ADİL ÖMER ERDEM-ANALİZ
Kendimi 21 yıllık AKP iktidarının yerine koyup düşündüğümde şöyle bir sonuca varıyorum: Mevcut
şartlarda iktidar olmak yerine muhalefet olmak daha iyi olurdu.
Ama, fakat, lakin…
Bunu yapmama imkan yok.
Çünkü 21 yıllık iktidar süresinin ustalık dönemi dediğim son 10 yıllık döneminde ustalığın verdiği
özgüvenle, kibirle, sorumsuzlukla, tek adam olmaklığımla, nefsimden başka kimseyi
dinlememekliğimle öylesine hoyrat hükümet ettim ki, artık ne pahasına olursa olsun iktidarda
kalmak zorundayım.
İktidar koltuğunu bırakamam.
Çünkü, eğer bırakırsam:
Canını yaktığım toplum kesimleri, fakirleştirdiğim kitleler, her gün bir kaç kuruş için halk ekmek
bayilerine kilometrelerce yol yürüyüp orada sabahın köründe sıra bekleyen ihtiyarlar ve çocuklar…
Mülklerine el koyduğum insanlar…
Din kisvesi ile kandırdığım müminler….
Tamamen işlevsiz hale getirdiğim, her birini dünyanın bir ucuna gitmek zorunda bıraktığım, evinden
yurdundan ettiğim liberaller…
Bir kararname ile, KHK ile bir gecede işsiz aşsız, mesleksiz, diplomasız, bıraktığım kitleler…
Öldürülen gezi parkı eylemcileri…
Zaman Gazetesine abone oldukları için, Bank Asya’ya para yatırdıkları için terörist sayılan ve bunun
için 6-7-10 yıl hapis yatırdıklarım…
Bir kısım ülkelere karşı gerektiğinde koz olarak kullanılmak üzere hiç bir suçu ve günahı olmayan ve
fakat yıllarca hapislerde tuttuğum insanlar…
Suçsuz olduklarını bildiğim halde, uydurduğum suçlarla hem anasını hem babasını kodese tıkmam
sebebiyle ortada kalan çocuklar…
Kanunsuz suç ve ceza olmayacağı halde, bazı yasal durumları suça ve cezaya dönüştürebilme
kabiliyetiyle emir verdiğim ve fakat verdiğim emirlerden pek de mutlu olmayan, korktukları için
kanunsuz emirlere uymak zorunda kalan hâkim ve savcılar…
Ülkenin en itibarlı mesleklerinden olan doktorluk ve öğretmenliği itibarsızlaştırdığım doktorlar ve
öğretmenler…
İzin verdiğim halde, depremden sonra yıkım çok büyük olduğu için tutuklatmaya başlamak zorunda
kaldığım AKP’li müteahhitler ve onların aileleri…
Kocalarından boşanmalarına sebebiyet verdiğim yakın mesai arkadaşlarım…
Kendilerine tekme tokat giriştiğim, küfrettiğim bakanlarım…
Eleştiri hakkını kullandığı için cezalandırdığım gazeteciler…
Bir tweet attığı için senelerce hapis cezası alan sıradan vatandaşlar…
Ben kendim bizzat herkese hakaret ettiğim halde, aynı kelimelerle mukabelede bulunan ve bana
hakaret ediyorlar dediğim için cezalandırdığım onbinler, yüzbinler…
Yurt dışından yerel polise rüşvet vererek kaçırtıp burada işkence ettiğim, hapse tıktığım
muhteremler…
Zulmümden yurt dışına kaçarken Meriç nehrini geçerken boğulan insanlar…
Cenazelerini nakil için tabut vermediğim insanlar…
Haindir diyerek cenaze namazını kıldırmadığım insanlar…
Berkin Elvanlar, Selahattin Demirtaşlar, Osman Kavalalılar
Bu liste bitmeyecek, en iyisi kısa keseyim.
Ben bu koltuğu ve bu koltukta kalmak için ittifak ettiğim mafyatik yapıları terk edemem. Yoksa canını
yaktığım, haksız yere sırf iktidarımı takviye için, sobanın yanmasının devamını sağlamak için odun
yerine kullandığım insanlar ve onların yakınları…
Sırf bu korkum yüzünden memleketin yarısını etkileyen deprem felaketinden sonra enkaz altında
kalanları kurtarmak için zamanında harekete geçmelerini engellediğim askerler ve sivil yardım
kuruluşları…
Bir çadır bile temin edemediğim depremzedeler…
Hasılı…
Takmadığım anayasa, askıdadır dediğim anayasa, yasa ve yönetmelikler…
Muhalifleri cezalandırmak için meclisteki sayı çokluğuma dayanarak çıkardığım bütün antidemokratik
yasalar…
Aleyhime delil olarak kullanılacağından dolayı bu süreçte daha uygun olduğu halde iktidarı bırakıp
muhalefete geçemem.
Düşünüyorum da yıllardır hoyratlığımla nefretlerini kazandığım milyonları nasıl teskin edebilirim.
Yoksa düşmanlığını kazandığım bu halkla, yarısı depremde yıkılmış enkaz haline gelmiş bir
memlekette muhalefet olmak iktidar olmaktan daha iyiydi… Düşünüyorum da ne derece hoyrat
hükümet etmişim.
Şimdi…
Gözüm yaşarıyor, yüreğim yanıyor, olmasaydı sonumuz böyle…
İnsanların saksılarını çiğnedim, duvarlarını yıktım, camlarını kırdım.
Fırtına gelip aramıza serildi.
Milyon kere çoğalttım hüzünleri.
Her şeyi kötüledim, yaraladım.
Fakirin suyunu döktüm, soğanını çaldım.
Hiç yoktan kafesteki kuşlarını vurdum.
Oysa birer yolcuyduk hepimiz aynı ormanda kaybolmuş, aynı çıtırtıyla ürperen birer serçeydik
hepimiz.
Birer tomurcuktuk hayatın kollarında, birer çiğ damlası bahar sabahında, gül yaprağında…
Dedim ya hiç yoktan susturdum şarkıları…
Peki ne olacak şimdi?