Yıllar önce kendisi ile görüştüğümüz Ali Rıza Binboğa demişti ki: “Senelerdir ben ‘Yarınlar Bizim’ diye türküler söyledim ama bilmiyordum ki, birileri de eğitim hizmet ve gayretleriyle yarınlarımızı hazırlıyormuş…
Dünyanın diğer ülkelerinde eğitim yuvaları açmak çok önemli. Ülkemiz 70 cente muhtaç olduğu bir zamanda bizim görevlilerimiz Dünya Bankası’ndan borç almak için uğraşıyorlar. Bakıyorlar ki, paranın, musluğun başında Davar isimli bir Hindistanlı var. Onun kapısının önünde endişeyle: ‘Şimdi bunun davarlığı tutarsa, bize borç vermezse ne yaparız!’ diye düşünüyorlar. Yanına varınca Davar diyor ki: ‘Telaş etmeyin. Ben size istediğinizi vereceğim! Çünkü ben üniversite tahsilimi Türkiye’de yaptım!’ Şimdi siz dünyanın pek çok ülkesinde yüzlerce okul açmışsınız. Pek çok genç yetiştirmişsiniz. Bazıların yüksek tahsilini kendi üniversitelerinizde hatta Türkiye’de yaptırıyorsunuz, seneler sonra bunların ulaşacakları konumları bir düşünün. Ülkemize vesile olacakları güzellikleri bir hayal edin…” demişti. Tabiî bu hususu meâlen arzediyorum…
Artık bir köy haline gelen dünyada bilgiler de çok hızlı yayılıyor. Ayrıca bu eğitim faaliyetleri üzerine pek çok akademik çalışmalar da yapılıyor. Devletlerin idarecileri de bütün bunların farkında. Onun için, Hizmetimize ve ülkemize karşı bir sevgi ve saygı da filizlendi. Bu filizleri kökünden yakıp atma gayretleri olsa da Elhamdülillah çoğu ayakta sapa sağlam duruyor… 40 sene önce yazılmış şiirlerde şöyle deniliyordu:
Asya’dan bir atlı dört nala
Dirilişimizin tılsımlı muştusuyla
Bir velvele saldı bütün cihana
(…)
Gök gürültüsü gibi bir tarrakayla
Ve yüreklere Cennet meltemlerini
“Lebbeyk sesleriyle, müjdelercesine…
(…)
Gül endam dikilişleriyle
Masum tavır ve lisan-ı halleriyle
Sırları saçıldı birer tohum gibi
Tertemiz kalblere
Hem nurlar serpildi
Miskü amberlerle
Uzak yakın her yere
Uyarıcı uğultular salındı kulaklara
Her biri nefha nefha ihya
Cennetten gelmişçesine esintilerle
Çiçekler gibi gülümseyişli
Adanmış ruhla her öğretmen
Değişik urbalarla her renkten
Meyve verdiler mevsim mevsim
Her biri sanki birer yediveren
Her sabah bir gül açmada
Gülümseyerek yeşillerin bağrında
Bağ bağ güllerimizi
Buruşturan kıştan sonra
Baharımızın kaderi işte böyle
Giyinmek huri libaslarını tek tek
Azmetmiş olarak
Solmayışa pörsümeyişe
Beldeler kucak açtı dört bir yandan
Güneş ikliminden getirdiğimiz ibrişimlere
Ve nakış nakış semâmızın gökkuşağından
Ey gözyaşlarının suladığı fidan
Ey ruhta açan
Gönülde tomurcuklanan
Nâzenin çiçekler
Mazhar etsin Allah
Sizleri Hızırî bir hayata…
1992’de Amerikan medyasında Müthiş Türk diye meşhur olan merhum Ali Rıza Bozkurt demişti ki: “Kızım Tanyeli’ne bir filim şirketi satın almıştım. Çok önemli filmleri gözden geçirdim ve şunu fark ettim. Bilhassa dizilerde bir noktadan sonra bıkkınlık yılgınlık veren mantıkî boşluklar bulunuyor. İzleyenler azalıyor. Bundan kurtulmanın çaresi hemen makul sürprizler bulmak… Yepyeni bir merak ve şevkle yoluna devam etmek. Yoksa izlenmez hale geliyor.”
Bu süreçte mallarına ve şirketlerine el konulandan İstanbul mütevellisinden bir ağabeyle karşılaştım. Her şeye rağmen morali yerindeydi. Dedi ki, kendi kendime “Artık belli bir yaşa geldim. İşlerimi çocuklara, damatlara devredeyim ben de bir kenara çekilip, dünyadan elimi eteğimi çekeyim, diye düşündüm ve öyle de yaptım. Fakat bu süreç bana başka bir aşk ve şevk verdi. Şimdi “Artık bir kenara çekilmek yok… Aktif Hizmet’in içinde bulunmalıyım ve var gücümle koşturmalıyım’ diye düşünüyorum…”
Ben de kendisine Ali Rıza Bozkurt’un bu sözlerini söyleyerek, kendisinin başından geçenlerin onun dediklerine benzediğini söyledim.