En keskin zıtlıkları bir arada yaşamak… En muktedir olduğunu düşündüğü anda zayıflığın dibine vurmak ve desteksiz ayakta kalamamak…Sarayı var ama kimseye gösteremiyor, havasını atamıyor. Yabancı konuklar hayranlığını gizleyemiyormuş; öyle haberler yayarak açlığını gideriyor. Halka sadece cami, kütüphane, konferans salonu gibi bölümleri açabiliyor. Birde altın varaklı Özbek Çadırı var. Sadece bir kişiyle ve sadece iftarda kullanıyor. Aslında sonradan görme psikolojisi tam aksini gerektiriyor. Biraz daha dişini sıksın, sandığı tamamen içi boş bir prosedüre dönüştürdükten sonra bazı şeyleri yapabilecek. Alttan ısıtmalı hurma ağaçları, giderlerine bakılarak ülkenin en moderni olduğu tahmin edilen hastanesi, gündelik hayatını geçirdiği alanlar merak uyandırıyor. Hiç olmazsa Beyaz Saray ya da Krallık İkametleri gibi ücret ödenerek gezilebilse… Hem Akbil sistemi kurulur, bir devlete iki bana yapılırdı.
Siyasi kariyerini, imam hatip lisesinden itibaren büyük bir hazla yaptığı münazaralara ve demagoji yeteneğine borçlu fakat artık o da yok. Rakipleriyle aynı kantara çıkmayalı, karşılıklı tartışmayalı yıllar oldu. Bay Kemal’in hodri meydanlarına cevap veremiyor. Daha kötüsü prompter olmadan konuşamıyor bile. Doğaçlama konuştuğunda devirdiği çamları toparlayabilmek adına Fahrettin’in atmadığı takla kalmıyor. Ağaya ayarlanan sahte güreşler de tatmin etmiyor. Abdülkadir Selvi ve Ahmet Hakan’lı şovlar o eski tadı vermiyor. En azından Fatih Portakal gibi ‘abi ben çağrıldığım yere giderim’ci gazetecilere konuşsa… Lakin orada da lastik patlatmayacağının garantisi yok. Ahmet Hakan familyasıyla idare etmek zorunda.
Ağzından çıkan kanun, kağıda yazdığı yasa; öylesine güçlü, lakin ağzını açmadan bahçeli ve bahçesiz devletin gözünün içine bakmak zorunda. Boynundaki davulun tokmağını paylaştığı ortaklarına kızıyor. Kim olsa düşünür. Beraber yiyorlar, bulaşık tek başına ona kalıyor. O koltuğu alma/çalmanın bir bedelinin olması kaçınılmazdı. Yine de kendisine ağız dolusu hakaret etmiş birine mecbur ve mahkum olmayı hazmetmekte zorlanıyor olsa gerek.
Abdülhamit gibi görünse ve çelişki sanılsa da idolü Atatürk. Rövanş olarak algılanan davranışların pek çoğu özenti ve onu aştığını herkese gösterme çabası. Anıtkabir’e adam toplayıp kendisine tezahürat yaptırması da o eziklikten. Eskiden ‘ayyaş-mayyaş’ deyip biraz içindeki gazı boşaltıyor hem de tabanına gaz veriyordu. ‘En güçlü’ zamanında onu dahi yapamıyor hatta eski dönem söylemlerini tekrarlayan kurmaylarını cezalandırmak zorunda kalıyor. ‘Biz bunları bağırarak iktidar olmadık mı?’ diye soranlara verilecek cevap bulamıyor.
En zayıf noktası donanımsızlığı. Yakın tanıyanlar ortalama bir ortaokul talebesi kadar bile kitap okumadığını, kulaktan dolma cümlelerle ve prompterle zihinsel aktivitesini sürdürdüğünü anlatıyor. Bu tiplerin en kötü özelliği bilmediğini bilmemesi hatta bildiğini sanması. İktidardaki gücü arttıkça ekip çalışmasından da uzaklaştı. Büyükşehir Belediye Başkanı iken ve 2011’den önceki hükümetlerde kendine aşarak uzmanlarla çalışmayı başarmıştı. Fakat yükseldikçe onları ağırlık görüp yolunu ayırdı. Geldiği noktada bir şahsı var bir de dişi deveyi erkek gösterebileceğine ikna eden Çakma Goebbels’i…2017 Referandumu ile nirvanaya ulaşıp yetkileri tek elde topladığında çöküş hızlandı.
Bir kanunun arkasına saklanarak her ağzını açanı içeri tıkarak ayakta kalmaya çalışıyor. 305 çocuk da, ‘diploması olsa bilmez miyim; köylüsü ve Kasımpaşa’dan komşusuyum’ diyen Cihan Kolivar da hakaretten yargılanıyor. Devlet kesesinden çalıştırılan binlerce troll ile terör estirmek bile sosyal medyadaki eleştirileri bastıramıyor. Acizliğin dibi ve en itici olanıdır bu.
Ne kadar çekiştirirse çekiştirsin tacı Midas’ın kulaklarını örtmeye yetmiyor. Berber sussa kuyu konuşuyor; onu kapatsalar sazlıklar, keçiler herkes aynı şeyi fısıldıyor: Sen bir acizsin.
Belki bu seçimi de alacak; Alacak diyorum çünkü kazanma şansı yok. Alacak ya da çalacak. Hangisi daha kötü derseniz ikisi birbirinden beter. İktidarı ‘satın almak’ için hazineyi boşaltacak ve ülkeyi büyük bir ekonomik felakete sürükleyecek. Keşke doğrudan çalsaydı denilecek nokta uzakta değil. Ama elbette çaldığını kamufle etmek için de yine herkese mavi boncuk dağıtması gerekiyor. Çaldığının sırıtmaması, ’şunları şunları yaptı ve oyları tekrar yükseldi’ demek, dedirtmek için başka çaresi yok. Yani her halükarda hazine boşalacaktı.
Sandıktan galip çıkarsa bitti sandığı maratonun daha başlangıç çizgisinde durduğu görülecek. Onun için ve ülke için asıl dram o anda başlayacak.