ADİL ÖMER ERDEM-ANALİZ
Bunca yıkım, bunca cinayet sadece müteahhitlerin sırtına yüklenirse büyük haksızlık olur.
Müteahhitleri yargılarken onlara onay veren teknik elemanlar, resmi yetkililer, bir kaç senede bir imar affı çıkaranlar, depreme uygun olmayan yapıları onaylayanlar, depreme uygun olmayan yere imar izni veren belediye meclisleri…
Müteahhitler bu işite en son halka.
Şimdi bakıyorum da depremden sonra müteahhitleri
kelepçelemeye başladılar. Tam bir cadı avı başlattılar.
Elbette müteahhitler de yaptıkları işlerden
sorumlu olmalılar, ama ya diğerleri.
Tıpkı hayat pahalılığında son halka olan marketleri suçladıkları gibi şimdi de yeni bir son halka peşindeler.
Bu ülke nasıl bir ülke Allahım. Asıl sorumlular hiç bir şekilde gündeme gelmiyor ve hesap vermiyor. Asıl problemlerle hiç bir şekilde yüzleşilmiyor ve hep zincirin son halkası cezalandırılıyor.
Asıl sorumluların bu işten sıyırması için sadece ve sadece müteahhitler cezalandırılacaksa bu durum asla adil olmaz.
İşin garibi bu işte bile büyük adaletsizlikler var.
Hükümete yakın müteahhitlere ki, çoğu hükümete yakın kişiler, yaptıkları binalar depremde kağıt gibi yırtılmış ve yıkılmış olmasına rağmen dokunulmuyor.
Adalette çifte standart burada da kendini gösteriyor.
Sadece adında adalet olan geri tarafı bütünüyle adaletsizlik fotoğrafı veren bir yapıdan başka ne beklenir ki?
Ülkeyi yöneten zihniyet ne zaman başı sıkışsa toplumun bir kesimine cadı avı uygulamasına geçiyor.
Çünkü herşeyden sorumlu kendilerini kurtarmak için buna ihtiyaç hissediyorlar.
Bu yöntem bir tür KGB yöntemidir. KGB’yi tanımlayan bir yazar “KGB bir sobadır, sürekli yanması lazım, onun için de sürekli odun atılması lazım. İnsanlar işte o odunlardır” demişti.
İktidarın devamı için sürekli bir cadı avı pozisyonundalar.
Oysa…
Herşey elinizde.
Düz, trafiksiz otobanda tek başına sürüyorsunuz bu arabayı. İstediğiniz hızı yapıp istediğiniz zaman frene basıyorsunuz. Anayasa, yasa tanımıyor, istediğinizi hain, terörist, istediğinizi vatanperver ilan ediyosunuz. Yok kanun yap kanun; özgürlüğünüz var.
Herşey elinizde. Buna rağmen far görmüş tavşan gibi çakılıp kalabilmek büyük bir ferasetsizliktir.
Siyasal islam için söylenen en güzel sözlerden biri olan ‘Bunlar şeytan taşlamaktan namaz kılmaya vakit bulamıyorlar’ sözünü fiiliyata çıkarıyorsunuz.
Allahtan korkmuyor, kuldan utanmıyorsunuz.
Her şey oluyor asla rezil olmuyorsunuz.
Depremin vurduğu yerlerde yıkıntılar cesetler arasında dolaşırken bile kahkahalarla gülebilecek
kadar ahireti unutmuşsunuz.
Dünyayı bile bile ahirete tercih ediyorsunuz.
Hem size hem bu ülkeye, bu millete yazık değil mi?
Amacınız ne?
Bunu niye yapıyor ve bundan ne elde ediyorsunuz?
Bugün Türkiye’de leblebi-çekirdek yer gibi hukuksuzluk yapanları anlamaya çalışıyorum.
Empati duygusuyla hareket ediyorum ve neden yapıyorlar, nereye varırlar sorularına cevap
arıyorum. Gördüğüm şu:
Artık perdeyi yırtmışlar. Kendilerini dev aynasında görüyorlar. İktidarda kalma uğruna bütün değerlerini toprağa verdiler.
Peki sonunda ne elde edecekler.
Ben son sahneyi şimdiden tahmin edebiliyorum.
Söyleyeyim, hiçbir şey, sadece hiçbir şey! Yahu hiç bir şey için bu kadar rezilliğe ne gerek var!
Diğer taraftan…
Şunların kullandıkları üsluba bakar mısınız?
Kendilerini onaylamayan herkes hain, terörist, akbaba, devlet düşmanı, ingiliz ajanı, CIA ajanı, siyonist sevici falan filan. Onaylayanlar ise her ne halt olurlarsa olsunlar vatanperver, devletten yana…
Ne demek devletten yana olmak?
Her türlü hırsızlığı haksızlığı yapıp ondan sonra vatan millet
sakarya nutukları atmak mı?
Yaptıkları her türlü yasadışılığı ay yıldızlığı bayrağın altına gizlemek mi?
Yönetenlerin muhalefetin sesine kulak vermesi lazım.
Muhalefetten gelen her türlü eleştiriyi vatana ihanet, terörizm, fırsatçılık, olarak değerlendirmek ve muhalefetin her söylediğini, her önerisini ihanet olarak değerlendirmek ile bir yere varılamaz.
Vardığın yerde karşına işte böyle hiç hesap edemediğin bir deprem çıkar, far görmüş tavşan gibi çakılır kalırsın!
Bütün yaptığınız gımıldanmak.
Ateş attım samana, bak dumana dumana…