Zulüm korkunç, ama daha ürpertici olanı bu zulme sesiz kalmak.
Dahası, hiçbir şey olmamış gibi hayata devam etmek.
Amansız hastalıkların kıskacındaki minik hastalar.
Ölümün yamacında, kanserle cebelleşen bir yavru: Yusuf Kerim!
Zindana atılan bir anne!
Evladı, hastanede anneye, anneyi hapishanede yavruya hasret bırakan ceberut bir yönetim.
Bu zulmü uygulayan bir iktidar ve sağıra yatan merhametsiz bir devlet!
Kin, nefret ve adavetle hareket eden bir toplum!
Etraf türlü bariyerle örülmüş, kalın duvarların ardında, kim bilir hangi tarifsiz duygular dünyasında bir anne!
Amansız bir hastalıkla cebelleşen küçük bir can, çaresiz bir evlat; Yusuf Kerim!
Sözler kifayetsiz…
Acılar tarifsiz…
Çığlıklar sessiz…
Vicdanlar hissiz…
Yürekler nasırlaşmış…
Kalpler taşlaşmış…
Duygular sinmiş, pusmuş…
Adalet can çekişiyor…
Haklar meçhul, hukuk sürünüyor…
Kulaklar sağır, lal; diller, fermuarlı ağızlar…
Anne zindanda, Yusuf Kerim yatakta gözyaşları akıtıyor. 84 milyonluk ülkeden yükselen sesle cılız, yankı vermez dağa dönmüş her yan.
Vicdanlı milletvekilleri bas bas bağırıyor, ama meclisteki sözüm ona annelerden bir söz sadır olmuyor.
Ehl-i insaf birkaç erbabı kalem, yazıp çizdikleriyle Yusuf Kerim için seferber oldular, ama koca ülke adeta hipnoz olmuş gibi…
Koyu sessizlik bastırıyor, yükselen bu vicdanlı sesleri de…
Her yangını söndürmek mümkün mü?
Evet mümkün.
Ateş, suyla…
Zehir, panzehirle…
Acı, onu hissedip, yürek yüreğe vermeyle, paylaşımla azalır; mazluma ses olmayla…
Ama ve fakat kin ateşi asla sönmüyor, alazlanıp duruyor.
Yakıtını, hangi vicdansızlıklardan alıyorsa…
BU COĞRAFYANIN KADERİ Mİ?
Öyle bir dönem yaşadığımız, insanlığın dip yaptığı bir atmosfer…
Yaşananlar, bu coğrafyanın kaderi mi?
Bu ‘hastalıklı ruh’ mağdur ve mazlumun peşini bırakmayacak mı?
Bu tarih hep böyle tekerrür mü edecek?
Sahi, nedir bu Meriç’te anne kucağında boğulan A.Enes Abdurrezzaklar’ın, üç yaşındaki Halil Münir‘lerin çektikleri?
Nedir, Ege’nin soğuk sularında yok olup giden Feridun Maden’lerin, kanser iletine maruz kalıp vefat eden Ahmet Burhan Ataç’ların, Selman Çalışkan’ların, Yusuf Kerim Sayın’ın…
Zulmü günün rutini haline getiren, meslek edinen bu canavarlardan çektikleri nedir, mazlum ve mağdurların?
Gaz fişeğiyle küçük hayatlarından koparılan Mahsum Mızrak’ların, Enes Ata‘ların bu zalim devlet anlayışından çektiği?
Evet, önce yavruların hayallerini çaldılar, sonra tüm feryatlara rağmen canlarına kıyıyorlar, kıymaya devam ediyorlar.
Nedir, zulümden kaçarken yavrularıyla suda sarılmış, boğulan anne Hatice öğretmen; Ahmet Esat, Mesut ve Bekir Akçabey’ler’in gaddarlıkta sınır tanımayan insafsızlardan çektikleri?
Nedir, sürgün yolunda çektiği video ile sönmüş vicdanları hatırlatan Esma Öğretmen‘in ardından ağlayan minik Ceyda Uludağ’ların asrımızın haccaclarından bu çektiği?
Hasılı nedir bu?
Anadolu’daki zulüm girdabında kaybolup giden hayatlar, hayatları çalınanların, gaybubette çile çekenlerin, zindanlarda işkence altında inleyenlerin bu hak ve hukuk tanımaz yüreksizlerden çektiği?
Anne ve babaları cezaevine atılan çocuklar, önce kanser ediliyor sonra ölüme mahkûm edilerek adeta infaz ediliyorlar.
El birliğiyle öldürdüğünüz tutsak babaların yavruları, Selman, Ahmet Burhan, Fatih, Eymen, Ali İhsan’ların çektiği çile hıncınızı kesmedi mi?
Kimi anne kimi baba hasretiyle gitti.
O masum bakışlarıyla, zalim ve gaddarların zindana çevirdiği bu dünyadan inleye inleye göçüp gittiler.
Minicik yüreklerde meydana gelen bu depremleri, bu emsalsiz eziyetleri çektirenler unutulur mu?
Her şeyin unutulup gideceğini mi sanıyor bu garip mahluklar?
Hikmet-i İlahi, yer yarılmıyor, bu duyarsızlar içine yuvarlanmıyor.
Edepsizce, arsızca, unutarak yaşamaya devam ediyorlar.
Lanetle anılacak, nefretle hatırlanacaklar elbette!
Stalin’in 20. asırda yaptığının unutulmadığı ve lanetle anıldığı gibi…
Komünist Stalin’i aratmıyor, Maocu Perinçek’in işbirlikçi ırkçı ortakları ve Siyasal İslamcıları.
Abartısız, Anadolu Sovyet coğrafyasını; günümüz diktatörleri Stalin ve avenelerini aratmıyor.
Stalin’in “Büyük temizlik” ya da “Büyük terör” olarak yaşanan katliamı gibi…
Sovyetler coğrafyasında, rejim karşıtı ilan edilen yüz binlerce insan, bu siyasi katliamın kurbanı oldu.
İşlememiş oldukları ağır suçları itiraf etmeye zorlandılar.
Ağır cezalar aldılar.
Gürcü Josef Stalin, Orta Asyalılara kan kusturdu, günümüzdeki hemşehrisinin yaptığı gibi…
Kazak ve Kırgızların; “Bilge ve dâhi” diye ifade edilen çok sayıda aydınını öldürdü.
Giyotinden geçirdi, sonra da meçhul yerlere gömdü.
Siyasi katliamlar (political repression) kelimenin tam anlamıyla, büyük bir dram.
TEK GEREKÇE SSCB İDEOLOJİSİNİ BENİMSEMEMEK
Aydınlar, bilim, düşünce ve fikir adamları yok edildi.
1930’lu yıllardaki, ‘etnik temizliğin’ tek gerekçesi; Sovyet ideolojisini benimsememek.
Stalin’in önyargıları, somut deliller olmaksızın, binlerce kişi cezalandırıldı.
Bu yüzden yurtlarından olan, hapislerde ya da sürgün yolunda hayatını kaybeden 40 milyona yakın insan için anmalar düzenleniyor.
Polonya asıllılar, Yahudi, Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Tacik, Kafkasya coğrafyası ve Baltık ülkelerindeki halklar, nüfuslarının neredeyse yarısını sürgün yollarında ve kamplarda kaybetti.
Bu soykırımı 18 yıl önce Bişkek’te Aytamatov’un kendisinden, tüylerim ürperircesine bizzat dinlemiştim.
1970’lerde yazılan ve filme alınan, Kadir İnanır ile Türkân Şoray’ın başrollerini paylaştığı “Selvi Boylum Al Yazmalım” adlı eserin müellifi Cengiz Aytamov.
Babası Torekul Aytmatov, Sovyet döneminde Kırgızistan’ın da seçkin devlet adamıydı.
Dünyaca tanınmış Kırgız Yazar, gözü yaşlı anlatmıştı o zor zamanları…
Stalin faşizmi, Cengiz Aytmatov’u, henüz 9 yaşındayken babasından ayırmıştı.
Baba Torekul’u, meşhur “1937 yılı kıyımı”nda, Kırgız milliyetçiliği suçlamasıyla öldürülmüş, naaşı “meçhul” mezara gömülmüş.
Günümüz Türkiye’sindeki gibi…
Her gün bir ateş yeni bir ocağa düşüyordu.
HERGÜN BİR ATEŞ DÜŞÜYOR OCAKLARA
O yıllarda postacılık yapıyormuş Aytmetov.
Mektupları hem teslim eder hem de okur; ama bir süre sonra bir kişi Cengiz’i elinde mektupla kendisine doğru geliyor görse olduğu yere yıkılıverirmiş.
Zira artık o postacıdan ziyade savaştan, sürgünden, esaretten, ölüm haberi getiren bir felaket olarak görülür hale gelmiş.
“Daha postacı sokağın başında göründü mü evlerden çığlıklar yükselmeye başlardı. Bir kınalı kuzunun şahadet haberi daha geldi’ denerek, köyün sokak ve meydanı ağıt ve feryatlarla adeta çınlardı diyor Aymatov.
Gorbaçov’la başlayan Glastnost (açıklık) ve Perestroyka (Yeniden Yapılandırma) süreciyle birlikte, tüm mezalimler ışık yüzü gördü. Kapalı ve demir perdede yaşatılan acı su yüzüne çıktı.
Bu nedenle, Stalinli Sovyet yılları; dünya tarihine milyonlarca insanın açlıktan öldüğü, yüz binlerce kişinin de rejim karşıtlığı gibi suçlarla idam edildiği bir dönem olarak geçti.
Küçük Yusuf’ların yaşadıkları tarifsiz acılar ve kara zindanlarda yaşanan dramlar da bu asrın utancı, tarihin kirli bir sayfası olarak anılacak.
Kör ve sağır rolüne yatmış münafıklar, “Oğlumun annesine ihtiyacı var” diye zindandan feryat eden Yusuf Kerim’in mahpus annesi Gülten hanım için sağıra yatıyorlar…
Hastane koridorlarındaki baba Süleyman Sayın, çaresiz, yavrusuna kol kanat olmaya çalıyor.