Adanmış Risale-i Nur şakirdleri “vazifemiz hizmettir” derler halisane, muhlisane hizmet ederler…
Hayatımızın gayesi Hizmet…
Hizmetin gayesi insanlığı, neslimizi ve kendimizi kurtarmak…
Ahirzaman ise imanı, insanı ögütme makinesi…
Efendiler Efendisi (asv) Surelerin Fazileti babından Kehf Suresi’ni okuyanların ahirzaman fitnesinden kurtulacağını ifade buyururlar. Aslına bakılırsa bundan kasıt sadece surenin okunması değil, anlaşılması ve içinde anlatılan kıssalardan ders alınıp, devrin gerçeklerine uyarlanıp, dikkatlice hareket edilmesi gereğidir.
Kehf Suresinde dört bahis vardır ;
a) Mağaraya sığınan gençler
b) Cennet misal bahçelerinde iki arkadaş
c) Hazreti Musa ve Hızır kıssası
d) Zulkarneyn Aleyhisselam’ın hayatı
Üzerinde durmak istediğim bahis Kehf kıssasını takip eden, cennet bahçesi bahsidir. Evet surede sırasıyla İman, Hayat mertebelerine yapılan atıflarla beraber, Allah’ın vereceği muvaffakiyet öncesi “dünyaya meyil edip, etmeme” ile alakalı iki arkadaşın meseli nazara verilir.
Mala-menale, bağa-bahçeye dalıp Allah’ı unutan her şeyini kaybeder fakat kanaat ile Allah’a dönüp şükür ve sabırla mukabele eden, hem dünyada, hem uhrada kazanır.
Ahir zamanda yola çıkan Hakk Sevdalıları iman ve hayat safhaları ile cedelleşirken bir dönem de dünya ile imtihan olurlar, imtihanı geçenler Zülkarneynce zafere ererler…
Her başarıdan önce ciddi bir sınanma yaşanır, layık olanlar hedefe varır.
Talut’un ordusu Calut ordusuyla karşılaştığı zaman dua ederler “Rabbimiz üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl, bizi kafirler gürûhuna karşı muzaffer eyle”
Kazanmaları için gerek ve yeter şart uzun sefer ve yorucu günlerden sonra karşılaştıkları sudan sadece bir avuç içmeleridir, bu ağır bir sabır imtihanıdır.
Ya suyun remzettiği dünyaya dalıp kana kana içerek yolda kalacaksın, ya da biraz sabırla izin verildiği kadar içip yahut alıp, kazanacaksın…
Dünya böyle gelmiş, böyle gidiyor, sınav üzre sınav, künde üzre künde ve dünya böyle gidecek.
Dünyanın cazibedar güzellikleri bizi bizden alacak ve maalesef bir kısım insanlar (Allah korusun) belki de yolda kalacaklar.
Allahın nusreti ve fetih ucuz değil…
Deccal ordusu topu-tüfeği, varı-yoğu toplayıp üzerimize geldi zorda, darda kaldık. Müthiş bir fırtına yaşadık, öyle saçılıp, savrulduk ki anadan üryan, yeniden küllerimizden doğmaya gayret ediyor, ikinci, üçüncü hayatlar kuruyoruz.
Dünyanın cazibesi yetmezmiş gibi yoğun tempo içerisinde bizi çepeçevre saran “ülfet perdesi” ile kendi, öz dinamiklerimizden uzaklaşıyoruz…
Kulaklarımda Haşr suresinin şu ayeti (19) çın çın çınlıyor “Onlar Allah’ı unuttu ! Allah da Onlara kendilerini unutturdu” okuduğumuz dinlediğimiz takip ettiğimiz her şey aktüel meseleler, aktüalite içerisinde boğuluyoruz…
Halbuki boşla değil dolu ile meşgul olmak lazım, Allah sevmediği kulunu malayaniyat ile iştigal ettirirmiş…
Sahib-i karn “Gaye-i Hayal olmazsa, nisyan yahut tenasi edilse, ezhan enelere döner” der, mesele bununla kalmıyor “eksen kayması” yaşanıp, maruz kalınan zorluklar ağır imtihanlar karşısında insanlar mağlup oluyor, savruluyorlar…
Gaye-i hayalimiz nedir ? Tekrar hatırlamalıyız !
Bizi bekleyen tehlike belli, Üstadımız “tatmaya izin var, doymaya yok” der. Dünyadan tadımlık mı alacağız, doyumluk mu ?
Maişet miktarı kazanıp, koşturmak rahmet, hizmet…
Zenginlik için çalışıp, yorulmak zahmet ve hezimet bize…
Dillerimiz ile isteyip durduğumuz “Kalplerimizi, ayaklarımızı kaydırma Rabbimiz, sabit kıl !” duasının fiili desteği, çaresi Allah’ın dinine hizmettir, ki Allah’ın teahhüdü hizmet karşılığında ayaklarımızı sabit kılmaktır…
Ülfet kuyusunu, dünya belasını, fırtınaları ve malayaniyatı kısaca Eksen Kaymasi Tehlikesi’ni Hizmet derd ve aşkı ile aşabiliriz…
Rabbimiz “Eğer dinime sahip çıkarsanız, hizmet ederseniz, ben de size yardım ederim ve ayaklarınızı kaydırmam, sabit kılarım” buyuruyor…
O halde insan ilk şart olarak önce Rabbinin dininin hizmetkarı, yardımcısı olmalı ki Allah da kendisini “inayet ve keremiyle” desteklesin ve sonra kendisine düşen teorik, pratik bir kısım ameliyeleri özüyle, çevresiyle realize etmeli ki bu zor yolda bir eksen kayması bir zeyğ yaşamadan sıhhatle yürüyebsin….
Büyüğümüz “Heyecan yorgunluğu ve Diriliş hamleleri (Kırık Testi) isimli makalesinde bizlere genel bir yol haritası verir, acizane okumanızı tavsiye ediyorum…
Peki korunma adına Hizmet’le beraber neler yapmalıyız ?
Kişi kendisi ve çevresi ile bir korunma kalkanı oluşturmalı, herkes önce kendinden sonra yakınları ve çevresinden sorumlu…
Kendimizle yüzleşme ; Maalesef içinde bulunduğumuz durumdan ötürü yoğun meşguliyetimiz bize kendimize bakma, kendimizi kontrol ve kendimizle yüzleşme imkanı vermiyor. Halimizi tespit etmeden, onarma imkanına sahip değiliz. Kendimize iyice bakmalı, gerekirse tekrar formatlama ile esasatımıza, olmamız gereken eksene dönmeliyiz. Bir zamanlar hizmetten başka bir sevdayı kendimize haram kılmıştık.
İtikad ve amelde kıvam problemi ; Kesin olan bir şey var, kişi inandığı gibi yaşayamadığında, yaşadığı gibi inanmaya başlıyor. İçinde, çevresinde boşluklar baş gösteriyor ve ayaklarının altındaki zemin yavaş yavaş kayganlaşıyor. O halde itikad ve amellerimizi beslemeli, her gün bir evvelki günü eksik sayarak daha fazlasını yapmaya gayret etmeliyiz.
Okuma – dinleme – müzakere ; Okuyan, dinleyen, araştıran, yazan, çizen insan payandaya ihtiyaç duymaz. Hep yeni ufuklara doğru yol alır, marifet, hakikat basamaklarını birer birer aşıp Rıza Ufku’na doğru emin adımlarla ilerlemektedir. Bugünlerde bizi biz yapan eserlerimize karşı bir umursamazlık, bir vefasızlık yaşamaktayız. Halbuki o eserlerle imanlarımız tahkik seviyesi, bakışlarımız Üstadımız ve Hocamız’ın bakışıyla isabet, basiret, firaset kazandı. Kimseyi tan etmeyeyim fakat ben elimdeki feneri bırakırsam ahirzamanın karanlık dehlizlerinde yol alabilecek kabiliyet ve kapasiteye sahip değilim, Benim gibi düşünen kardeşlerimi tekrar eserlerimizi okuma dinleme ve müzakereye davet ediyorum.
Anlatma cehdi, Sohbet-i Canan ; Evet, içimizde beslenip dışarıya açılmak, taşmak gerekiyor. Dolan insan doldurmaya, yanan insan yandırmaya, ışık sahibi insan ise aydınlatmaya adaydır. Üstelik bütün bunları etrafınızla paylaştığınız zaman eksilmeyecek, artacaklar, söz hep Allah’a, sohbet-i canana gelmeli. Bu cehd hayatımızın gayesi olmalı, hem kendimizi hem etrafımızı ışık ışık aydınlatıp, nura gark edeceğiz. Anlattıkça daha çok anlayacak, daha iyi yaşayacağız inşaallah.
Ziyaretler, huzur, huzurdaki insibağ, üns esintileri ; İnsan sosyal bir varlıktır. Allah korusun, yalnız insanın yanındaki kendini kötüye sevk edecek nefsi ve şeytan olabilir. Dolayısıyla yanında hayırhah edineceği arkadaşları, doğru sosyal çevresi kendisini elbette hak-hakikat adına besleyecektir. Arkadaşları, arkadaş gruplarını ziyaretleri es geçmemeli. Her topluluğun kendine göre bir insibağı ve hak yolda ise üns esintileri vardır, herkes bulunduğu toplumun rengine boyanır. Hele hele bir de iştirak ettiğiniz topluluğun içerisinde Hak Dostları, ilim adamları, gerçek kanaat önderleri varsa o baldan tattıkça tatmalı.
İnsanlar son zamanlarda erişim ve teknoloji imkanları ile kuşatıldığından ötürü yalnızlığı tercih ediyor ve her nevi rezalete bir tık mesafesinde bulunuyor. Bu imkanları tabiiki istikamet için değerlendirilmeli fakat istikametten şaşma bahis mevzu olacaksa derhal doğru bir topluluğun uyguladigi oto kontrole firar etmeli, sığınmalı.
Malum sürüden ayrılanı kurt kapar…
Teheccüd, evrad-u ezkar ; Büyüğümüz’ün “Dava-i Nübüvvet’in edasında gece ibadeti” isimli makalesi her zaman kalbimin ışığı olmuştur. Orada Hocamız kısaca gece ibadeti olmayanın, gündüz hizmeti olmayacağını söyler. Bilirsiniz, evrad-ı ezkarı olmayanı ise ene işgal eder. Gece gerilen, gündüz arslanlar gibi koşturacaktır. Yine Büyüğümüz “geceleri ruhban, gündüzleri fursan” eroğlu erlerden bahseder, Allah bizi onların arasına katsın…
Bütün bunları yapsa dahi insan tek başına ayakta kalamayabilir, biraz yukarıda ifade ettiğim gibi çevresine ihtiyaç duyacaktır. İnsanın çevresine karşı mesuliyeti gibi, çevrenin de insana karşı mesuliyetleri vardır…
Heyete düşen vazife “sen neredesin ?” : Yukarıda bahsi geçen Kırık Testi’de Hocaefendi cemaatin tümüne bir diğer kardeşinin peşini takip etmek gerektiğini, herhangi bir yalpalama, ya da sarsılmada “sen neredesin, ne yapıyorsun?” diyerek, tekrar el ele verilip yürünmesini salık vermektedir.
Yazıda “hey’et” ifadesini kullanmaktadır ki bunu cemaatin cem’i, tümü olarak anladığımız gibi, cemaati idare ile mükellef Hey’et’i de anlamak mümkündür…
Nitekim yaşanan fırtınadan sonra (geçen sene) Büyüğümüz hasbel kader Cemaat ile yolları kesişmiş, bir şekilde vazife yapmış bütün arkadaşlarımızın, ilgilenilerek “gerçekte olması gerektiği gibi” her an kendilerini Cemaat’in en göbeğinde, vazifelerinin başında görmelerini sağlayacak şekilde alakadar olunmasını istemiştir…
Bu durumun sağlanması ve takibinin yapılması Büyüğümüz’ün bizzat kendi isteği ve gündemidir.
Vazifelendirme, vazife alma ; Şartların alabildiğince başkalaşmış olması, Cemaat’in çok geniş bir kitleye hitap etmesi sebebiyle, her arkadaşa Hizmet’te aktif vazife verilememektedir. Bu durum aslına bakılırsa işin tabii yürüyüşünün neticesidir fakat mesuliyet duygusu ile her arkadaşımız meccanen, her zaman olduğu gibi karşılıksız vazife talep etmeli, vazife almalı, vazifelendirilmeli ve bir kısım işleri takip etmelidir. Malum Türkçemiz’de güzel bir deyim vardır “işleyen demir, ışıldar”
Meyve veren ağaç ölgünlük, pörsüme, partallaşma göstermez, diri kalır.
Maddi, manevi destek ; Bu fırtınalı, dağdalı dönemde hepimiz maddi-manevi desteğe ihtiyaç duyuyoruz. Yurt dışına çıkan hemen herkes (elhamdülillah) maddiyatını bir şekilde kendisi kazanıp idare ediyor. Türkiye’deki muhtaç bazı arkadaşlarımıza “muavenet” gönderiliyor…
Arama, sorma, sevgi, saygı ve dualarla birbirimize bakiyen destek vermeye devam etmeliyiz.
Kimsenin yol yorgunluğu, partallaşma, kalp ritmini bozulması gibi problemlerle tek başına karşı karşıya kalmasına müsaade etmemeli, kardeşlerimize muavin ve müzahir olmalıyız…
Ziyaretler ; Yine yukarıda zikredilen şekilde muhakkak ziyaretler olmalı, kurumlara, diğer ülkelere geziler düzenlenmeli ve gevşeyen gerilim varsa tekrar bir yay gibi kurmalı, birbirimizin elinden tutmalıyız.
Bununla beraber takdir edersiniz ki devrin şartları, iletişim ve teknoloji imkanları işimizi kolaylaştırmakta, dünyanın her yerine kolayca erişebilmekteyiz. Bu durumu Hizmet’in lehine kullanıp, uhuvvetimizi sarsılmaz bir şekilde korumalıyız.
Yine Hocamız’ın üzerinde durduğu önemli bir mesele ise esasatımızı, füruatımızı ve hizmete ait teferruatı her dem değiştirip, güzelleştirerek, yenileştirip, başkalaştırarak birbirimize ve insanlığın faydasına sunmalıyız.
Muhakkak arkadaşlarımız yazılanlarla beraber çok şeyler söyleyip, uygulayabilirler hep beraber gayret etmeliyiz…
Sevgili arkadaşlar, arif olana çok söz söylemenin manası yoktur, uzattım, biliyorum ve fakat son bir hatırlatmayı yaparak müsaade buyurursanız yazıma son vereyim ;
Hizmet’te tembellik, rehavet ve geride kalmanın, daha açıkçası kıvam ve eksenimizi koruyamamanın neticesi ; Allah korusun “Allah bir kavmi değiştirmez, ta ki o kavim kendi içerisinde başkalaşıp, değişmedikten sonra” fehvasınca hüsrandır…
Hem fert, hem cemaat planında bu duruma maruz kalabileceğimizi düşünerek, tiril tiril titremeli, önlemlerimizi almalı, çalışmalı, Allah’tan inayet ve keremini üzerimizden çekmemesini dileyip, dilenmeliyiz. Allah yardımcımız olsun !!
@mansurturgut