Babasını anlatan Ahmet Kayanın kızı Melis Kaya: Paris’te çok değer verdiği arkadaşları vardı, ama yalnızdı… Hayatta kalsaydı, muhtemelen bir gün döner ve hapse girerdi. Maalesef buna vakit olmadı.
Ahmet Kaya, 10 Şubat 1999’da Magazin Gazetecileri Derneği ödül törenindeki lincin ardından sürgüne gittiği Paris’te 16 Kasım 2000 günü hayatını kaybetti. O günlerde 13 yaşında olan kızı Melis Kaya, vefatından 23 yıl sonra kendi ‘Ahmet Kaya’sını anlattı. Artı Gerçek’ten İrfan Aktan’a konuşan Melis Kaya, “Ahmet Kaya nasıl bir babaydı? Ahmet Kaya’nın kızı olarak babasına yönelik linçe dâhil olanların özrünü nasıl karşılıyor? Ahmet Kaya yaşıyor olsaydı kimlerle, nasıl bir müzik yapıyor olurdu? Onun kendini herkese dinleten müziğinin tılsımı neydi? Ahmet Kaya açısından müzik, sokak, Kürtçe, İstanbul, Türkiye, toplum, sürgünlük, yalnızlık ne demekti? Türkiye toplumu neden linç sarmalından çıkmıyor? Linci besleyen acziyet duygusunun üstesinden nasıl gelinir?” gibi soruları yanıtladı.
‘ESPİRİLİ, SABIRLI, ÖZGÜRLÜKÇÜ, ŞEFKATLİ’
Melis Kaya, evdeki Ahmet Kaya’yı şu sözlerle anlattı: “Özel yaşantısında son derece sevgi dolu ve neşeliydi. Esprili, rahat, sabırlı, özgürlükçü ve şefkatliydi. Asla kuralcı ve katı değildi. Çocukluğuma geri dönüp baktığımda bir babanın bir çocuğun yaşamında kaplaması gereken alana dair kursağımda kalan bir duygu yok ama onu çok özlüyorum…”
Babasının “Kürtler beni sevmiyor, Türkler beni sevmiyor, solcular beni sevmiyor, sağcılar zaten sevmiyor. Peki benim kasetlerimi alan bu milyonlarca insan kim” diye sorduğunu anlatan Melis Kaya, Paris günlerine ilişkin ise şunları söyledi: “Babam çok yalnız bırakıldı. Bir gün insanların sevgisinden, ilgisinden dolayı sokakta yürüyemezken, ertesi gün aynı sokakta, muhtemelen aynı insanlar, karşınızda durup 10. Yıl Marşı, İstiklâl Marşı okuyor veya size küfrediyorlar. Bu gaddarlaşmanın yarattığı hayal kırıklığını, yalnızlık duygusunu düşünebiliyor musunuz? Bir insanın hayatı bir gecede nasıl, neden bu kadar değişebilir? Önceki gün herkesin sevgilisiyken, ertesi gün bütün ülkenin nefret objesine dönüştürülmek, üstelik de sadece anadilinde tek bir tane şarkı söylemek istediği için bunu yaşamak Ahmet Kaya gibi birinin taşıması zor bir kötücüllüktü. Üstelik bu kötücüllük, bir daha geri dönemesin diye sürgün döneminde de devam etti. Babam Paris sokaklarında kırgın ve yalnızdı…Babamın Paris’te çok sık görüştüğü, değer verdiği, sevdiği dostları vardı. Ama bu, yalnızlığını bitirmeye yetmiyordu… Hayatta kalsaydı, muhtemelen bir gün döner ve hapse girerdi. Maalesef buna vakit olmadı…Ahmet Kaya yaşasaydı belki bugün de sürgünde, hapiste olabilirdi. O yüzden Ahmet Kaya’nın ne yaşadığını, neden yaşadığını, ona neden bunların yaşatıldığını tekrar tekrar hatırlamalıyız…” (KAYNAK)