Hiç yaşlanmayacak, CHP’nin başından gitmeyecek hatta ölmeyecek gibi görünüyordu. Hepsinden de kötü jübilelerle ayrıldı. Nahoş finallerin adamı Deniz Baykal hayatını kaybetti. Kader önüne demokrat olma, siyasette iyi iz bırakma, gerçek ve çağdaş sol düşünceyi ülkeye kazandırma fırsatları sundu. O ise kolaya kaçtı ve konformizm girdabından kurtulmak istemedi. Küçük, devletçi, iktidar alternatifi üretmeyen ve tapusunu elinde tuttuğu bir partiyle yetindi.
Bülent Ecevit, İsmet Paşa’dan koltuğu devralırken partiyi nispeten sola, ortanın soluna taşımayı başarmıştı. Baykal ise devletçi, ulusalcı sol çizgiyi kalınlaştırmayı seçti. ‘Devleti kuran parti’ imtiyazı, hükümet olmanın külfetlerine katlanmadan iktidar gücünü elde tutmayı sağlıyordu. Bürokratik oligarşinin sözcü ve temsilcisi konumunu tepe tepe kullandı. Parti içi koltuk kavgalarında harcadığı enerjinin küçük kısmıyla birinci parti olabilirdi oysa.
Baykal, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP)’de 1990, 91, 92’de üç yıl üstüste olağanüstü kurultay toplayarak kırılması zor bir rekora imza atmıştı. Hatta onun bu performansı yüzünden partinin adındaki ‘halkçı’ ibaresi hizipler şeklinde telaffuz edilmeye başlanmıştı. Aynı silahla vurulmamak adına dümene oturduğunda ara renkleri yok etmiş ve tam anlamıyla damgasını vurmuştu. Elbette burada kayda geçmesi gereken bir durum da, Erdal İnönü gibi siyaset dışı bir figür karşısında üç kez yenilmesiydi. Erdal Bey’in soyadının yanında Baykal korkusu da yenilgilerde etkiliydi. CHP’yi tekrar açıp SHP ile birleştirince yine bitmek bilmeyen kurultaylar ve hizip kavgaları yaşandı. Murat Karayalçın’ı ekarte edip oturduğu koltuktan ancak kaset komplosu sonucu kaldırılabildi.
CHP’nin 1999 seçimlerinde baraj altında kalması aslında büyük fırsattı. Nadasa bırakılmış ve büyük krizlerin yaşandığı dönemi hasarsız atlatmış partinin başındaydı. Halka ulaşabilen, çağdaş, sosyal demokrat bir lidere dönüşebilirdi. Yapmadı hatta denemedi bile. Teptiği belki en önemli fırsat buydu.
CHP, Meclis’e giremeyince istifa etmek zorunda kalmıştı, ancak bu taktiksel geri çekilmeydi. Kurultay’da Genel Başkan seçilen Altan Öymen acı gerçekle hemen yüzleşti. Davulu taşıyacak ama tokmağa dokunamayacaktı; zira o, Baykal’ın elindeydi. 60 kişilik Parti Meclisi’nde Baykal ekibi çoğunluktaydı. 20 kişilik Merkez Yönetim Kurulu’na, kendi listesinden yalnızca 5 kişinin girmesi sonrasında, Öymen, 30 Eylül 2000’de olağanüstü kurultayı topladı ve partiyi sahibine iade etti. Üçüncü turda zorlanarak liderliği geri alan Baykal sonraki kurultaylarda işini kolaylaştırmak için tüzüğü değiştirdi ve neredeyse saltanatını ilan etti.
O, ‘küçük olsun benim olsun’ zihniyetine kurban ettiği partisini yeniden ele geçirmenin keyfini çıkarırken, 2002 seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan atı alıp Üsküdarı geçti. Baykal ise yine halkı değil devleti önceledi. Diğer partilerin seçmenden ağır tokat yediği ortamda yüzde 19’da kaldı. Anayasa Mahkemesi’nde kanunları iptal ettirebiliyor, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’le paslaşarak bürokraside istediğini elde edebiliyordu. Bu da ona yetiyordu. Latin Amerika ve Avrupa’yı etkileyen sol dalgaları arkasına alabilecek adımları atmadı. Rick Martin’in şarkısı ve dumanlar içinde sahneye çıktığı kurultay gösterileriydi payına düşen. Sosyal demokrasinin ilke ve değerlerini içselleştirmemiş olması yanında konformist hayat tarzı da engeldi buna. Bir kaç defa halkla barışık solculuk için deneme yapacak oldu ama bedel ödemeyi ve ekstra çabayı göze alamadığı için akim kaldı. Zoru görünce hemen bildiği yola geri döndü.
Baykal’ı ahir ömründe dramatik biçimde içinde Erdoğan geçen cümleler tanımlar oldu. Siyasi yasağın kaldırılmasındaki tavrına yönelen eleştiriler haklı değil. Hukuku zorlayarak antidemokratik yollarla siyasetçilerin engellenmesi kabul edilemez. Fakat belli dönemeçlerde yapılan ikili görüşmeler hep şüphe bulutları doğurdu. Erdoğan’ın önünü açan Anayasa değişikliği öncesi Beylerbeyi Bosphorus’ta gerçekleşen buluşma bunların ilkiydi. “Erdoğan’ın Başbakanlığına karşılık Cumhurbaşkanlığı” sözü aldığı öne sürüldü. 2007 Anayasa Mahkemesi merkezli 367 Krizine verdiği destek, oradan kaynaklanan hayal kırıklığının sonucu şeklinde yorumlandı. Asıl önemli ve Erdoğan’a hayat öpücüğü sağlayan görüşme, 7 Haziran Seçimlerinden sonrakiydi. AKP ilk defa TBMM’de çoğunluğu kaybetmiş ve iktidardan düşmesinin yolu açılmıştı. İki kişi Erdoğan’ı ipten aldı ve tek adam rejiminin kuruluşunun yolunu açtı. MHP Lideri Devlet Bahçeli daha ilk günden CHP ile koalisyon yapmayacaklarını açıkladı. Baykal ise bir hafta sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’a giderek seçimi yenileme stratejisinin payandası oldu.
1 Kasım’a giden süreçte Geçici Meclis Başkanı olarak Truva Atı misyonu üstlenmesi şaşırtıcıydı. Zira Baykal’a kurulan ve liderliğine mal olan kaset komplosunda oklar AKP Liderini gösteriyordu. Yayından önce seyredip onay verdiği iddiası ve miting miting dolaşıp “Bak Hacı Bektaşı Veli diyor ki; eline, beline, diline, hâkim ol diyor. Beline hâkim olmadı, gitti. Bu özel değil, genel genel!” sözleri baş şüpheliyi gösteriyordu. Yaşananlardan sonra Baykal’ın ‘Erdoğan’ı kurtarma’ senaryosunda rol alması şantaj iddialarını güçlendiriyor.
Bülent Ecevit’in keşfedip siyasete soktuğu genç ve gelecek vaadeden akademisyen olarak başladığı yolculuk bambaşka sahillerde son buldu. Baykal’ın devletçi ve hizipçi olduğu müsellemdi; onların yanına Erdoğancı ibaresini de ekledi. Gidişine en çok üzülenlerden biri kuşkusuz o olacak. Muhalefet cephesini bölecek son bir iyilik daha bekliyordu. Kızı Aslı Baykal’la deneyecek ama aynı verimi alabileceğini sanmam.