. Yine ödül alan kişi de önceden hazırladığı bir konuşmayı gerçekleştiriyor. Ödül vereceklerden aynı masada olduğum Profesör Heiner Bielefeldt sahneye çıkana kadar özenle konuşması üzerinde çalıştı, renkli kalemlerle ekleme ve çıkarmalar yaptı.
İslam alimlerinin perspektifinde Hristiyanlık üzerine bir konuşmasına denk geldiğim Katolik teolog ve akademisyen Dr. Andreas Renz ilk ödülü Yahudi din adamı Steven Langnas’a verdi. Langnas, İslamofobi başta olmak üzere nefret suçları ile mücadelesiyle tanınan bir isim.
Langnas, konuşmasında yanlış otobüse binmesi sonucu kaybolduktan sonra Kudüs’ün Müslüman mahallesinde gördüğü misafirperverliği uzun uzun anlattı. Kontrol noktasına geldiğinde Filistinlilerin arasında kendisini gören askerlerin “Kaçırıldın mı yoksa” sözlerini gülerek anlattı. Katolik birisinin bir Yahudiye Müslümanların organize ettiği bir etkinlikte ödül vermesinin nasıl bir vizyona tekabül ettiğini anlayacak bir hoca ne yazık ki Türkiye’de kalmadı diyerek diğer ödüle geçelim.
İkinci ödül sahibi bir siyasetçiydi. Margarete Bause uzun yıllar Bavyera Eyaleti’nde siyaset yapmış deneyimli bir isim. Son olarak Alman Federal Meclisi Bundestag’da Yeşiller Partisi üyesiydi. Bause’yi Almanya’da gündeme oturtan şey ise Müslüman Uygurlulara yapılan soykırım ve kötü muameleyi en güçlü dile getiren ve bunun mücadelesini veren isimlerden olması. Kendisi Çin-Alman Parlamentolararası Dostluk Grubu üyesi olmasına rağmen Çin’i eleştirmekten kaçınmayan bir isim. Öyle ki 2019’da bir komite toplantısı için gittiği Çin’e alınmamıştı. Bause’ye destek için diğer Alman vekiller de gezilerini iptal etmişler.
Müslüman hiçbir ülkede Çin’e karşı güçlü bir sesin çıkmadığını hele hele bizim çakma halifenin ve Turancı ortağının ağzına Uygurları almadıklarını düşününce bu tür duruşlar daha anlamlı geliyor. Yok Batı zaten Çin’i hedefe koyduğu için Uygur meselesini gündeme getiriyor yoksa umrunda olmaz lafları işin kolay kısmı. Sen kendine düşeni yap da ondan sonra bu akıl yürütmelerine vakit kalsın.
Batı dünyası ile ilgili tamamen çatışmacı, şeytanlaştırıcı söylemlerde bulunan, yıllardır Almanya’da yaşadığı ve hali vakti yerinde olduğu halde her gün Almanya’ya söven, aslında kendi değerlerinden bihaber aşağılık kompleksi ile hareket eden kişilerin sosyal medyada sıklıkla nazara verildiği görüyoruz. Almanya’da yaşayan Türklerin çoğunluğu elbette böyle değil. IDIZEM ve benzer diğer STK’lar herkesi aynı barış içerisinde aynı masada buluşturmayı amaçlıyor ve bu yüzden en büyük engelleme girişimlerini Erdoğan zihniyetindeki insanlardan görüyor.
Bir Alman gazeteci İsveç’ten geldiğimi öğrenince NATO sürecini sordu. Meselenin İsveç-Türkiye ilişkilerinden ziyade Türkiye-ABD ekseninde olduğunu anlattım. İadelerle ilgili endişesini belirtince pek ihtimal vermediğimi ifade ettim ama yine de temkinli olmakta fayda var, gerçekleri anlatmaya devam dedim. Bana gençliğinde otostopla Almanya’dan Hindistan’a gittiğini ve Türkiye’den de geçtiğini anlattı. Aklında Doğubeyazıt kalmış. Üzülerek, şimdi olsa aynı güzergahı otostopla geçmeni tavsiye etmem dedim.
Ertesi gün Frankfurt’ta üyesi de olduğum International Journalists Association’ın (IJA) haftalık toplantısına denk geldim. Uzun süredir görmediğim meslektaşlarımı görmek bir yana kısıtlı imkanlara rağmen birçok projeyi gerçekleştirmek için nasıl kafa patlattıklarına şahit oldum.
Stockholm’e dönmeden önce havaalanına yakın bir mekanda bir araya gelmiş hizmet gönüllülerine misafir oldum. Korona zamanı bir araya gelememiş grup geniş bir mekanda hem sohbet ediyor, hem de kitap okuma programı gerçekleştiriyor. Bir günlük kamp diyeceğimiz programda eski günlerin samimiyeti ve uhuvveti bütün salonu kaplamıştı. İçlerinde Türkiye’de uzun süre hapis yatmış kişiler de vardı. Herkesin ortak duası bir an önce Türkiye’nin huzur ve sükunete kavuşması.
Almanya’da sohbet etme fırsatı bulduğum istisnasız herkeste yeni bir ruhla eskinin güzel hasletlerini devam ettirme, ortak aklın dile getirdiği yanlışları düzeltme, Batı’da olmanın avantajlarını Doğu’nun dinamizmi ile birleştirme niyeti gördüm. Dilerim bu gözlemim genelleme yapmayı mümkün kılacak kadar geniş bir kitlece de paylaşılıyordur.TR724.COM