Binlerce insanın hayatına mal olan, yüzbinlerin dünyasını başına yıkan bu elim felaket sadece bölgede yaşayanları değil, hepimizi sarstı. Ateş düştü fakat sadece düştüğü yeri değil, hepimizi yaktı.
Yakinen tanıdığımız bir çok arkadaşımız bu depremde aile fertlerinden bazılarını veya bir çoğunu kaybetti.
İzlediğimiz görüntüler, okuduğumuz haberler, bu felakette vefat eden vatandaşlarımızdan bir çoğunun düzensizlik, koordinasyon eksikliği, beceriksizlikten siyasi endişelerden kaynaklanan ihmaller nedeniyle vefat ettiklerini gösteriyor. İktidar her ne kadar sosyal medya üzerinden algı yapılıyor iddialarını öne sürse de, gerçekler apaçık ortada. Görüntüler yalan söylemez.
Depremzedelerin yüzlerinde derin bir acıyla “devlet nerede” diye haykırdıkları yüzlerce görüntü var. Özellikle hayat kurtarma açısından en önemli olan ilk günlerde devletin yamacından bile geçmediği bir çok bölge var. Televizyonlarda ardarda reklamını yaptıkları Kızılay’dan eser yok. Bir çok bölgede depremzedeler kendi imkanlarıyla kepçe kiralayıp, enkaz altında ki yakınlarını çıkarmaya çalışıyorlar. Hiç bir resmi görevlinin uğramadığı, gitmek isteyen gönülleri de, yollar kapalı, oralar çok tehlikeli diyerek engellemeye çalıştığı bölgeler var. Tüm uyarılara rağmen bu bölgelere gidip hayat kurtaran gönüllülerin çabalarına şahit oluyoruz. Bunalrdan biri şahit olduğu olağanüstü bir hadiseyi anlatıyor. Bir enkazı kaldırmak için gelen iş makinelerine, orada bulunan bir kadın feryat ederek, tam şurada benim iki çocuğum var diyor, önce onları kurtarın. Gönüllü arkadaşlar hemen kadının gösterdiği yeri kazıyorlar ve altından iki çocuk canlı olarak çıkarılıyor. Çocuklara anneniz burada diyorlar, fakat kadın ortalıkta yok. Çocuklar kurtarıcılarına, bizim annemiz üç yıl önce öldü, diyorlar.
Şimdi bazıları bu deprem çok büyüktü ve etkilediği alan çok genişti, bu nedenle her yere ulaşılamadı diyebilir. Madem öyle, 750,000 kişilik personeli olan TSK niçin ilk andan itibaren bölgeye intikal etmedi? Bu tip felaketlere müdahele imkanlarına ve ekiplerine sahip olan TSK neredeydi? Günler sonra sahaya intikal ettirilen TSK personelinin sayıları 3 bini geçmiyordu. Bu da yetmiyormuş gibi bazı askerlerin bölgeye kamyon kasalarında gönderildiğine şahit olduk. NATO’nun ikinci büyük ordusu diye gurur duyduğumuz ordumuza bu rezilliğin yaşatılması utanç vericiydi.
Evet, ilk andan itbaren TSK’nın 100,000 personel ve tüm imkanlarıyla bölgeye intikal ettirilmesi gerekiyordu. Bilemiyoruz fakat acilen alınan bu karar binlerce hayatın kurtulmasına vesile olabilirdi. Askerin yardım için sahaya intikal ettirilmemesinin sebebini halen anlamış değilim. Acaba muktedirler sahaya inecek binlerce askerin, “durum kontrolden çıktı” diyerek yönetime el koymasından çekindikleri için müdahel etmelerine izin vermemiş olabilirler mi?
Belki de bu nedenle, tüm mesuliyeti ve yetkiyi kendilerinin kurduğu ve talimat almadan bir enkazda arama bile yapamayan AFAD’a vermiş olabilirler. Fakat herkesin şahit olduğu üzere siyasi endişeleri vatandaşa çok pahalıya mal oldu. Bölgeden gelen haberler, arama kurtarma
faliyetlerini koordine etme yetkisi verilen AFAD’ın bu görev altında ezildiğini gösteriyor. Bu beceriksizliğin konuşulmasının ve sosyal medyada paylaşılmasının siyasi bir algı operasyonu olduğunu düşünenler, ülkeye gelen yabancı arama kurtarma ekiplerinin demeçlerini dinlesinler. Bir çok vatandaşımızın hayatını kurtaran bu yabancı ekiplerin ortak beyanatları müthiş bir düzensizlik, koordinasyon eksikliği olduğu yönünde. Üstelik, saatlerce çalışmadan sonra enkaz altında canlı birine ulaştıklarında, bir AFAD yetkilisinin hemen müdahele edip, bundan sonrası bize ait dediğini anlatıyorlar.
Bu iddialarının doğru olduğunu bölgeye giden ve bir çok vatandaşımızı enkazdan kurtaran madencilerimiz de teyit ediyor. Biz kurtarıyoruz, son anda gelip kameralar eşliğinde AFAD çıkarıyor, diyorlar. Bu ve benzeri haberlerle beraber, sosyal medyada dolaşan yardım edin çığlıkları karşısında vicdanlarımızın sızlamaması ve büyük bir çaresizlik içinde gözyaşlarına boğulmamamız mümkün değil.
Ne yazık ki, ülkenin büyük bir bölgesi enkaz atında kaldı. Fakat bu dev enkaz altında kalan sadece bölge vatandaşı değil. Devlet kurumlarını ellerinde bir oyuncak haline getiren mevcut iktidar sahipleri de bu enkazın altında kaldı. Bu gerçeği görmek için dahi olmanıza gerek yok. Bir tarafta yabancı bir arama kurtarma ekibinin küçük bir kız çocuğunu enkazdan çıkardıktan sonra gözyaşlarını tutamadıklarına şahit oluyorsunuz, diğer taraftan ülkenin başındaki insanın ekranlar karşısına geçerek, kendi halkına tehditler savurduğunu, namussuz, şerefsizler diye hakaret ettiğini görüyorsunuz.
Cumhurbaşkanının böyle bir zamanda bu derece agrasif ve sinirli olmasının nedenini merak ediyorsanız, şu ihtimali de bir düşünün. Daha üç beş hafta önce seçim kararı aldı. Bu karar onun A B ve C planlarıyla bu seçime iyi hazırlandığını gösteriyordu. Geçmişten tecrübelerimizle koltuğunu kaybetmemek için her türlü oyuna başvurabileceğini, hatta gerekirse bir iç savaş çıkarıp, gözünü kırpmadan insanları biribirine kırdırabileceğini de biliyoruz. Aslında geçmişte yaptıkları, gelecekte neler yapabileceği konusunda bir fikir veriyor. 7 Haziran seçimleri sonrası meydana gelen olaylar ve kaos ortamı, 15 Temmuz ve sonrası meydana gelen hadiseler, CB ve arkasındakilerin ne kadar acımasız olduklarının bariz örnekleri. Özellikle, siyasi anlamda iflas etttikleri şu günlerde yaptıkları planlar hepimizi endişeye düşürüyordur. Fakat, bütün bu olumsuzluklara rağmen, Ali İmran suresi 54. Ayet bizlere bir ümit ışığı oluyor. Cenab-ı Allah bu ayette “Onlar tuzak kurar, Allah da onların tuzaklarını bozar. Allah tuzak bozucuların en hayırlısıdır” buyuruyor.
Evet, arkalarında enkaz bırakıp gidecekler ifadesini defalarca işittik ve genelde bunu ekonomi, eğitim, yargı gibi, ülkeleri ayakta tutan en önemli unsurları yerle bir ettikten sonra çekip gidecekler anlamında yorumladık. Meğer enkaz sadece bunlarla sınırılı değilmiş, bugün kelimenin tam anlamıyla ülke enkaz altında.
Doğal afet denilen olayların takdir-i İlahi olduğuna şüphemiz yok, fakat bu afetlere karşı sebeblere riayet etmeyip, gereken tedbirleri almayanlardan da hesap sorulamalıdır. Gereken tedbirleri almayıp, üstüne bir de pişkin pişkin binlerce vatandaşın ölümüne Cebriye ağzıyla kader deyip geçmeleri insanı iyice kahrediyor. Kader insanın iradesine göre yazılır, iradelerini kötü amaçlı kullanıp sebeb oldukları hayatların sorumluluğunu kadere yüklemeye çalışmasınlar.